Sevgili hocam Ferhunde Özbay’ı 8 Nisan 2015 tarihinde ani bir biçimde kaybettik. İletişim Yayınları’ndan kısa süre önce çıkan "Dünden Bugüne Aile, Kent ve Nüfus" isimli kitabı onun ölümünden önce yayına hazırlayıp teslim ettiği çalışması. O yüzden kitabın en önemli özelliği, Özbay’ın kırk yıla yayılmış çalışmalarını elden geçirip bugünün okuyucusuna bizzat kendi çerçevelendirdiği biçimde sunması.
Ancak "Dünden Bugüne Aile, Kent ve Nüfus" kitabının bunun ötesinde de pek çok tarafı var. Bunlardan birincisi, aslında çok geniş bir ilgi alanına sahip olan Özbay’ın, kitabın başlığında belirtilen alanlardaki yani aile, kent ve nüfus konularındaki çalışmalarını tek bir yayında biraraya getirmesi. Bunu yaparken bir yandan da kariyerinin başlangıcından vefatına kadarki sürede geçirdiği akademik gelişim ve dönüşümleri birinci elden göstermesi.
1944 doğumlu Özbay, 1969 Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü’nde tamamladığı yüksek lisans derecesinin ardından 1975’te Cornell Üniversitesi’nden sosyoloji doktorasını aldı. Formasyonu itibarı ile bir demograf olan Özbay’ın çalışmaları zaman içinde sadece kantitatif metotlar ile kalmayıp kalitatif metotları da içeren geniş bir çerçeveye büründü. İletişim Yayınları’nın kitabın yayınlanması ve Özbay’ın hatırasının anılması amacı ile 8 Kasım 2015 tarihinde 34. İstanbul Kitap Fuarı kapsamında düzenlediği toplantıda meslektaşları Belgin Tekçe, Sema Erder ve Cem Behar’ın da belirttiği gibi Özbay’ın kantitatif yöntemlere olan hakimiyeti ve bilgisine rağmen sadece bu alanda kalmayıp sosyolojisini kalitatif yöntemlerle de bezemiş olması onun akademik kimliğinin en önemli taraflarının başında geliyor. Bunun pek çok sebebi olsa bir tanesi de Özbay’ın feminist kimliği. Mesleki formasyonunu 1970’lerde Amerika’da almış olan Özbay, feminist hareketin o en hareketli günlerini de bizzat içinden takip etmiş bir kişi. Daha o zamanlardan kadın konusunun sadece bazı rakamlar olarak ele alınamayacağının bilincinde. Mesleki hayatının her aşamasında da bunu çalışmalarına uyarlamayı bir görev addediyor.
Verileri konuşturmak
Çalışmalarının hem kantitatif hem de de kalitatif verilere dayanıyor olması Özbay’ın sosyolojisinin en önemli katkısı. Belgin Tekçe’nin ifadesi ile iyi sosyoloji hangi yöntemi kullandığının ötesinde asıl verileri nasıl konuşturduğun ile ilgilidir.
Cem Behar’ın vurguladığı gibi Özbay her ne kadar çalışmalarında geniş bir yelpazeye girse de buradan akademik onur ile çıkıyor. Özbay, kendi izlediği bu farklı yöntemleri biraraya getiren, yani önce sayılar, sonra onların çerçevelediği resmin tarihsel gelişimi ve sonrasında da bunun iktidar ile olan ilişkisine bakmayı içeren bu çoklu yöntemli sosyolojiye “nüfus sosyolojisi” adını veriyor (syf 13). Bu anlamda kitabın üç kısmını hem “nüfus sosyolojisi”nin bu üç başlığa nasıl uyarlanabileceğini gösteren bir çalışma hem de bu alanlardan yola çıkıldığında Türkiye’nin nasıl göründüğünü anlamanın birer örneği olarak okumak mümkün. Özbay bu üç başlık üzerinden Türkiye sosyolojisine bakarken bir yandan da söz konusu başlıkların nasıl birbiriyle iç içe geçmiş konular olduğunu, nasıl nüfusu anlamanın kadın üzerine düşünmekten, kenti yorumlamanın nüfusun özelliklerine akıl yürütmekten geçtiğini de gösteriyor.
Aile
Biraz daha yakından inceleyecek olursak kitabın ilk kısmı “Aile” başlığını ele alıyor.
Aile, bir yandan işlevci-yapısal ekolün, toplumun geçireceği varsayılan mekanik dönüşümünü gözlemlemek adına önemsedikleri bir yerdir. Aile, bir üretim alanı olma işlevini sürdürdüğü sürece bu o toplumun geleneksel yapısını da koruduğunun göstergesidir. Ne zaman ki aile bu merkezi konumunu kaybedip modern toplumun pek çok kurumundan birisine dönüşür, bu o toplumda modernleşme sürecinin de gerçekleştiği anlamına gelecektir. Ancak aile kurumu ile ilgilenen tek ekol işlevci-yapısalcılar değildir. Aile feminizm üzerinden bakıldığında da son derece önemli bir yere sahiptir. Aile, kadın kimliğinin en çok yatırım yaptığı, dahası kadın emeğinin en çok harcandığı ve fakat o oranda da görünmez hale getirtildiği yerdir. Diğer bir deyişle, aile ona farklı saiklerle yaklaşan değişik sosyolojik ekollerin tam da kesişiminde bulunan bir kurumdur. Nitekim Özbay da yaklaşımını böyle bir yerden kurar. Yapısalcı teorilerin açtığı kapıdan girerek araştırmasına onların sorularını temel alarak başlar. Ama araştırmalarının sonucunda vardığı yer toplumsal dönüşümü mekanik bir süreç olarak addetmenin yetersizliğidir. Ne aile ne kadın ne de onların deneyimleri tek bir modelde ele alınamayacak kadar karmaşıktır. Nitekim Özbay da bunun üzerine yönünü toplumsal cinsiyetin modernleşme ya da mekan gibi başka unsurlarla nasıl iç içe örülerek şekillendiği konusunda düşünmeye çevirir.
İstanbul
Özbay kitabın ikinci bölümünde kariyerinin orta zamanlarında ilgi alanı olmuş bir başka konuya geçer; İstanbul.
İstanbul aslında üzerine çok konuşulan ama aynı oranda araştırması yapılmayan bir yerdir. Bu yüzden de hakkında sarf edilen kelamların pek çoğu doğru bilinen yanlışlara dayanır.
Göç, İstanbul’u oluşturan kurucu unsurlardandır. Hakim anlatıya göre İstanbul tarihinin zirvesinde olduğu bir dönemde “kırsal”dan gelen ve ona yabancı olan bir nüfusun adeta işgali altına girmiştir. İstanbul’un aldığı göçler tarihini bu seviyede bildiğini varsaymak çoğu kişiye yeterli gelmiştir. Oysa aslında dönemlerine bağlı olarak İstanbul’un aldığı göçün kaynağı, boyutları vs de değişimler göstermiştir. Tek bir cins aile olmadığı gibi tek bir çeşit göç dalgası da olmamıştır. Örneğin İstanbul’un yalnız yoksul ya da kırsal değil varsıl ve kentli gruplardan da göç aldığı, göç dalgalarının aslında ekonomik canlanma dönemlerinde gerçekleştiği, İstanbul içi nüfus hareketliliğinin il dışından gelenler kadar nüfus artış hızlarını etkileyecek büyüklükte olduğu gibi durumlar Özbay’ın yıllar içinde İstanbul üzerine yaptığı araştırmalardan bize aktardığı olgulardan sadece birkaçı.
Nüfus ve iktidar
Kitabın son bölümü ise nüfus alanının hikayesini iktidar ile olan ilişkisi üzerinden anlatıyor. TÜYAP’taki panelde de 1990’li yıllardan itibaren öğrencisi olmuş kişiler adına yaptığım bir tespit ile kendimizi içinde bulunduğumuz dönemin koşulları itibarı ile biz adeta önce nüfusun iktidar ile olan ilişkisini öğrendik, ancak ondan sonra nüfusun ne ve nasıl bir bilgi olduğunu.
El yordamı ile de olsa havadaki yapısalcılık-sonrası teorilerin bastıran gücünü hissettiğimizde önceliğimiz, ilgilendiğimiz konu başlığı ne olursa olsun, onun söylem ve ideoloji ile olan ilişkisini anlamak olmak zorunda idi. Bütün bunların farkında olan, dahası bunun sadece o döneme ait olmaktan öte en parlak günlerini de gördüğü katı pozitivismin miadının dolduruşunun da bir göstergesi olduğunun bilincinde olan Özbay da kitabın son kısmında gerek kendi çalışmaları gerekse de diğer ikincil kaynaklara böyle bir çerçeveden bakıyor. Nüfus planlaması, gençlik politikaları, kimlik belgeleri gibi konuların Türk devletinin vatandaşlık projesi çerçevesinde ne gibi nüfus politikaları olarak şekillendiğini tarihsel olarak anlatıyor.
Kitabın girişi
Ancak her şeye rağmen 8 Kasım tarihli TÜYAP oturumda meslektaşlarının da belirttiği üzere kitabın belki de en önemli kısmı giriş bölümü. Zira bu bölüm Özbay’ın gerek mesleki gelişiminin evreleri, gerekse de arka planda yaşanan zorlukları birinci elden anlatıyor. 1999’da Boğaziçi Üniversitesi sosyoloji bölümünde yüksek lisans öğrencisi olarak benzer çerçeveli bir dersi biz de kendisinden almıştık. O zaman bize akademik bilginin haritalandırmasının sadece kronolojik olarak birbirinin üzerine binen paradigmaların ötesinde, çok daha organik olarak, bazen gündelik hayat içinden, bazen de kurumların baskıları, çatışmaları, olanaksızlıkları üzerinden gelişen hikayeleri ile okunması gerektiğini öğretmişti. "Dünden Bugüne Aile, Kent ve Nüfus" kitabının giriş kısmı işte tam da böyle bir yaklaşımla bu sefer Özbay’ın kendi hayatına yakından bakarak kendi akademik çalışmalarının arka planındaki hikayeleri bize taşıyor. Böyle yaparken bir yandan bize öğrettiği üzere makaleleri kendi hikayeleri ile de bilmek yöntemini uygulamış oluyor, bir yandan da kendi akademik hikayesini o arka plandaki tarihin üzerine oturtarak Türkiye’nin sosyal bilimler tarihine birinci elden çok önemli bir katkıda bulunuyor.
Nüfus azalıyor mu?
TÜYAP’taki oturumun sonunda bir dinleyici Türkiye’de nüfusun yükselip Avrupa’da düştüğünü, bunun neden böyle olduğunu sordu. Nüfus ve sosyal bilimler alanında çok önemli çalışmaları bulunan panelistler ise tek bir nefeste bunun yanlış bir kanaat olduğunu, Türkiye’nin çok önceden beri nüfusu azalan bir ülke haline geldiğini açıklamaya çalıştılar. Duyduklarına ikna olmayan dinleyici, bu sefer de sorusunu tersten sorarak kanaatindeki kararlığını açıkça beyan etti. Türkiye’de demografik bilgiler de galiba futbol ve siyaset gibi herkesin biraz kendi kendini uzmanı ilan ettiği alanlardan. Bence sırf bu yüzden bile Ferhunde Özbay’ın "Dünden Bugüne Aile, Kent ve Nüfus" isimli kitabı konuyu gerçek derinlik ve incelikleri ile öğrenmek içi çok kıymetli ve ulaşılabilir bir fırsat. (AA/HK)
* Bu arada ilgili okuyucular Ferhunde Özbay’ın başka yerlerde yayınlanmış ama bu kitaba dahil edilmemiş diğer çalışmalarından bazılarına boun.academia.edu adresinden ulaşabilirler.