*Fotoğraf: YEÇEP Twitter/ Kirazlıyayla köyü kadınları köylerine yapılması planlanan madene karşı mücadele veriyor.
20. yüzyıl boyunca, birinci dalga feminizmden başlayarak önce eşit siyasal haklar, sonra eşit sivil ve ekonomik haklar için mücadele eden kadın hareketleri, günümüzde üçüncü ve hatta dördüncü dalga feminist mücadele alanına ulaştı. Eşitlik mücadelelerinin kazanımları üzerinde yükselen bu alanda artık toplumsal cinsiyet, sınıf, ırk dolayımıyla kadın kimliğinin baskılanmasına karşı mücadele giderek yayıldı.
Çünkü dünyada artan göç, yoksulluk, yoksunluk sorunları karşısında kadın sorunları farklı boyutlar kazandı. Kadın hareketleri, toplumsal cinsiyet rollerinin belirli kalıplarını kırmak ve farklı etnik köken ve kültürel kimlikten gelen kadınları da kapsamak amacıyla çeşitlenerek yeni nesillere daha fazla uzanmaya başladı.
Ekofeminizm
Feminist hareketlere kuramsal yönden değişik yaklaşımlar vardır. Liberal, radikal, maddeci feminist bakışlar yanında/içinde yer alan "ekofeminist bakış" bunlardan önemli biri. Ekofeminizmin esas olarak 19. yüzyıl kültürel feminizmine dayanan kökleri de var ama günümüzde çok yeni yorumlar içeriyor.
Çünkü bugün doğanın tahakküm altına alınması sonucu dünyanın ekolojik dengesi ciddi şekilde bozuldu. İşte ekofeminizm de kadınların ezilmesi ile doğanın tahakküm altına alınması arasındaki bağlantıların açığa çıkarılması ve eril tahakküme bağlanması konusunda hem eylemsel hem de kuramsal yönden katkı yapan bir akımdır.
Yeşil politikaya feminist bir perspektiften bakmak olarak tanımlanan ekofeminizm, erkek egemen ve sermaye yanlı iktidarların doğayı ve kadını hakimiyeti altına alarak hırpalamasına karşı mücadele etmeyi amaçlıyor. Meselenin temelinde belki de siyasi ve felsefi yönden ele alınması gereken daha köklü bir sorun var. Batı medeniyetinin rasyonel akılcı yönlü ve insan merkezli bakışı bu sorunun özünü teşkil eder.
Kırsalda kadın, kentte kadın
Bu bakış kendi içinde bir ikicilik taşır: Eril-dişil, doğal-kültürel, barbar-medeni şeklindeki ikicil bakış dünyada yaratılan hegemonik ilişkilere temel teşkil eder. Bu ikicilikte kadını doğa ile erkeği kültür ile özdeşleştiren bir kadim anaerkil kurtarıcı arayış kimi zaman araya girse de bunun yanıltıcı olduğunu Val Plumwood şu ifade ile belirtir:
“Kimlikleri egemen kültürün değerlerinin tersine çevrilmesiyle tanımlanan Kırsal Yaşam Tutkunları, Toprak Analar, Soylu Vahşiler ve İşçi Sınıfı Kahramanları'ndan oluşan çeşitli kabilelerin yanı sıra, Tuzağa Düşmüş Romantikler de sürgünlüklerine ağlaşarak burada dolanır dururlar.” (Val Plumwood, Feminizm ve Doğaya Hükmetmek, Metis, 2020)
Ancak bu dolanıp durma çok fazla bir yere götürmez. Yine de kadınların doğa ile olan ilişkisinin erkeklerden daha farklı olduğu temeline dayanan feminist bakışlar tabii ki çevre/ekosistem sorunları karşısında kadının etkilenme düzeyini erkeklerinkinden ayrı olarak ele alıyorlar. Bu etkilenme kırsal kesimde ayrı, kentsel kesimde ayrı tezahür ediyor. Kırsal kesimde kadının doğa ile ilişkisi üretici olarak çok daha yakın bir şekilde gelişiyor ve çölleşme, ormansızlaşma, su kaynaklarının kaybı gibi sorunlardan daha çok etkileniyor.
Hindistan
Bu durumda kadınların nasıl örgütlenip mücadele ettiklerine dair bir çok etkileyici örnekler var. Örneğin Hindistan’da, daha 1970’lerde, ormanların ticari ve endüstriyel amaçlarla sömürülmesine karşı çıkan bir Chipko Hareketi var. Himalayalar’ın yamaçlarındaki köylerde yaşayan kadınlar topraklarını erezyondan koruyabilmek için ağaçlara öyle sarılıp ayrılmıyorlarmış ki istilacıları koruyan ordu bile geri çekiliyormuş. Zaten chipko da Hindu dilinde “sarılmak” demekmiş.
Latin Amerika
Böyle güçlü kadın-ekoloji hareketleri Latin Amerika’da da yaygın. Brezilya ve Ekvator’un Amazon ormanlarının bazı bölgelerinin son yıllarda uğradığı tahribat karşısında en çok ses getiren hareketlerden biri, kendilerine “Ormanın Gerillaları” adını veren kadın hareketi olmuş. Yerli Guajajara halkı kadınlarının önemli kadın aktivist Sônia Guajajara’nın önderliğinde örgütlenmeleriyle oluşan hareket, sadece bölge için değil bütün yeryüzünün ekolojik dengesi için çok önemli olan Amazon ormanlarını istilacı şirketlerden korumaya çalışıyor. Gerçekten de bazı kereste tüccarlarını kovmayı başarmışlar.
Türkiye
Tabii bu kadar uzağa gitmeye gerek yok, Anadolu’da HES’lere karşı dereleri, altın şirketlerine karşı dağları, ormanları korumak için büyük mücadele veren köylü kadınlarımızın öykülerini hepimiz biliyoruz.
Diğer yandan kentlerde de kadınların çevre sorunlarına karşı daha hassas oldukları biliniyor. Gerek akademik gerek aktivist düzeyde, ama daha çok aktivist düzeyde, ekofeminist bakışla çalışan kadınlar, bu sorunların çözümünün hem kadınların hem de doğanın sömürücü eril sermaye-egemen düzenin değişmesi ile mümkün olacağını gösteren önemli katkılar yapıyorlar.
Uluslararası bağlantıların güçlendiği günümüz dünyasında bu katkıların ulusötesi yankıları da daha güçlü oluyor. Diğer yandan bir de uluslararası resmi kuruluşların bu yönde çalışmaları var. Ancak bu kuruluşların hedefleri feminist hedefler ile aynı gözükse de gidilen yollar çok farklı...
Toplumsal cinsiyeti anaakımlaştırma
Bilim dünyasında su, hava ve toprak kirliliği, iklim değişikliği ve biyolojik çeşitliliğin azalması gibi çevresel sorunların insanlar üzerindeki olumsuz etkileri inceleniyor ancak bu etkilerin kadınlar ve erkekler üzerinde aynı düzeyde mi etki yaptığı konusunda çok fazla bir araştırma olmadığı belirtiliyor. Şimdiye kadar birçok ülkede toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin iktisadi ve sosyal yönleri ile ele alındığı ama çevre konuları ile ilişkisinin yeterince incelenmediği bir gerçek.
Son yıllarda birçok uluslararası kuruluş bu ilişkiyi belirli bir çerçevede, ki bu çerçeve “sürdürülebilir kalkınma” çerçevesi oluyor, ele alıyor. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı bünyesinde “Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri” zaten öteden beri vardı. 2019'da Birleşmiş Milletler Çevre Programı (Uluslararası Doğa ve Doğal kaynakları Koruma Birliği (IUCN) ile birlikte) tarafından yayınlanan “Toplumsal Cinsiyet ve Çevre İstatistikleri: Eylem ve Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri İçin Bilgileri Açıklama” başlıklı bir rapor, dört ana başlık altında toplanmış 18 adet toplumsal cinsiyet- çevre göstergesi öneriyor.
Cinsiyet ve çevre
Bu göstergeler arasında kadınların suya, enerjiye doğal kaynaklara erişim hakkı ve çevre konularında karar alma süreçlerine katılımı gibi ayrıştırılmış göstergeler var. Bu raporlarda, toplumsal cinsiyet-çevre bağlantısının iyi anlaşılmasının ülkelerin sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmasını kolaylaştıran bir unsur olduğu ve özellikle gelişmekte olan ülkelerde bu bağlantının daha belirgin olduğu vurgulanıyor. Bu yaklaşıma göre, kadınların toplumsal gücü arttıkça ülkeler daha çevreci politikalar uygulama yönünde ilerleyebiliyor ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmaları kolaylaşabiliyor.
Aynı şekilde OECD çalışmaları da son yıllarda bu konuya özel bir önem veriyor. 2019'da oluşturulan “Toplumsal Cinsiyeti Anaakımlaştırmak Politika Platformu”nun (Gender Mainstreaming Policy Platform) amaçlarından biri de toplusal cinsiyet-çevre bağlantısı üzerine bilgi ve bulgu toplamak. Bu çerçevede gerçekleştirilen faaliyetlerden biri de 2019'da “Çevre Politikalarına Toplumsal Cinsiyeti Entegre Etmek” (Integrating Gender in Environmental Policies) başlıklı bir araştırma sunmak olmuş.
Burada, OECD ülkelerinin çevre ile ilgili politika yapımı, bütçeleme ve yönetişim konularında toplumsal cinsiyeti ne kadar dikkate aldıkları konuları araştırılmış. 2020'de de yine çevre üzerine yapılan küresel forumlardan biri “Toplumsal cinsiyeti ana-akımlaştırmak ve çevresel sürdürülebilirlik için kadınların konumunu güçlendirmek” konulu olmuş . Ayrıca, OECD bünyesinde yer alan “Sürdürülebilir Kalkınma için Gündem 2030” (Agenda 2030 for Sustainable Development) programı da bu çalışmalara örnek olarak gösterilebilir. Uluslararası düzeyde örgütlenmiş ağlarından biri olan Gündem 2030 bir dizi amaç ve hedefler belirlemiş. Bunlar arasında kadın sorunlarının çözümü için de hedefler var (Hedefler: 5.1-5.6).
Gündem 2030 hedefler
Bu hedefler şöyle: Toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadınların güçlenmesi; kadınlara karşı ayrımcılığın önlenmesi; şiddetin, kötü muamelenin ve her türlü sömürünün önlenmesi; erken yaşta evlilik, kadın sünneti gibi uygulamalara son verilmesi; kadının ücretsiz bakım emeği yerine geçecek sosyal hizmetlerin sağlanması; kadının siyasi, toplumsal ve iktisadi hayatta karar alma mekanizmalarına eşit katılımı.
Yani deniyor ki kadınlar güçlü olursa sürdürülebilir kalkınma hedefleri daha kolay yakalanabilir. Aslında ortaya konulan hedefler, bugün dünyada kadınların karşı karşıya kaldıkları sorunları, uğradıkları haksızları çok güzel özetliyor. Ancak bu hedeflerin gerçekleşmesini “sürdürülebilir kalkınma” bağlamında beklemek, eğer bu sürdürülebilir kalkınma modeli insan merkezli, sermaye yanlı ve eril bir bakışla ele alınacak bir model ise, ne kadar gerçekçidir? İşte, hedefler aynı olsa da bu yol, ekofeminizmin mücadele verdiği yollardan oldukça farklı.
(HK/NÖ)