Amargi'de iki yıldır feminist bir diyalog kurmaya çalışıyoruz, teorik bilgi ile pratik bilginin bağını kuran, feminist politik sözü ve politika yapma biçimlerimizi tartışmaya açtığımız bir diyalog...
İşte Amargi Feminizm Tartışmaları da böylesine bir ihtiyaçtan doğdu ve iki yıla yakın bir süredir de her cumartesi kendi mekânımızda konuşmacılar ve katılımcılarla birlikte feminizm yolculuğumuza devam ediyoruz.
Radikal Feminizmle başladığımız bu yılki tartışmalarımıza, Türkiye'de kadın hareketi içerisinde en etkin ve önemli çıkışlardan birini gerçekleştiren Kürt Kadın Hareketi'nin tarihi ve feminizmle kurduğu ilişkiyle devam ettik.
Ardından her bir farklı feminist yaklaşımları ve onların feminizmle ilişkilenme biçimlerine daha yakından bakabilmek için sırasıyla Müslüman Kadın Hareketi'nin ortaya çıkışını, feminizmle yakınlıkları ve uzaklıklarını sorguladığımız Dindar Feminizm; anarşizm ve feminizmin birleşimi mi yoksa kendi başına bir düşünce ve eylem pratiği mi olduğunu tartıştığımız Anarşist Feminizm; feminizm her zaman antimilitarist midir, sorusunu sorduğumuz Anti-militarizm ve Feminizm; tahakküm biçimlerinin yarattığı etkileri kırabilmek için yeni arayışlar geliştirdiğimiz Ekofeminizm; seks işçiliği bir özgürlük ve hak mücadelesi alanı olabilir mi, meselesini konuştuğumuz Seks İşçiliği, 90'lı yıllardan başlayarak Amerika ve Avrupa'daki anaakım feminizmler tarafından eleştirilmiş trans feminizm nedir, özneleri kimlerdir, transgender deneyimler bizlere kendi cinsiyetimizi anlamaya dair neler sunar gibi sorularla tartışmaya açtığımız Trans Feminizm ve son olarak da Feminist Örgütlenme pratiklerimiz genel hatlarıyla bu dokuz haftalık feminizm tartışmalarının temel sözünü oluşturmaktadır.
Geçtiğimiz hafta, 19 Mayıs cumartesi günü tartıştığımız konu ise, özellikle son dönemde feminist örgütler olarak sıkça gündemimize aldığımız ve yeni çözümler üretmeye çalıştığımız meselelerden biriydi. Genel olarak iktidar, hiyerarşi ve şiddet kavramları üzerinden kendi deneyim ve örgütlenme pratiklerini anlatan Nilgün Yurdalan, Banu Paker ve Esmeray bu haftaki konuklarımızdı. Saatler süren tartışmanın ardından halen konuşacağımız o kadar çok konu vardı ki...
İlk olarak söze başlayan Sosyalist Feminist Kolektif üyesi Banu Paker, her feminist örgütte benzer sorunların çıkmasının çok tesadüfi olmadığını vurgularken bu sorunların aşılabilmesi için birlikte yeni çözümler bulmamız gerektiğini ifade etti.
1986 yılında küçük kadın gruplarıyla tanıştığını ve feminizm yolculuğunun da bu şekilde başladığını söyleyen Paker, "O zamanlar ilk defa kendimizle ilgili şeyler konuşmaya başlamıştık ve bu gerçekten çok önemliydi," dedi. Ona göre, kadınların özgürce bir araya gelmesi ve kendi sorunlarını konuşabilmesi çok önemliydi. 80 sonrası dönemde kadınların bir ucundan politika yapmaya devam ettiğini ve ilk olarak da Dayağa Karşı Kampanya ile sokağa çıktıklarını belirten Paker, "1987 yılında Dayağa Karşı Kampanya'da aktif çalışmaya başladıktan sonra kendi gördüğüm şiddeti feminist arkadaşlarıma anlatabildim. Yaşadığım deneyimi anlattım çünkü onların beni yargılamayacağını biliyordum," dedi.
Bilinç yükseltme grupları
Paker'e göre bilinç yükseltme toplantıları feminist örgütlenmeler için oldukça önemli çünkü bu toplantılar, kadınların yaşadıkları sorunların kişisel olmadığını ya da koşullarından kaynaklanmadığını, ezilen bir grup olarak bütün kadınları kapsadığını görmelerini sağladı. Bu gibi nedenlerle 80 sonrası feministler, bilinç yükseltme grupları pratiğini çok önemsedi.
"Kaktüs deneyimi öncesinde 2 yıl kadar haftanın üç gününü birlikte geçirirdik. Böylece hedeflerimizi ortaklaştırmayı öğrendik. Örgütlü mücadele hem fikirlerimizi etkin bir şekilde yaymamıza imkan verir hem de dayanışmamızı güçlendirir. Feminist hareketten öğrendiklerimi kadınlara iletmek, onlardan öğrenmek, başka kadınları kurtarmak yerine kendimizi dönüştürebilmek önemli geliyor. Liberalizm sadece ekonomik hayatı etkilemedi, her türlü inançsızlığı da getirdi ne yazık ki. Feminist inançlarımıza kıskançça sahip çıkmalıyız."
Açıklık ve kadınları sevmek önemli
Kendi deneyimini aktardıktan sonra örgütlenme ile ilgili olarak yaşanan sorunlara değinirken feminist örgütlenmenin nasıl olması gerektiğine vurgu yapan Banu Paker'e göre feminist hareket; kolektif katılımı önemseyen, politik kararların herkesçe alınabildiği, başkan ya da sözcülüğe prim vermeyen, uzmanlaşma yerine yeteneklerin geliştirilmesine önem veren, işbölümüne karşı rotasyonu savunan, gönüllülük temelinde bir araya gelinen, yatay bir örgütlenme anlayışına sahiptir.
Bu alışık olmadığımız bir modeldir aslında. "Hiyerarşi olmasa da deneyimli-deneyimsiz, yaşlı-genç, bekar-evli, çocuklu-çocuksuz kadınların konumları ve ihtiyaçları konusunda sorunlar yaşayabiliyoruz. Ya da zaman zaman grubumuzun sesimizi duymadığını, sözümüzü ciddiye almadığını düşünüyoruz.
"Biz ayrımcılığa her alanda uğradığımız için, belki de bu nedenle bütün ihtiyaçlarımızın bulunduğumuz örgütteki feminist kadınlardan karşılanmasını bekliyoruz. Gönüllü olarak katıldığımız örgütlerde birden gönlümüze göre davranmaya başlıyoruz. Bir grupta çalışkanlar, baskın karaktere sahip olanlar olacaktır. Tabii ki onlar daha ön planda olabiliyor ama bu hiyerarşik bir yapıya işaret etmez.
"Diğer yandan eğer ki örgütte en fazla danışılan bir ya da birkaç kişi varsa bu bir tehlikeye işaret ediyor demektir. Hangi faaliyeti yaparsanız yapın açıklık ve kadınları sevmek önemli. Empatiyle karşındakine yaklaşabilmek, az dinleyip çok konuşmak yerine çok dinleyip az konuşmak, beceremesem de, önemli," diyerek konuşmasını sonlandırdı.
Feminist tarih yazımı
Bağımsız Kadın İnisiyatifi deneyimini anlatmak üzere sözlerine başlayan Nilgün Yurdalan, öncelikle feminist tarih yazımından ne anlıyoruz, sorusunu sordu.
Makalelerde, kitaplarda ve söyleşilerde 1990'larda feminist hareketten proje grupları olarak söz edilmesinin feminist hareketin tarih anlayışının önemli eksiği olduğunu belirtti.
Türkiyeli feministler ve Kürt kadın hareketi tarafından Bağımsız Kadın İnisiyatifi (BKİ), Jujin, Jiyan, Eksik Etek dergileri, Ermeni kadınların grubu Hay-gin hakkında feminist tarihte yerlerinin çok bilinmediğini ya da görmezden gelindiğini söyleyen Yurdalan, feminist mücadele içinden yapılan eleştirilerin de yazılı tarihin içinde pek yer almadığını vurguladı. "Resmi tarihi eleştirirken aslında biz de kendimizle yüzleşmiyoruz, yüzleştiklerimizi de tarihimize yazmıyoruz."
"Benim ikna olmamı mı bekleyecek LBT hareketi?"
Pek çok şeyi, gündemleri ve katılımcıları açısından çok geniş bir yelpazeye açılan BKİ'den öğrendiğini söyleyen Yurdalan, 80'lerde feminist olduğunu ve ardından BKİ'nin içinde yer aldığını belirtti.
"BKİ'de Görünmeyen Emek Kolektifi gibi gruplar vardı, fakat temsiliyet yoktu. Farklılıklarımızla birlikte olmayı, farklı etnik ve politik yaklaşımlarımızı, feminist hareketin bağımsızlığını, şiddeti, dayanışmayı, barışı, kadınlar arasındaki iktidar ilişkilerini çok tartışırdık. Birbirimizle kişisel ya da siyasi sorunlarımızı yüz yüze tartışmayı çok önemserdik.
"Bir Türkiye forumu yapmayı çok istemiştik. Bütün eylemlerde metinleri Kürtçe-Türkçe okumaya dikkat ederdik. Ancak gruptaki Kürt feministlerin getirdiği eleştirileri bence gereği kadar tartışmamıştık.
"Cinsel yönelimleri dert ederdik ama yeterince tartışmamıştık. BKİ de orta sınıf, heteroseksüel bir gruptu. Fakat bu ülkede genellemek iyi olmasa da feminist hareketin özelliği de bu değil midir? Şimdi heteroseksizmi, homofobiyi, transfobiyi derinliğince tartışmak zorunda kaldık. Bence soracağımız soru bütün kadınlarla ortak alanlarda birlikte olmak için yeni ve farklı sözler konusunda Türk, heteroseksüel ve orta sınıftan biri olarak ikna mı olmam gerekiyor? Kendimle yüzleşme sürecini tamamlamadan birlikte olunamayacak mı? Benim ikna olmamı mı bekleyecek LBT (lezbiyen, biseksüel, trans) hareketi? Birbirine benzemezlerin nasıl birlikte duracağı sorusunun cevabını birlikte düşünmemiz gerekiyor.
"Örneğin, özeleştiri de vererek söylemek isterim ki BKİ'de Kürt olmayanlar olarak Kürt kadınlarını ne kadar mutsuz ettiğimizi göremedik. İnsanın sürekli kendini anlatmasının ve eleştirmek zorunda kalmasının ne kadar yorucu olduğunu anlayamadık. Bütün bu sorunları yaşamamızın nedenlerinden biri sürekli eylem yapmak ihtiyacıydı. Her ne kadar bilginin ve emeğin egemen olmasının sorunlarının farkındaysak ta yeteri kadar uzak kalabildik mi o vakitler."
Nilgün şimdilerde feminist örgütlenmelere baktığımızda emeğin iktidarının kendini daha güçlü hissettirdiğini söyledi. Emeğin iktidarıyla baş etmek bilginin iktidarıyla baş etmekten daha zordur, diyerek sözü Amargi Kadın Dayanışma Derneği'ndeki deneyimlerini aktarmak üzere Esmeray'a bıraktı.
Trans cinayetler
Esmeray da kadınlarla ilk olarak ÖDP deneyimi üzerinden tanıştığını ve yapılan ilk toplantılarda hiç konuşamadığını çünkü onun farklılığının orada fark edilmediğini vurguladı. Farklılıklarla bir arada olan bir projeyi yürütmeye çalıştıklarını fakat bir türlü bu farklılıklarla yan yana duramadıklarını belirtti.
Ancak sokağa çıkmaya başladıklarında örneğin, Pınar Selek'in de içinde olduğu kağıt atölyesi deneyiminde ilk kez farklılıklar ile gerçekten yan yana durabildiklerini, birbirine şüphe ile yaklaşan iki grup olan sokak çocukları ve transların bu atölye sayesinde birbirleri ile yüzleştiklerini ve bu şekilde bütün ötekilerle birlikte dönüşmeye başladıklarını söyledi.
Ardından trans cinayetlerine vurgu yapan Esmeray, "Kadın öldüğünde hemen bir eylem ama trans kadın öldüğünde ses yok. Talep sizden gelecek biz de destekleyelim, demek ne demektir? Demek ki sen beni hâlâ kadın olarak görmüyorsun. Trans cinayetleri feminist kadın hareketinde yer almıyor," diyerek feminist hareketin trans cinayetler üzerindeki bugünkü durağanlığını eleştirdi.
Yolgeçen hanı, kapısının herkese açık olduğu bir han
"Yolgeçen hanı gibiydi Amargi, kapısının herkese açık olduğu bir han. Amargi deneyimi olmasa sahneye çıkamazdım, Amargi deneyimi sayesinde bu güveni kendimde bulabildim," diyen Esmeray, Amargi'nin eylemden çıkan bir örgüt olduğunu belirtti.
Farklı deneyimlerden gelen kadınların Amargi'de, örgütlenme meselesiyle ilgili olarak hiyerarşi olmasın diye yatay örgütlenme modelini denediklerini ve bunun devamı için de komisyonlar kurduklarını ancak zamanla başka bir iktidarın ortaya çıktığını fark ettiklerini vurguladı.
Bu iktidarı kırmak için de grup ve atölye çalışmalarına yöneldiklerini ve halen Amargi'de bu tarz atölye çalışmalarının devam ettiğini söyledi. Eleştiriye ise birbirimizi dönüştürmek için ihtiyaç duyulduğunu söyleyen Esmeray, Amargi'nin ilk yıllarında her toplantıdan sonra eleştiri-özeleştiri yapıldığını belirtti.
Bu önemli tartışmanın devamını, feminist literatürde "3. Dalga" olarak adlandırılan dönemi yine her zamanki gibi dalgalar dönemselleştirmesini ve kavramsallaştırmasını da sorunsallaştırarak farklı feminist yaklaşımları 2 Haziran'da tartışacağız ve hemen ardından "farklılıklarımızla yan yana mıyız" diye soracağımız tartışmamızı 9 Haziran'da, "farklılık nedir", "neleri farklılık olarak kabul ediyoruz", "bütün farklılıkları eş düzlemde ele alabilir miyiz", "farklıklar arasındaki iktidar ilişkilerini sorunsallaştırmayan bir farklılık söylemi feminist politikamızda nereye denk düşer" gibi sorular eşliğinde feminist tartışmalarımıza devam edeceğiz. (AT/YY)