"8 Mart"ı Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlayışımızı Clara Zetkin'e borçluyuz. 8 Mart'ın Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak ilan edilmesini, 1910 yılındaki 2. Sosyalist Enternasyonal toplantısında o önerdi. O günden bu güne kadınların 150 yıllık mücadele tarihinde eşitlik, kalkınma ve barış istekleri sürüyor. Türkiye'de ise ilk kez 1921'de kutlandı 8 Mart.
İnsanlık tarihinin erkekle özdeşleştirilmesi Antik Yunan'dan beri vardı. Her toplumda erkek ve kadını farklı biçimde birleştiren toplumsal örgütlenmeler olmuştur. Cinsiyet ayrımı kültürler açısından değişse de evrensel olarak var olan, her iki cinsin değerin eşit olmayışıdır.
Teorilerdeki farklılık, ortak politika oluşturmayı zorlaştırsa da
Cinsiyet ayrımı doğal ve fiziksel verilere bağlı gözükse de kültürel bir yanının varlığını gözardı etmemiz neredeyse imkansız. Cinsiyetler arası ilişkinin değilmesinin gerekliliği ise siyasal ve felsefi düşünceye dayanıyor. Feminizm, kadının ezilmişliğini ve nasıl özgürleşmesi gerektiğini açıklayan teorilerden oluşuyor. Bu nedenle de bir yöntem birliğinden söz edilmesi çok zor.
Kadınların ortak deneyim ve maruz kaldıkları baskılar üzerinde yoğunlaşan teorilerdeki bu farklılık ve bölünmüşlük, kadınların kurtuluşu yönünde ortak politikalar oluşturmayı zorlaştırıyor. O yüzden Marksizm gibi feminizmin ölümünü iddia edenler oldu. Oysa kadınların binlerce yıllık ezilmişliğini ve ikincillik konumunu değiştirmeyi amaçlayan bir ideoloji, bu durum sürdükçe ortadan kalkmayacaktır.
"Bir grup diğerini yönetiyorsa..."
Kadınların mücadelesi 1790'lardan beri sürüyor. Aydınlanma döneminde kadın hakları savunucusu olan Mary Wolstonecraft, Susan Moller, Elizaberth Candy Stanton, Sarah Grimke, Margret Fuller gibi kadın düşünür ve aktivistlerin fikirleriyle geç de olsa (19 yy. başında) oy hakkı, mülk edinme ve boşanmayla ilgili kimi yasal düzenlemeler, meslek ve yüksek öğrenim hakkı kazanılmıştı.
Birinci dalga feminist hareket, 19. yüzyıldaki kadın hakları hareketiyle başladı. İkinci dalga çağdaş feminist hareket ise 1960 sonrası dönemle anıldı. 1960 ve 1970'lerde ortaya atılan radikal feminist teoriyle ana problemin, kadının ezilmişliği ve patriyarkanın erkek üstünlüğünün kültürü ve sosyal yaşamı tümüyle kapsaması olduğu düşünüldü.
Radikal feministlere göre, kadın ezilmişliğinin temeli cinsel kölelik, annelik ve erkeğin kadın bedenini kontrol etmesiydi. "Kişisel olan politiktir" radikal feministlerce dillendirildi. Kate Millet "Eğer bir grup diğerini yönetiyorsa ikisi arasındaki ilişki politiktir" dedi.
Radikal feministler, evlilik kurumunu kadınlara eziyetin formüle edildiği yer olduğu için reddederler. Radikal feministlere göre, erkek egemen düşüncede doğurmak, beslemek birer doğal görevdir. Ataerkil ideoloji kadını, erkeğe hizmet etmeye ve bu role kabule zorlar, baskı vardır. Cinsiyetçi sınıf sisteminin durması için kadın kendi biyolojisine köle olmaktan kurtulmalı, kadının özgürleşmesi sağlanmalıdır.
Sosyalist feministler ise sorunu kapitalizm ve patriyarkal ilişkilerde görür. Marksizmde ücret verilen zaman içinde işçinin emek gücünün kapitalist tarafından satın alınmasıydı. Oysa ev içinde üretilen hizmet, emek yemek, çocuk bakımı, temizlik, ütü unproductive yani verimli olmayan, karşılığı olmayan ve ölçülebilirliği olmayan bir hizmet. Söz konusu olan bu hizmetler evde yapılmadan piyasadan alınsa, aile bu ödemeyi yapmak için ücret artışı isteyecekti. Batı ülkelerinde yapılan araştırmalar kadının bu görünmeyen emeğinin milli gelirin yüzde 40 civarında olduğunu gösteriyor. Kadın emeği emek gücünü ucuza üreterek, artı değeri artırır, kadının sömürüsüne hizmet eder.
Ya ev içinde üretilen emeğin karşılığının ödenmesi gerekecek, ya ev işlerinin sosyalleştirilmesi sağlanacak, ev işlerinin bireysel sorumluluktan çıkarılması gerekecek. O zaman ücret ilişkisi ortadan kalkacak.
Ev içinde yeniden üretim yalnızca kadınların yaptığı etkinlik olmaktan çıkarılmalı, cinsler arası iş bölümü ile paylaşılmalıdır.
Biz kadınlar bireysel ve sosyal tarihlerimize sahip çıkmalıyız.
- Gökçe Baysal, Sosyolog