"Feminist Güzergâh" isimli İréne Kaufer’nin Françoise Collin’le yaptığı, Gülnur Acar Savran tarafından Türkçeye kazandırılan söyleşi kitabı (Dipnot Yayınları, 2015) Türkiyeli feministler açısından oldukça katmanlı tartışma alanları barındırmakta.
“Feminizm ne işe yarar?”, “Feminizm mi, feminizmler mi?, “Kadınların şiddeti”, “Kürtaj”, “Eşit değerde işe eşit ücret”, “toplumsal cinsiyet”, “feminist sanat”, “erkekler”, “özel olan politiktir ”, “başörtüsü sorunu”, “Annelik” gibi başlıklar tartıştıkları konulardan bazıları.
İkinci dalga feministler kuşağından olan Collin (1928–2012), 1973’de Fransızca konuşulan ülkelerde çıkan ilk feminist dergi olan Cahier du Grif’in kurucusudur. Şair ve felsefeci de olan Collin, anadili Fransızca olan okuyucuların Hannah Arendt’i keşfetmelerine önemli katkısı olur.
Collin’in yaşadığımız coğrafyadaki feministlerin de üzerine düşünmesi, tartışması gereken bazı tespitlerini bu kısa yazıda vurgulamak istiyorum. Collin feminizmin esasını ve elbette güzergâhını oluşturan bir meseleyle söyleşiye girizgâh yapar:
“Bazı kadınlar yeni haklar ya da toplumda yeni yerler kazanmış olsalar bile, bu toplumun (sosyal, politik, sembolik) yapıları temelde eril olmaya devam etmektedir; kadınlar bu yapılarda eskisine göre daha çok varlık gösterseler de… Dolayısıyla arka planda bizi şu soru beklemektedir: Nasıl bir dünyayı paylaşmak istiyoruz? Feminizm kadınların ‘erkekleşmesi’ midir, yoksa hem erkeklerin hem kadınların başkalaşması mıdır?”(s.30)
Dolayısıyla nasıl bir feminizm istediğimiz sorusunu sormak kaçınılmaz. Birkaç sayfa sonra feminizmin devrimci niteliğini vurgular Collin feminizmin “kurucu bir kitabı yoktur” diyerek. “Marx’ın Marksizm içindeki rolünü Simone de Beauvoir feminizmde oynamaz. İkinci Cins’i tekrar tekrar okuyabilir, ondan esinlenebilir ve onun hakkında tartışabiliriz ama o bizim dogmamız değildir. Tarihsel olarak başvurulan bir metindir o. Ve böyle birçok metin vardır ama hiçbiri kurucu bir metin değildir. Kitap bir anlamda yazılmayı beklemektedir” (s.33).
Collin’e göre feminizm “çoğuldur”, “çoğul bir eyleyiştir”, “politik bir uzamdır”, “sürekli devrimdir”. Mevzu, “erkekleri dışlamak değil; kadınların kendilerini ortaya koyamadıkları, ancak kefalet altında –eril bilgi ve yetke koşuluyla- inisiyatif sahibi olabildikleri ve bütün bunların da erkek bireylerin niyetinden bağımsız olarak cereyan ettiği toplumsal durumdan kopmaya başlamaktır” (s.37).
Collin kadınların özgürleşmesinin temel eksenlerinden biri olan ev içi emek, evdeki cinsiyetçi işbölümünün paylaşılmasıyla ilgili olarak kadınların yaşamın dizginlerini ellerinden bırakmak istemediklerini, kendilerine bağlı bir yaşam düzeneğini değiştirmek istemediklerini belirtir (s.53). Çarpıcı görüşü ise bu tespit üzerinden daha da anlamlıdır: “Başka kadınların ilerlemesinin önünü açmak için kadın olmak yeterli değildir; feminist olmak, yani kadınların ilerlemesi gerektiğinin bilincinde olmak ve bu doğrultuda irade göstermek gerekir” (s.105).
Dolayısıyla, kadınların özgürleşmesi oldukça karmaşıktır Collin için, bir kısır döngüden söz eder. Kadınların kendileri sürece dâhil olmadan feministler onları özgürleştiremezler. İletişim, temas ve karşılıklı alışveriş şarttır.
Collin’e göre, feminizminin hedefi “eril modeli benimsemeden kadınları ekonomik olarak özerk hale getirmek, kendi yaşamlarının faili kılmaktır” (s.112). Göçmen kadınlarla daha derinlikli bir diyalog gereklidir. Feminizmin uyanık olmasını gerektiren iki tuzaktan söz eder (s.206): “Feminizm ders veren bir konumda olmaması ve başka adetlere saygılı olması adına her türlü müdahaleden imtina etmemesi”.
“Kadınlar iyi oldukları için değil, onlara haksızlık yapıldığı için feministim” (s.61) diyerek kadın dayanışmasını ön plana çıkartan Collin böylece kadınların doğuştan “iyi, barışçıl” olduklarını ileri süren özcü yaklaşıma karşı olduğunu da dile getirmiş olur.
Collin söyledikleriyle bize sorgulamaya önce kendimizden başlamamız gerektiğini, hiç zaman kaybetmeden her gün her saat mücadele etmemizin elzem olduğunu vurguluyor. (FS/ÇT)