bianet'in 12 Eylül'de halkoylamasına sunulan anayasa değişikliği paketiyle ilgili, kimin, neden evet, hayır ya da boykot dediğini okuyabileceğiniz dizisindeki diğer yazıları görüntülemek için tıklayın.
Referandum bugüne dek başımıza gelmiş en büyük belalardan biri. Öyle ki, kimin ne diyeceğinden kimse emin değil. Evet diyen sosyalistlerden, hayır diyen feministlere, oradan evet diyen Kürtlere, boykot diyen kimi liberallere kadar her şeye rastlamak mümkün. Bu çeşitlenme evlerin içine kadar yansımış durumda.
Referanduma giderken en güçlü toplumsal muhalefet olan Kürtler üzerinden devletin ve hükümetin ince kaba tüm numaraları gözlerimiz önünde cereyan etmekte. Kürtler arasında uzun yıllardan bu yana yükseltilmeye çalışılan sınıfsal ayrımlar, yine CHP tarafından gizlice ve sinsice hayat bulmaya çalıştırılan kadim CHP taktiği olan Alevi-Sünni Kürt ayrımları da cabası.
Kürt düşmanlığı konusunda sıkı müttefik olan Evet-Hayır cephesi, referandumda bir halkı yok sayarak memleketin kaderini belirlemeye çalışacak kadar görmezlik içinde, şoven, ırkçı bir hatta yollarına devam ediyor. Etsinler. Nasıl olsa o yolda ayaklarına Kürt halkının özgürlük mücadelesi dolanacak, kimini hükümetten, kimini ana muhalefetten, eğer siyasi görmezlikleri devam ederse hemen hepsini siyasi arenadan silip atacaktır, ANAP, DYP, vb. partiler gibi.
Kürt halkı her düzlemdeki örgütlülüğüyle kendisine karşı yürütülmeye çalışan bu sürece gereken cevabı verebiliyor. Yeterince örgütlü ol(a)mayan diğer toplumsal kesimler gibi biz kadınlar da maalesef referandum sürecinde bütünlüklü ve örgütlü bir duruş sergileyemedik.
Referandum tartışmalarında en az görünür olanlar sanırım kadınlar oldu. Referandumun erkek meydanında yok sayılan toplumsal siyasal grup olarak biz kadınlar ne yapmalıyız?
Feministler referandumda nasıl bir tutum sergilemeli?
Sosyal bir sınıf olarak kadınların ev içi emeklerine, bedenlerine, cinselliklerine erkekler tarafından kölelik şartlarında el konmasına, yani erkek egemenliğinin kadınlar üzerinde sadece bir ezme ilişkisinin ötesinde aynı zamanda sömürüye tekabül ettiğini düşünen bir maddeci feminist olarak, bütün kadınlarla bütün erkekler arasında kadın emeğinin sömürüsüne karşı politik bir mücadelenin sürdürülmesi gerektiğine inanıyorum.
Kadınlarla erkekler arasındaki sınıfsal mücadelede kadınların kurtuluşunun ancak bir feminist devrimle olabileceğini düşünüyorum. Bu devrim iktidarı almayı hedefleyen bir devrim olmasa da, erkek iktidarını yıkacak, cinsiyetçiliği toplumun tüm kılcal damarlarından kurutup yok edecek, kadınların kurtuluşunu hedefleyecek toplumsal bir devrim olacaktır.
Denebilir ki, milyonlarca kadın sokağa dökülmemiş, her evin balkonunda "Bu evde grev var" pankartı açılmamış, kamusal alandaki cinsiyetçiliği yok etmek için fabrikalar, sendikalar, cinsiyetçi partiler, hukuk kurumları, cinsiyetçi Türk-erkek meclisi kadınlar tarafından basılmamış, yani ortalarda henüz devasa bir feminist ayaklanma yokken, nereden çıktı şimdi feminist devrim...
Siyaset yaparken düşünme yöntemim basittir. Kendime sorular sorarım. Ve bu sorularımı hayatı sürdüren temel şey nedir noktasından kurarım. O şey üretim ilişkileridir. Böyle düşününce zaten sınıfsal olarak sömürülen ve ezilen birkaç toplumsal grubun (işçi, kadın, Kürt, Alevi) birden üyesi olarak ister istemez tarafınız net oluveriyor.
Kendini kadınlarla erkekler arasındaki mücadelede kadınların, sermaye ve işçiler arasındaki mücadelede işçilerin, Türk devleti (Türk sermayesi de dahil) ile Kürt özgürlük mücadelesinde Kürt halkının, Sünni devlete karşı Alevilerin içinde buluveriyorsun.
Feminist siyaset için sorulacak soru bu referandum kadınlar için nasıl bir anlam taşıyor, sorusudur. Lafı dolandırmaya gerek yok, koca bir hiç. Çünkü referandumun kendisi toplumsal grupların talepleri dikkate alınarak ortaya çıkmış bir referandum değil.
Mevcut statükoyu korumak isteyen ulusalcı-Kemalist ve modernist Hayırcılarla, kendi statükolarını kurmak isteyen ılımlı İslamcı-liberal AKP'lilerin hegemonya mücadelesinin yeni perdesidir. Bu dövüşte ezilenlerin talepleri bir kez daha yok sayılırken, Evet ve Hayır tavırlarının başını çeken AKP, CHP ve MHP şeytan üçgeni dolayımıyla, arkalarına aldıkları yandaş ve candaş medyanın da büyük desteğiyle, tamamı sağcı, tamamı erkek, tamamı cinsiyetçi, tamamı sermaye yanlısı, tamamı Kürt düşmanı olan bir siyasal varoluşa toplumsal meşruiyet aramaktalar.
Hal böyle olunca nasıl ki evet diyecek feministler AKP'ye ve onun cinsiyetçi, kadın düşmanı politikalarına evet demiş olacaklarsa, hayır diyecekler de mevcut anayasaya ve onun Kemalist cinsiyetçi ideolojisine istemeden de olsa destek vermiş olacaklar.
Tayyip Erdoğan kazanacak diye kaygılanıp "hayır" oyu kullanacak olanların bir kez daha ne yaptıklarını düşünmeleri gerektiğine inanıyorum. Bizler evet ya da hayır demek zorunda değiliz. Bugüne kadar bizlere sunulan "kırk katır mı kırk satır mı" seçeneksizliğinin dışında hep emekten, barıştan yana bir yol bulduk ve orada bir cephe yaratmaya gayret ettik. Nedense referandum tartışmalarına gelince unutuverdik Tayip Erdoğan'ın partisi kadar Kürtlüğünü, Aleviliğini inkâr eden Kemal Kılıçdaroğlu'nun partisinin de cinsiyetçi olduğunu. Kadınların yüzyılı aşkın mücadeleleriyle kazandıklarının, Atatürk'ün kadınlara lütfü olduğunu ilkokuldan itibaren bu toplumun en ücra köşesine kadar yayan Kemalist ideoloji ile aynı tarafta olmak feminist mücadeleyi nasıl etkileyecek acaba?
Madde madde
Kadınlar açısından baktığımızda önerilen değişiklik maddelerinin ruhu, anayasanın hazırlanış biçimi ve içeriği mevcut olandan ne yazık ki farklı değil. Her iki anayasa da kadınlarla birlikte değil, kadınlara rağmen hazırlanmıştır. Kadınların değil erkeklerin, toplumun, ailenin, devletin çıkarları düşünülerek hazırlanmıştır.
Ailenin korunması: Örneğin ailenin korunması başlığı altındaki değişiklik önerisinde, mevcut anayasada olduğu gibi, Türk toplumunun temeli olan ailenin korunması için kadını ve çocuğu korumaktan (o da kime ya da kimlere karşı koruduğu bile belli değil) bahsediyor. Bu konuda değişik bir tek laf bile yok. Evet de desen hayır da desen kadınlar için zaten mevcut olanı aynen kabul etmiş oluyorsun.
Pozitif ayrımcılık: Meşhur "pozitif ayrımcılık" iddia edilen 10. Madde ise mevcut haliyle yetersizken, yeni haliyle kadınları, çocuklar, yaşlılar ve özürlülerle aynı zeminde, bakılması gereken, erkeklerin insafına bırakılmış, erkeklerin vereceği sadakaya mahkûm mağdurlar olarak ele almış.
Oysa biz kadınlar emeğimizden gelen gücümüzle başta ev içinde olmak üzere her yerde üretimden gelen haklarımızı istiyoruz. Önerilen maddedeki gibi şehitlerin dul karısı olarak hayatlarımızı kontrol altına almalarına karşı çıkıyoruz. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) yasasına karşı aylarca bu konuda eylemler yapmış, sesimizi kadın düşmanı erkek kanun yapıcılara duyurmaya çalışmıştık. Onlar bizi dinlemediler, duymadılar, dikkate almadılar ve şimdi de bizden destek istiyorlar.
Özel hayatın gizliliği: Yine başka bir madde olan özel hayatın gizliliğinde de durum farklı değil. Biz feministlerin karşı olduğu genel ahlak meselesi hem evetçilerin hem de hayırcıların anayasasında olduğu gibi duruyor. Ve biz hayır ya da evet deyince otomatikman yıllardır mücadele vermiş olduğumuz feminist talep ve politikalarımıza karşı oy vermiş olacağız. İstemeden, farkında olmadan erkeklerle aynı tarafta yer almış, kadınlara, eşcinsellere, taravetsilere karşı oy vermiş olacağız.
Tabii ki boykot...
Referandumu "evet mi, hayır mı" dövüşüne dönüştüren siyaset cambazlarına karşı kadınlar boykot tutumu geliştirmelidir. Boykot etmek evet-hayır seçeneksizliğine karşı, feministlerin bütün kadınların çıkarlarını gözeten bir yerden politika yapan, kendisini özgürce ortaya koyan politik bir özne olduğumuz anlamına gelir.
Boykot, erkeklerin cinsiyetçi statükolarına, ulusalcı, Kemalist, milliyetçi, sağcı, liberal, dinci, ideolojilerin kadınları eve kapatan, onlara çocuk doğurmalarını öğütleyen, kadınlardan erkeklerden aşağı olduklarını kabullenmelerini isteyen erkek cephesine karşı evlerden, sokaklardan, alanlardan yükselttiğimiz sesimizle feminist mücadelemizi büyütmek demektir. Onlara karşı hiç haz etmedikleri, marjinalleştirmeye çalıştıkları, hep yok saydıkları feminist mücadeleyi keskinleştirmek ve yükseltmektir.
Son olarak, bu ülkede siyaset yapan toplumsal kesimlerden hiç biri, hele hele referandum gibi devasa bir politik taktik karşısında Kürt hareketini görmeden, onu yok sayarak siyaset yapamaz. Feministler olarak referanduma giderken, uzun ve zorlu bir mücadelede büyük bedeller ödeyen, politik olarak her zaman aynı saflarda yer aldığımız Kürt kadın özgürlük hareketinin çıkarlarına karşı da sorumluluğumuz olduğunu düşünüyorum. Ve hâlihazırda tüm kadınları erkek egemenliğinin baskısı altında yaşatmayı kendisine hedef edinmiş bu kadın düşmanlarına karşı ortak bir kadın cephesinden boykotu cevap olarak verelim.
12 Eylül'de sandığa gitmeyelim, kadın arkadaşlarımızla buluşup, erkek egemenliğine karşı gün boyu sürecek olan boykot eylemimizin şerefine çay içip eylemimizin tadını çıkartalım. (GA/TK)