İnsanın, “Kimim? Neredeyim? Niçin yaşıyorum? ya da Yaşamın bir anlamı var mı?” sorularıyla insan olduğu iddia edilir. Bu kadim sorular, insanlık yahut uygarlık var oldukça sorulacak… Neden? Aristotelesçe söylersek “İnsanlar, doğaları gereği bilmek isterler.”
İnsan nedir? sorusu, Homo Narrans yani hikaye anlatan insan diye de yanıtlanabilir çünkü insan, hikaye yazan, yazmakla kalmayıp buna inanan, inanmakla kalmayıp hikayeleri yaşamak arzusu duyan bir varlık.
O nedenle her şeyin hikâyesi -tarihi de diyebiliriz- vardır. Hikâyesi olmayan yoktur. O, yaşamamıştır. Deredeki taşın da vardır bir hikâyesi. Kökleri derenin içine inen ağacın da. O kökün üzerine tüneyen kurbağanın da. Dereye su içmeye gelen geyiğin de. Baharla coşan derenin sesine karışan kuşların cıvıltısının da. Bu manzaraya bakıp ciğerlerinin en derinine ulaşan nefesi alıp bütün yaşamını gözden geçiren yolcunun da.
Bundan tam 34 yıl önce 1989 yılında, henüz lise ikinci sınıf öğrencisiyken bir kitap geçti elime. Platon’un dilimize nedense yanlış biçimde “Devlet” diye çevrilen ama Grekçesi ile düşünürsek “Cumhuriyet” (Grekçe: Πολιτεία, Politeía) ile. Tam 34 yıldır, yaşama yolumda ebedi bir aşka dönüşen adına felsefe dediğimiz hem yol hem de yolcuyla birlikteyiz. Yolculuğumuz sürüyor ve şimdi sizinle karşılaştık bir düşünme nefeslenmesinde.
Her birimizin hikâyesi olduğuna göre siz de tutkuyla bağlı olduğunuz, yaşamınızın akışına yön veren kişi ve alanlarla nerede nasıl karşılaştığınız üzerine düşünebilirsiniz. A. Maalouf, “Semerkand”da Hayyam’a zamana dair şunları söyletir: “Zamanın iki boyutu vardır; biri, uzunluğu, ki onu belirleyen güneşin seyridir; ikincisi kalınlığı, ki bunu belirleyen de tutkulardır.” O karşılaşmada ne olur? İnsan, karşılaşmalarla var olur. Aşk da benzer bir karşılaşmanın meyvesidir. Karşılaşmalarla kartlarımız yeniden karılır.
Hayat/ımız, karşılaşmalarımızın toplamıdır. Hepimiz her gün sonsuz uyarıcı evrenine yeniden doğarız. Bunlardan kimileri ruhumuza dokunur. Ruhumuzda karşılığı varsa etkileşiriz, değilse fark etmeden geçip gideriz. Etkileşme buluşmaya dönüşür. Ve buluşma ile yaratılan birlikte olma hali bizi de karşılaştığımız “şey”i de değiştirir.
Bu karşılaşmalarda varlık bulan kavramlar nelerdir? Bunlara ne tür içerikler yüklüyoruz? Anlam dünyamızın ya da kavramlarımızın bir araya gelerek oluşturduğu mimari yapının rengi ne? Nasıl bir “hane” içinde yaşıyoruz? Peki, bu yapının öğeleri? Anlam dünyamıza ya da bakışımıza, yaşayışımıza sinen fikirler, hangi sorunların, hangi çağların çocukları?
Meşhur yanlışlar ya da galat-ı meşhur[2] kanaatler vardır. Felsefenin erişilmez, anlaşılmaz olması da bunlardandır. "Erişilmez" gibi görülen felsefenin temeli ne olabilir? Yaşamdaki izdüşümleri nelerdir? Kim olduğumuzu, nerede olduğumuzu, niçin yaşadığımızı arayan bu kadim alana akademik perspektif dışından da bakılabilir mi? Birer kavram yontucusu, bilgi işçisi olan filozofların derdi nedir? Ne üretirler, nasıl üretirler, ürettiklerinin yaşamdaki karşılığı nedir? Hayata; kuşatıcı bir açıyla yani sanatlarla, bilimlerle, felsefelerle, dinlerle bakmak mümkün mü? Varsa böyle bir pencere, manzarası ne olabilir?
Anlamak özgürleştirir. Bu, bitimsiz, sonu gelmez ihtiyaçlardan kaynaklı bir yolculuktur. İnsanın tarihi, dönüş(tür)me tarihi olarak da okunabilir. Felsefe Taşı dolayımıyla size felsefenin belli bir açıdan ele alınışı ile ortaya çıkan yüzü/nü göstermek istiyorum. Yolculuk, yolculuktaki karşılaşmalar tıpkı ses gibi yoktan var olur. Karşılaşma berekettir.
Odağına mutluluk, aşk, mahremiyet, ilişki, şiddet, iktidar, kimlik, güç, başarı, acı, ölüm, kariyer, yalnızlık, sevgi, bağ, bağlılık, varsıllık-yoksulluk, doyum, sorumluluk, özgürlük, özne, anlam gibi kavramları yani içinde yaşadığımız anlam evrenini alır.
Felsefe taşı, hayata anlam katma, hayatı anlamlı hale getirerek onu dönüştürme aracıdır. İncir yaprağı örtünme aracı olarak kıyafete dönüştüğünde ontolojisi değişir, yaşam doğar. Anlama, nöronlar arasında bağlar kurmak, cangılda patika açmak, eşdeyişle patikaya dönüşmesidir. Anlamak, güven ihtiyacını sağlar ve özgürleştirir. Ancak özgür kişiler mutlu olabilirler. Pratik bilgelik anlamında felsefe, mutluluğun temelidir denebilir. Çünkü insanın güvene ihtiyacı vardır. Güven içinse sisin dağılması, hikâyenin ne olduğunun anlaşılması gerekir. Dağılan sis, bir anlamda yumurtanın çatlatılmasıdır. O adına Hayat dediğimiz masif kütleye vurduğumuz külünklerle yumurtayı çatlatır ve doğarız. Etik bir varlık olarak anlam halesi ile yeniden doğar, insanlaşırız.
Felsefe, o, herkesin hakkını teslim ettiği ama nedense “erişilmez” bulduğu kadim alan! En büyük varlık nedenlerinden biri önyargılarla, boş inançlarla mücadele etmek olan felsefe, en çok “önyargı”ların esiri. Mücadele ettiği önyargılar nedeniyle ona ihtiyacı olanların uzağında, yalnız. Bu, bir yanıyla trajik. Felsefenin birikimini, bakışını yaşama tercüme etmek, bu nedenle de Hayata dokunmanın temel araçlarından biri, kavramlar üzerine düşünenlerin de sorumluluğu.
Felsefe Taşı ile karşılaşmaların bir muradı da “felsefe taşı”nı elimize alıp kendimizi çevreleyen önyargı duvarlarını yıkmamıza, felsefe penceresinden gelen ışığı dünyamıza dahil etmemize; yaşamı kavrayışımızı ve yaşayışımızı felsefeyle de harmanlamayı amaçlamaktayız.
Kavramlara felsefenin yöntemiyle açıklık getirmeye çalıştığımız bu yazıları, “Felsefe Taşı” deyimi altında sizlerle paylaşacağız. Felsefe Taşı ile muradımız; hayatımıza yön veren temel kavramları felsefe ile konuşmak, felsefeyle açımlayarak serimlemek, felsefece düşünmeyi, anlamayı, yorumlamayı yaşama/ya tercüme etmek.
Charles Baudelaire’in “Sarhoş Olun” şiiri, yolculuğumuza nefes olsun, nefes olsun ki hislerimize ruh katsın, düşünmemize can suyu olsun.
Her zaman sarhoş olmalı. Her şey bunda: Tek sorun bu. Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken Zaman'ın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız.
Ama neyle? Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun.
Ve bazı bazı bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üzerinde, odanızın donuk yalnızlığı içinde,sarhoşluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız sorun yele, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun. Her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun. " Saat kaç?" deyin; yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen verecektir karşılığını: "Sarhoş olma saatidir... Zamanın inim inim inleyen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına! Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz."
[1] Felsefe taşı, evrenin temel sırlarını keşfetmek, metalleri altına çevirmek ölümsüzlüğü sağlamak, ruhu arındırmak, hayatı kavrayan bilince ulaşmak, her kişinin özbenliğinde varolan ama arayışla bulunabilecek izan, akıl, kalp, akıl taşıdır, hayat taşı; bilgeliğe açılan kapının şifresidir.
[2] Osmanlıca “Galat-ı meşhûr lugat-ı fasîhten evlâdır.” Türkçesiyle mealen “Doğrunun yerini almış herkesçe bilinen yanlışlar.” anlamındaki sözden alıntıdır.
(MVB/AÖ)