Bana “deli” diyorlar bazen. Neden öyle diyorlar, bilmem. Şarkı söyletiyorlar bana her yerde. Sesim de güzeldir. Mesela, isteğiniz her türlü şarkıyı söyleyebilirim. Ben yabancı şarkı da söylüyorum. Felicita var. Söyleyeyim mi bi’ tane? (Felicita’yı söylüyor.) Nasıl?
Felek Diyarbakırlı. Elli bir yaşında. İzmir’de yaşıyor. Şu an işsiz. Daha önce ayakkabı boyacılığı yapmış. 1999 yılından beri çöp toplayıcılığı yapıyor.
İlk karton kutu topluyordum. Sonra baktım çöplerde de birşeyler çıkıyor. Antika mantika dediler. Eski şeyleri bulunca alıyordum. İncik, boncuk, toka ne çıkarsa... İşime yarayan şeyler çıkabiliyor. Boya sandığım olsa boyacılık da yaparım ama yok.
Agora’da, kardeşim, eşi ve çocuklarıyla bir arada kalıyoruz. Kardeşimin dört çocuğu var. Hep birlikte evde yedi kişi birlikte kalıyoruz. Kardeşimin böbrek hastalığı var. Abimin verdiği böbrekle yaşıyor.
Yani bence ben deli değilim. Kendi halimde, zararsızım. En fazla şaka yapıyorum, şarkı söylüyorum. Ama deli diyenler hain insanlar. İnsanı hor görüyorlar.
Eskiden zıpkın gibiydim. Yılmaz Güney’e benziyorum ben. İnsanlar da beni böyle biliyor. Çok severim Yılmaz Güney’i. Ben devrimci şarkıları da biliyorum. Televizyonlardan öğrendim. İbrahim Kaypakkaya’yı da bilirim. Yalınayakken, geceleyin gidip çocukları koruyordu Kaypakkaya. Hayatı kitapta var. Fırtınalı Yıllarda.
Benim arkadaşım onun cezaevi arkadaşıydı. O bana anlatmıştı. Deniz Gezmiş mesela. Bak “Kavgamızda adalet yazıyor” öyle diyor, değil mi? “Bin defa da idam etseniz davamdan vazgeçmem” demiş. Hepsinden biraz biliyorum. İşte, burada sempatik bir devrimci olarak görüyorlar beni. Şakacı biri olarak. Severler beni.
Benim mutlu olduğum hiçbir an olmadı. Hep üzgün. Hiç mutlu olmadım. Hiç evlenmedim. Ama âşık oldum. Bence aşk kaynaşmaktır. İnsan çiçeğe de baksa onu görüyor. Onun için şiir de yazdım. Ama o beni terk etti. Tüylü Naciye. Çene altında sekiz tane tüy vardı. Evet sekiz tane. Saydım. Tüylü Naciye diyorlardı. Beni bıraktı, hurdacı biriyle evlendi. Beni terk etti.
El ele tutuşuyorduk, aklıma da yatıyordu, patates yiyorduk, yemek yiyorduk. Arkadaşlardan para bulup takı alıyordum, ona takı alıyordum. Ama artık gitti.
Başkasının yanında. Hurdacıyla artık o. Hurdacı herhalde zengin. Onu tercih etti. Demek ki onun yanında daha mutlu. Ben de ona bir şeyler alıyordum ama... Döner alıyordum ona. Gelip burada masada oturuyorduk, bize öylesine patates veriyorlardı. Çiçek alıyordum. Takı alıyordum, evini doldurmuşum takı ile. Hürrem Sultan gibi olmuştu.
Küçükken filozof ya da bilim adamı olmak istiyordum. Ama filozofluğa uzak değilim ben. Mesela Fenerbahçe sonsuzluğu temsil ediyor. Dünyamız sonsuz boşluk içindedir. Yerküre çekim mekim gibi şeyler biliyorum. Erozyon nedir biliyorum. Çernobil kazasının dünyayı ne kadar etkilediğini biliyorum. Irak Savaşı’nı biliyorum.
Artık yer altındaki hazineler insanlara eşit dağıtılsın isterim. İnsanlar fakir kalmasın. Çünkü fakir insanları rencide ediyorlar, kovuyorlar. Ama insanlara da yazık. Bu insanlara hem yardım etmiyor, hem de sokağa çıkma yasağı olduğunda karnı aç olan insan dışarı çıktı diye üç milyar ceza kesiyorlar.
Biraz araştırsalar... Mesela siz araştırıyorsunuz, ama hükümet araştırmıyor. Bu insanlar ne yiyor ne içiyor... Araştırmayınca, bilmeyince anlamıyorlar da.
Hayalim daha iyi bir yaşama sahip olmak. Evimde yiyecek eksik olmasın. Temiz pak kıyafetlerim olsun. Ezilmeyeyim. Bu durumda beni ancak sosyalizm kurtarabilir. Buna inanıyorum.
Hikaye Anlatıcı: Sinem Taş
Editör: Perçem U. Yıldızbaş
Projeye dair detaylar: https://www.instagram.com/autruitr