Başkanlık seçiminin yapılacağı Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Olağanüstü Genel Kurulu yarın (14 Şubat) başlıyor. TFF’de seçimler genelde olaylı ve heyecanlı geçer, ancak bu defa öyle olmayacak. Zira hem Süper Lig kulüpleri hem de 2. ve 3. Lig ekipleri eşine az rastlanır bir şekilde tek bir isim üzerinde anlaştı: Hasan Doğan.
Birbirlerinin kuyusunu kazmak için fırsat kollayan kulüpler nasıl oldu da adaylığını açıklamamış, ülke futbolunun geleceğine ilişkin vizyonu ve programı bilinmeyen, üstelik de futbol dünyasında yeni ve pek tanınmayan bir isim üzerinde böyle bir uzlaşma sağlayabildi? Bunu anlamak için önce Doğan’ın kim olduğuna bir göz atmak gerek.
Hasan Doğan kimdir?
Daha önce Levent Bıçakçı başkanlığındaki futbol federasyonunda asbaşkanlık görevi yapan Doğan’ın Boks Federasyonu Yönetim Kurulu, Beşiktaş Kongresi ve Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi üyelikleri bulunuyor.
Bir röportajda belirttiği üzere Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın birlikte tatil yapacak derecede yakın arkadaşı. Başbakanla, Erdoğan’a yakın bir işadamı olan ablasının eşi Remzi Gür vasıtasıyla Erdoğan’ın belediye başkanlığı döneminde tanışmışlar.
Erdoğan’ın çocuklarına burs verdiği söylenen Gür, Başbakanın giydiği ceketlerin üreticisi Ramsey’in kurucusu, Doğan da bu şirketin ortağı. Doğan ayrıca Star gazetesinin ve Kanal 24’ün patronu. Kısacası Doğan’ın sportif kimliği iktidara yakın bir işadamı kimliğinin çok daha gerisinde. Üzerindeki büyük uzlaşmayı mümkün kılan da tam olarak bu.
Futbol-siyaset ilişkisi
Doğan her şeyden önce siyasi iktidarın futbola müdahalesini, daha da doğrusu futbolu ele geçirmesini simgeliyor. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti bir süredir Haluk Ulusoy federasyonuyla ihtilaf içerisindeydi. Çıkarılan bir yasayla üniversite mezunu olmayan Ulusoy’un 2004’te yeniden aday olması engellenmiş ve Bıçakçı başkan seçilmişti.
Ne var ki yasa mahkeme tarafından iptal edilince Ulusoy Ocak 2006’daki seçime katılabilmiş ve AKP’nin desteklediği Ayhan Bermek’i geride bırakarak koltuğun sahibi olmuştu. Bunun üzerine gazeteci Ecevit Kılıç bianet’e “seçimi siyasete karşı mafyanın kazandığı” değerlendirmesinde bulunmuştu.
Yarınki seçim bunun rövanşı niteliğinde. Bu kez iktidar kazanacak. Elbette bu, futbolun mafyadan temizleneceği anlamına gelmiyor. Öyle olsaydı bir nebze olsun teselli bulabilirdik.
Daha ziyade, siyasetle mafya arasında suyun başını siyasetin tuttuğu, İspark usulü yeni bir güçler mevzilenmesi beklenmelidir.
Büyükşehir Belediyesi nasıl İspark vasıtasıyla İstanbul’un her köşesini işgal edip park alanlarının rantını ele geçirmiş ve eskiden otopark mafyasına bağlı çalışan değnekçilere resmi üniforma giydirerek onları denetimi altına almışsa, hükümet de benzer bir şekilde futboldaki rantı ele geçirecek ve yalnızca kendine yakın çıkar gruplarının nemalanmasını sağlayacaktır.
Siyasi ve ekonomik rant
Mustafa Sönmez’in vurguladığı gibi futbol Türkiye’de 1980’lerden sonra hızla kapitalistleşti ve dışa açıldı. Tribün, yayın, sponsor, isim hakkı ve borsa gelirlerinin yanı sıra bahis payı gibi gelir kalemlerinden müteşekkil devasa ekonomik rant mafya, işadamları, siyasetçiler ve tarikatları çekmekte gecikmedi. Çeşitli kaynaklara göre bu rantın hacmi yılda 5 milyar doları buluyor.
Öte yandan ciddi bir siyasi rant da söz konusu. Özellikle yerel politikacılar, kamu yöneticileri ve mafya mensupları siyasi amaçları için futbolun eşsiz popülaritesinden faydalanma konusunda asla tereddüt etmemişlerdir.
Bu bağlamda, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın 22 Temmuz seçimleri öncesinde milletvekili adayı olduğu ilin futbol takımı Eskişehirspor’a destek sözü vermesi ve üzerine vazifeymiş gibi ünlü futbolcu Sergen Yalçın’ı bu ekibe transfer etmesi anımsanabilir.
Kulüpler iktidardan ne bekliyor?
Peki, kulüpler siyasetin futbolu ele geçirme planına neden destek oluyor? Bu noktada da çeşitli çıkar hesaplarının devreye girdiği söylenebilir. Vergi borçları, stadyum inşaatları, finansal getiri sağlayacak çeşitli yatırımlar gibi dertleri olan kulüpler iktidara bağımlı.
Örneğin Galatasaray, Toplu Konut İdaresi’yle (TOKİ) işbirliği içinde bir stat inşa ediyor. Fenerbahçe’ye de TOKİ’yle birlikte iş merkezi ve otel yapmak üzere arazi tahsis edildiği, Beşiktaş’a ise Fulya çevresinde imara aykırı biçimde gökdelen yapma izni verildiği söyleniyor.
Futbol ve muhalefet
Buraya kadar pek de iyimser bir tablo çizmediğimin farkındayım. Oysa futbol iktidara olduğu kadar muhalefete de zengin imkanlar sunuyor.
Göçmen ağırlıklı kadrosuyla 1998’de Dünya Şampiyonu olarak ırkçı Jean Marie Le Pen’e cevap veren Fransa milli takımı, İtalyan hükümetine işgalci diye bağıran kızıl bayraklı tribünleriyle Livorno, Solingen katliamı sonra taraftarları “Hepimiz Türk’üz” diye bağıran St. Pauli, işgal altındaki ülkeleri etnik ve dini ayrılıkların pençesinde kıvranırken farklı toplumsal kimliklere mensup oyuncularıyla 2007 Asya Kupası’nı kazanan Irak milli takımı ve başka pek çok örnek bu imkanlar hakkında ipucu verebilir.
Ne yazık ki Türkiye’de muhalif çevreler Portekizli diktatör Salazar’ın “3F”sine (Futbol, Fado, Fiesta) atıfla futbolu iktidara terk ettiler. Halbuki “İktidar her nerede ise direniş de oradadır” şiarından hareketle futbol üzerinden de bir muhalefet örgütlenebilir, örgütlenmelidir. (KM/TK)