Benzerine ancak filmlerde rastlayabileceğimiz bir “hukuk” faciası, Hasan Yağız’ın durumu…
Hasan Yağız 25 Mayıs 2013’te tahliye edildi ama tam yedi yıl gecikmeyle. Aslında geciktirilmiş bir tahliye onunkisi… Ben onun hikayesini dinlediğimde bu tahliyeye sevinmek mi, yoksa üzülmek mi gerekir, karar veremedim.
Bu “gecikme”, basit bir hatanın onca başvuruya rağmen, bir türlü düzeltilmemesinden ileri geliyor. Hata şu: 12 Nisan 1991’de Terörle Mücadele Kanunu’na eklenen; idam hükmü giymiş tutukluların 20 yıl, müebbet hapis cezası almış tutukluların da 15 yıl yattıktan sonra şartsız olarak tahliye edilmelerine dair geçici 4. maddeden faydalandırılmamış. Oysa Yağız’ın yargılanmasına konu olayın tarihi, gözaltına alındığı tarihten de (normal olarak), söz konusu maddenin eklenmesinden de öncedir. İşte bu “hata” yüzünden, Hasan Yağız, tam yedi yıl fazladan hapishanede tutulmuş.
Yağız’la Nusaybin’de karşılaştık; tesadüfen aynı eve misafir olduk.
Biz yan yana oturmuş TV izlerken, Stêrk TV’de geçen “22 yıl tutuklu kalan Hasan Yağız tahliye edildi” alt yazısını okuyordum. Hasan Yağız’ın yanımda oturan kişi olduğundan habersizdim ev sahibi bizi tanıştırana kadar…
Birbirimizi gıyaben tanıyorduk. Yolu hapishaneye düşmüş ve bir süre içerde kalmış siyasi tutukluların birbirlerini tanımamaları nerdeyse imkânsızdır zaten… Şahsen tanışmasalar bile, ortak tanıdıklar vs. üzerinden tanırlar birbirlerini…
Yağız’a saf saf, ilk, “Şimdiye kadar itiraz etmediniz mi?” diye sordum. O daha cevabının ilk cümlesindeyken anladım bu sorunun ne kadar yersiz olduğunu… Çünkü durum açıktı; Yağız’ın söz konusu yasadan faydalanmaması için suç tarihi olarak gözaltına alındığı tarih hesaplanmış…
Korkunç olan şu ki, bu “hata”, ne başvuru yapılan yerel mahkemeler, ne de Yargıtay tarafından da fark edilmemiş ve ancak yedi yıl sonra, İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yapılan başvurusunda haklı bulunmuş ve tahliye edilmiş.
Üstelik Hasan Yağız, İnsan Hakları Derneği’nin ‘tahliye edilmesi gereken hasta tutuklular” listesinde de yer alıyor. Yağız, ağır diyabet ve astım hastası…
“Sağlığın nasıl,” diye sorduğumda “İyiyim,” diyor ama… Ve arkasından hâlâ hapishanede olan ve onunla benzer faciaya maruz kalan arkadaşlarını anlatmaya başlıyor; Erdoğan Dinçer ve Osman Demir…
Yağız, Dinçer ve Demir’in de benzer bir hesaplama “hata”sı yüzünden hâlâ fazladan yatmakta olduklarını anlatıyor. Üstelik Demir, Yağız’la aynı suçlamayla, aynı davada yargılanıyormuş. Ya adını, durumunu bilmediklerimiz?
***
Diğer yandan 400’ü aşkın hasta tutuklu var. Bazıları geçtiğimiz aylarda yaşamını yitirdi. Son on yılda ise 900’ü aşkın hasta tutuklu, hapishanelerde veya tahliye edilmelerinden kısa süreler sonra dışarıda yaşamını yitirdi.
Tüm bunlar yargının, bir bütün devlet kurumlarının insanı bezdiren bir hantallıkla çalışmasından ileri geliyor. “Bugün git, yarın gel” yaklaşımı maalesef, hâlâ sergileniyor. Çok basit bir işlem, aylar, yıllar alabiliyor ve bu yüzden yaşatılan mağduriyetlerin telafisi mümkün olmuyor.
Örneğin yıllardır dışarıda tedavi edilmesi için kampanyalar yürütülen Abdulsamet Çelik isimli hasta tutuklu, ancak bugün, Adli Tıp Kurumu’nun ceza infazının durdurulması gerekir, demesinden sonra tahliye edildi.
İnsan düşünmeden edemiyor: Ya Güler Zere için, Nurettin Soysal için geç olduğu gibi, Çelik için de geç olursa? O zaman Çelik’in katili kim, diyeceğiz? Kimi suçlayacağız?
Hasan Yağız’ın fazladan yattığı yedi yılın bedeli ona nasıl ödenebilir?