Çoğu okuyucunun Fatmagül'ün Suçu Ne? dizisini ve hakkındaki tartışmaları takip ettiğini varsayarak meseleye doğrudan gireceğim. Baştan beri seyirciyi diziye çeken ana nedenin Fatmagül ile Kerim arasında doğacak aşk, ha oldu ha olacak duygusal ve fiziksel yakınlaşma olduğunu söylemek sanıyorum ki çok şaşırtıcı ya da yanlış olmaz.
Sezon finaline yaklaştıkça artan 'zaman doldurma' hilelerine rağmen seyirciyi azim ve sadakatle ekran karşısına geçiren de bu ihtimale duyulan inanç ve arzu tahminimce. Fakat bu inanç ve arzu aynı zamanda elzem bazı soru(n)ları da kanımca hasır altı ediyor. Son birkaç bölümdür hikayenin kurgulanışı da bir yandan bu unutuşa çanak tutuyor.
Yapılan bazı liberal ya da ortodoks olarak tanımlayabileceğim, pek de hemfikir olmadığım feminist eleştirileri dikkate alarak ve onlara rağmen diziyi başından beri izledim. Bu gayretimin ardında öncelikle kayıp, yas tutma, geçmişle hesaplaşma, suçunu kabullenme, sorumluluk üstlenme, affetme gibi bugünün Türkiye konjonktüründe özellikle anlamlı saydığım süreçlerin ele alınması vardı. Fakat yavaş yavaş ve bilhassa 31. bölümden sonra bu süreçler egemen bir eril pozisyon tarafından kanımca iç edildi.
İnternetteki yorumlarından anladığım kadarıyla izleyiciler için de bu süreçlerin anlam ve önemi artık epey talileşmiş vaziyette. Konuşulanlar toplu tecavüze uğramış Fatmagül'ün geleceğini, geçmişini hatırlayarak, yaralanmış ama yine de toptan hayata küskün, kindar, içine dönük bir kadın olmamaya da çalışarak, nasıl tahayyül edeceğine değil de ne zaman pes edip Kerim'in aşkına açık bir karşılık vereceğine odaklanıyor.
Fatmagül'ün bu çok zor ve zahmetli süreci nasıl Kerimle (bir yakını, arkadaşı, sevgilisi, eşi, vs. olarak) ya da Kerimsiz müzakere edeceğine kafa yormak yerine merakla karışık bir sabırsızlıkla ikilinin düğün hazırlıklarından dem vuruyor.
Peki ama Kerim'in özellikle 3-4 bölümdür kaygısızca açığa vurduğu kıskançlık nöbetlerini nasıl oluyor da aşkının hakiki göstergeleri olarak heyecanla savunabiliyoruz? Son son iyice ayyuka çıkan hoyratlığına nasıl rıza gösteriyor; bu hoyratlığı evcilleştiriyor; artık büsbütün yavanlaşmış romantik af dileme sekanslarına nasıl kolayca ulayarak ihtiraslı ama yine de sözümona duyarlı erkeklik halleri olarak takdir edebiliyoruz?
10 bölüm kadar önce yengesine öfkesinden yerinde duramayan Fatmagül'e "anlamadan dinlemeden ortalığı ateşe verme" diye akıl veren Kerim'in sağduyusunu hayranlıkla karşılarken, aynı Kerim'in 37. bölümde tam da anlamadan dinlemeden ortalığı tozu dumana katmasını, pervasızca Fatmagül'den hesap sormasını hangi şartlar altında seven erkeğin mazur görülesi çıkışları olarak kabullenip onaylıyoruz?
Kerim'in koruyucu ve kollayıcı tavrının Fatmagül üzerinde gitgide boğucu bir mülkiyet iddiasına da dönüştüğünü neden bir türlü gör(e)müyoruz?
Başta da belirttiğim gibi bu durum Kerim ve Fatmagül aşkına dair arzumuzun şiddetiyle yakından ilgili. Bu şiddet arttıkça belli bir darlığın ve sabitliğin bakışımıza sirayet riski de artıyor. Yani diziye bodoslama, ille de Kerim ve Fatmagül aşkının gerçekleşeceği inanç ve arzusuyla yaklaştığımız sürece bu ilişkideki önemli detayları ve sorunları fark etmemiz de zorlaşıyor.
Arzunun bir olaya bakışımıza içkin olduğunu, dolayısıyla da arzusuz bir bakış olamayacağını kabul edersek, bakışımıza esneklik kazandırmanın imkanı da arzumuzla ilişkimizde bir kaydırma yapmaktan, onunla aramıza bir tür mesafe koymaktan geçiyor.
"Eril bir mantıkla mutabık"
Bunu yapabildiğimizde "farklı" bir erkek olduğuna inanmaya teşne olduğumuz Kerim'in anlayışlı, vefalı, himayeci tavrının önceki bakış açımızdan göremediğimiz karanlık taraflarını da görmeye başlayabiliriz. Bu tavrın, ideal erkekliği kadın bedeninin ve ahlakının bekçiliğiyle özdeşleştiren, mülkiyetçi, hükmedici, eril bir mantıkla mutabık olduğu anları yakalayabiliriz.
Bu bağlamda özellikle 37. bölümü bir hatırlayalım. İzleyiciler arasında daha çok içerdiği fiziksel temaslar, romantik bakışmalar dolayısıyla heyecan yaratan bu bölümde üst üste, hem de Kerim tarafından, Fatmagül'ün susturulmasını, özneliğinin elinden alınmasını, savuşturulmasını da görmedik mi?
Örneğin önce savcılıkta, Kerim'in olaya işbilir erkek edalarında el koymasıyla, sonra telefonda Fatmagül'ün avukatıyla konuşma hakkını gasp etmesiyle. Şimdiye kadar Fatmagül'ü destekleyen diğer erkekler de (Rahmi, Avukat Kadir) de kah "orospuluk"la yalancılığı eşleyerek, kah "adam olma"yı kadının "iffet"ine sahip çıkmakla eşitleyerek mülkiyetçi eril mantığa bağlılıklarını açığa vurdular; bu noktada Kerimle ağız birliği ettiler.
Yine aynı bölümde Fatmagül'e "ben senin ne istediğini bilmiyorum" diye hayıflanışıyla izleyicilerde merhamet uyandırdı Kerim. Ama bölümün geri kalan kısmında Fatmagül'ün defalarca ne istediğini açıkça söylemesine rağmen Kerim'in onu duy(a)mayışındaki inadı izleyicinin arzusunun kadrajına pek girmedi.
Bana kalırsa Kerim'in bu inadına ve zaman zaman iyice zıvanadan çıkmasına neden olan varolan hakim bir erkeklik anlayışına / fantazisine olan duygusal yatırımı. Kerim'i tahrik eden de, özneselliğini harekete geçiren de idealleştirdirdiği (toplumsal olarak da idealleştirilen) ve kimliğini üzerine kurduğu bu fantazmatik erkek tanımı: Herşeye kadir, sahiplenici, gerektiğinde "kadınını" korumak için kendini bile feda etmeye hazır, cesur, adı gibi kerim ve kahraman...
Çok yönden sorunlu olduğu kadar kendi içinde gerçekleşmesi imkansız ve hüsrana mahkum, sürdürülebilirliği ancak başkalarının ve hatta Fatmagül'ün günah keçisi olarak addedilmesine bağlı olan bu fantazi temelinden sorgulanmadıkça, bir biçimde dibinden kaydırılmadıkça da belli ki Kerim ortalığı (ve Fatmagül'ü) kırıp geçirip, halihazırda dahi iyice cılkı çıkmış, içi boşalmış özür dileme törenlerine devam edecek.
Peki izleyiciler olarak bizler bu fantaziyi yaşatabilmenin bedellerini mesele etmeden, kaygısız bir keyifle diziyi izlemeye ve böyle bir keyfe imkan sağlayan mevcut arzu ekonomisi içinde dönüp durmaya yeni sezonda da devam edecek miyiz?
- Evren Özselçuk, York Univ. İletişim ve Kültürel Çalışmalar, Doktora Adayı