İki aylık Malik gözlerini açar ve dünyaya ilişkin ilk gördüğü annesinin doğumdan birkaç hafta sonra sığındığı bir umutsuz kadınlar topluluğu olur. Buradaki tüm kadınlar şiddet mağdurudur ve yanlarına çocukları dışında bir şey almadan evlerini terketmişlerdir.
"Tilila", Berberi dilinde özgürlük demek. Dernek, Mayıs 2006'da Kadın Hakları İçin Demokratik Topluluk (LDDF) tarafından, bir kısmı ölüm tehdidiyle karşı karşıya olan, yardıma muhtaç kadınlara barınak sağlamak amacıyla kuruldu. Bu sığınak, LDDF'nin başta INJAD hukuki destek ağı ve Faslı Kadınlar Bilgi ve Gözlem Merkezi (CIOFEM) olmak üzere diğer çalışma alanlarında yaşadığı eksikler karşısında bir alternatif olarak kurgulandı. Bu merkezlerin gerçekleştirdiği anketlerin sonuçları LDDF'nin yasal iddialarına dayanak oluşturuyor.
Güvenlik nedeniyle adresi gizli tutulan bu sığınak 20 kadına ev sahipliği yapabiliyor ve yedi çalışanı var. Burası kadınları çocuklarıyla kabul eden nadir yerlerden biri.
Kadınlar buraya INJAD ağı veya diğer derneklerce gönderiliyor. Müdür Jamila "Ne yapılabileceğini görmek ve boş umutlar vermemek için ilk seçmeyi yapıyorlar. Bekar kadınları, madde bağımlılarını ve seks işçilerini kabul etmiyoruz" diyor.
Fas'ın her bölgesinden 20 ile 24 yaş arasındaki bu kadınlar zor koşullardan kaçan kimseler. Bazıları hizmetçi ya da fabrika işçisi olarak çalışmış ve çoğu okuma-yazma bilmiyor. Büyük bir bölümü genç yaşta (bazıları daha 16'sında) evlenmiş bu kadınların hepsi çeşitli şiddet ve aşağılama biçimlerine maruz kalmışlar:
Dayak, yaralanma, cinsel, psikolojik ya da ekonomik şiddet (örneğin maaşlarına el konmuş yahut ev giderleri için katkı almamışlar).
Çoğu durumda şiddetin faili koca, nadiren ise baba veya erkek kardeşler. Bazıları birkaç defa hastanelik olmuşlar, depresyon nedeniyle psikiyatriye yatırılanlar mevcut. Uzun yıllar şiddet görmelerine karşın ancak hayatlarının tehlikeye girdiğini düşündüklerinde evi terketmeye karar vermişler. Çoğu, evi birkaç defa terketmesine karşın başka bir çözüm bulamadığı icin geri dönmüş. Psikolog Kenza "Tüm çocuklarını yanlarına alamadıkları zaman endişeleniyor ve genelde geri dönüyorlar" diyor. Dahası bir şeylerin değişebileceğine olan umutlarını asla kaybetmiyorlar.
Tilila'ya vardıklarında parçalanmış oluyorlar. Baskı altında olmadan düşünmeye ve hayatlarıyla ilgili ne yapacaklarını anlamaya ihtiyaç duyuyorlar. Hepsinden önemlisi, kendilerini yenilemeye ve özgüvenlerini geri kazanmaya gereksinim duyuyorlar. Bu yüzden psikolojik destek bu kuruluşun en önemli yanı. Kenza onları haftada iki kere bire bir görüyor:
"Başlangıçta özgür kaldıkları için heyecanlanıyorlar, içlerini döküyorlar. Ardından ızdırap ve suçluluk duygusu geliyor." Altın kural onları etkilememek. "Onlara ne boşanmaları ne de aksi yönde bir baskı asla yapmıyorum. Sadece şiddetin yasal ve normal olmadığını, bunu kabul etmek zorunda olmadıklarını, boşanmanın da bir seçenek olduğunu hatırlatıyorum."
Kenza kadınları birbirleriyle konuşmaları için cesaretlendiriyor, böylece durumlarını açık kelimelerle ortaya koyuyorlar ve neden bu kadar uzun zaman beklediklerini anlamaya çalışıyorlar.
Tilila'da iki ay kadar kalıyorlar ama daha sonra geri de gelebiliyorlar. Genellikle birkaç kez geri geldikten sonra bir karara varıyorlar. Boşanmak ya da darbe ve yaralanmalar nedeniyle tazminat almak isteyenlere yasal destek sağlanıyor.
Tilila'daki kalışları esnasında katı bir disipline uymaları gerekiyor. "Tüm topluluğun güvenliği söz konusu" diyor Jamila. Kenza ise "Yalnız zaman geçirmeye ihtiyaç duydukları için toplu yaşamanın sıkıntılarını çekiyorlar. Dahası, yaşadıklarını birbirlerine üstü kapalı biçimde anlatırken maruz kaldıkları şiddeti yineliyorlar" diye konuşuyor. Ayrıca şok içindeki çocuklarına da şiddet uyguluyorlar.
Toplulukla entegre olmakta sorun yaşadıklarında yahut kendilerine zarar verme eğilimine girdiklerinde çocukları da izleyen Kenza "Çocuklar şiddet gördükleri bu ortamdan ayrılmaktan mutlular, fakat kaçmaktan suçluluk duyuyorlar" diyor.
Sabahları ve öğleden sonraları kadınlar küçük el işleri (dikiş, nakış, örgü gibi), boyama ve aşçılık kurslarına katılıyor. Okuma ve yazma dersleriyle sağlık, eğitim ve hukuk kursları da veriliyor. "Fakat," diyor Kenza "Daha acil konulara dair endişe taşıdıkları için bu kurslara konsantre olamıyorlar."
Çocuk doktoru Aicha'ya göre yemek vakitleri çocuklarla bağları kuvvetlendirmek için iyi bir fırsat; zira "Bazı anneler yemek saatleri dışında çocuklarını çalışanlara emanet ediyor." Aicha, sabah ve akşamları küçük çocuklara renkleri ve boyamayı, daha büyüklere (5-6 yaş) ise okuma-yazma öğretiyor.
Grup halindeyken kadınlar daha girişken ve istekli; fakat tek başlarınayken acılarını anımsıyor ve gelecek kaygısı duyuyorlar. Sahiden de şehir değiştirirken iş ve ev bulmak, çocuklara bakmak ve onları okula göndermek zor. Hele ki eğitimsizseniz, kimlik kartınız yoksa ve kendinize güveninizi kaybetmişseniz… Bu şiddete veya seks işçiliğine dönüş için açık bir kapı. Jamila, merkezin kadınlara iş bulmada yardımcı olduğunu anlatıyor:
"Sadece ekonomik bağımsızlık yeniden kazandıkları özgüven ve özgürlüklerini sürekli kılabilir."
Şiddet üreten bir toplum
Bu özgürlüğü elde etmek daha da zor; çünkü toplumun kendisi şiddet üretiyor. Tilila'nın misafirleri tüm acılardan sonra fiziksel şiddet kısırdöngüsünü kırabilseler dahi, kültürel ve yapısal şiddete maruz kalmaya devam ediyorlar.
Yine de, kadınlara yönelik şiddete karşı Kasım 1998'de yürütülen ilk ulusal kampanyadan bu yana bu konuda bazı adımlar atıldı:
TV reklamları, posterler, şiddet türleri ve sonuçlarına dair farkındalık yaratmayı amaçlayan programlar, konuya kurumsal bir görünürlük kazandırmayı hedefleyen istatistiksel çalışmalar, aile içi şiddetin mağdurları için 2002'de kurulan özel birimler, Kazablanka'daki İbn-i Sina ve İbn-i Rüşd hastanelerinde gerçekleştirilen inceleme kayıtları, Ulusal Güvenlik Genel Müdürlüğü (DGSN) tarafından aile içi şiddete karşı oluşturulan özel bir kurum… Meselenin üzerine artık daha açık bir şekilde gidiliyor.
Kenza, Tilila'daki kadınların çoğunun farkındalık kampanyasını hatırladığına dikkat çekiyor: "Hepsi ücretsiz telefon hizmetini ezbere biliyor."
Jamila ise şu gerçeğin altını çiziyor:
"Toplumumuz şiddeti yüceltiyor ve eşleri dövmenin normal olduğu yaygın bir inanış. Anneler, kaynanalar ve baldızlar toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretilmesine katkıda bulunuyor."
Kenza da fakir çiftlerin erkeğin ailesinin evinde yaşadığı durumlarda ailelerin şiddete göz yumduğunu hatta katıldığını vurguluyor. Aile içi veya cinsel şiddetin özel alana ait bir mesele olduğu kanaati hâlâ çok yaygın. Keza kadınların evin çekip çevrilmesinden sorumlu olduğu inancı da öyle. Jamila, "Bir yılda, üç örnek dışında, tüm aileler kadınları kocalarına dönmeye zorladı" diyor.
Yapısal bir bakış açısından, şiddeti ekonomik durum içeriyor ve üretiyor. Kenza'ya gore "Şiddet uygulayan tüm kocalar ya madde bağımlısı ya alkolik, ya işsiz ya da düzensiz çalışıyor." Bu bağı ortaya koyan tüm çalışmalara karşın şiddetin istisnai ve tesadüfi olduğu düşüncesi hâlâ varlığını koruyor. Öte yandan Jamila, "Bu konuyu konuşmamız fakir mahallelerdeki genç erkekler üzerinde olumsuz bir etki yapıyor: Sadece kadınların sorunlarının tartışıldığını kendilerininkilerin ise gözardı edildiğini düşünüyorlar" diyor.
Bu ise erkeklerdeki krizi derinleştirerek sadece şiddetin artmasına yol açıyor. Ayrıca uydu hatları ve pornografiye bağlantı olanakları cinsel şiddet üzerinde kayda değer bir etki yaratıyor.
Uygun olmayan bir yasal sistem
Kadınlar bazı kanunların kendilerine karşı şiddet ürettiği kanısında. 2004'te Mudawana Yasası'nın kabul edilmesinden sonra, çelişkiler ve eksiklerle dolu hukuki sistem bu yasayla uyumlu hale getirilmedi. Feminist dernekler bu duruma karşı mücadele ediyorlar. Ceza Kanunu'nun 475. maddesi, küçük yaşta bekar bir kız çocuğunu alıkoyan birine, bu çocukla evlendiği takdirde yasal kovuşturma öngörmüyor.
Kenza'ya gore bu bir felaket: "Tecavüzlerin üstünü örtmek için yapılan evliliklerde, tecavüzcü mağdurdan evliliğin intikamını alıyor." Ceza Kanunu, koca tecavüzü kavramını dikkate almıyor; zira evli kadının bedeninin kocasına ait olduğu varsayılıyor. Çok eşliliğin sürdürülmesi de bir şiddet kaynağı. Habiba kocasının ikinci bir eş almasına itiraz ettiği için dayak yemiş. Şiddet uygulayan kocalara karşı bir yaptırım yok.
Tilila gibi barınakların varlığı güvence altında değil. "Barınağı koruyan bir yasa yok. Ceza Kanunu hâlâ kocasının evinden kaçan kadınları saklayanların cezalandırılmasını öngörüyor" diye hatırlatıyor Jamila. Madde 496, "Yasal olarak bağlı olduğu otoriteden kaçan evli bir kadını ağırlayan" kimselere para cezasının yanı sıra iki ile beş yıl arasında hapis cezası verilmesini emrediyor. Madde, kadınları evlerini terketmeye zorlayan nedenleri dikkate almıyor.
Jamila, bu şartlarda bir sığınak açmanın kolay iş olmadığına vurgu yapıyor: "Sığınak kavramı gizlilik ima eder. Ancak zamanla sığınak ifşa oluyor. İnsanlar içeride ne olduğunu merak etmeye başlıyor. Mahalleliyle ilişkiler de çetrefilli bir mesele." Dolayısıyla Tilila sadece otoritelerin desteğiyle ayakta durabiliyor, tabii sağlam olmayan bir dengede.
Tilila bir apartman satın alarak daha sağlam bir konum elde etmek için finansal bir kampanya yürütüyor. Ne var ki mevcut koşulların zorluğu dikkate alındığında devletin sorumluluklarını yerine getirmesi şart.
Rakamlarla Şiddet
CIOFEM'in 2000 ile 2003 arasında yürüttüğü çalışmadan elde edilen sonuçlar:
Şiddetin Failleri
LDDF merkezinden 2007'de faydalanan bin 218 kadın üzerinde yapılan araştırmanın sonuçları:
Kurbanla ilişki: Saldırıların yüzde 96,41'i kocalar (yüzde 80,06) ile erkek arkadaş ya da eski kocalar (yüzde 11,42) tarafından gerçekleştirilmiş.
Yaş: Yüzde 50'den fazlası 30 ile 49 yaş arasında.
Eğitim düzeyi: Yüzde 50'den fazlası okuryazar değil ve yüzde 5.6'sı üniversite mezunu.
Şiddetin Mağdurları
LDDF merkezinden 2007'de faydalanan bin 218 kadın üzerinde yapılan araştırmanın sonuçları:
Yaş: Yüzde 88,8'i 18 ile 49 yaş arasında (Yüzde 34,43'ü 28 ile 38 arasında).
Ekonomik durum: Yüzde 57,38'i ev hanımı, yüzde 13,2'si işsiz; yüzde 9,61'i kayıt dışı çalışıyor; yüzde 90,83'ü kırılgan bir durumda.
Medeni hal: Yüzde 60'ı evli.
Çocuk sayısı: Yüzde 53,08'i iki, yüzde 26,11'i üçten fazla çocuk sahibi. Yüzde 20,37'sinin ise çocuğu yok.
Eğitim düzeyi: Yüzde 37,16'sı okuryazar değil ve hiç okula gitmemiş. Yüzde 31,7'si ilkokul mezunu (dolayısıyla neredeyse yüzde 68,23'ü eğitimsiz); yüzde 3,73'ü üniversite mezunu.
Yaşam alanı: Yüzde 26,8'i gecekondularda yaşıyor.
Fas'taki genel durum üzerine veriler
2007-2008 PNUD raporundan elde edilen veriler:
Kentsel Nüfus: 2005 itibarıyla yüzde 58,7.
30 Yaş Altı Nüfus: Yüzde 30,3 (2005)
Doğurganlık Oranı: Yüzde 2,5 (2000-2005)
İşsizlik Oranı: Yüzde 11 (1995-2005). 1995'te, nüfusun yüzde 47'si kayıt dışı çalışıyordu.
Okuryazarlık Oranı: Erkek ve kadınlarda yüzde 34,3 (1995-2005); kadınlarda yüzde 60,4. Bu oranın kırsal kesimlerde yüzde 90'a ulaştığı bildiriliyor. (KS/KM/GG)
* Bu makaleyi İngilizce orjinalinden Kerem Morgül Türkçeleştirdi.