Norveç'in başkenti Oslo'da FARC ile Kolombiya Devleti arasındaki müzakereler halen devam ederken zaman zaman süreçte aksamalar ve tıkanıklar meydana geliyor.
Yaklaşık 50 yıldır süregelen ve çok ciddi insani ve maddi kayba sebep olan böylesine büyük çaplı bir çatışmanın müzakere sürecinin de zorlu olması elbette ki gayet normal ve öngörülen bir durum. Kolombiya'daki şu anki tabloyu daha iyi analiz edebilmek için FARC - devlet çatışmasının tarihsel gelişimini ve müzakerelere uzanan yolu açıklamaya çalıştık.
47 yıl önce kuruldu
FARC (Fuerzas Armadas Revolucionarias de Colombia - Kolombiya Devrimci Silahlı Kuvvetleri) resmen 1966'nın ilkbaharında, yaklaşık 350 kişilik bir grup tarafından ve İkinci Güney Gerilla Bloğu Konferansı (II Conferencia del Bloque Guerrillero del Sur) doğrultusunda kuruldu.
Grubun en önemli ideologlarından birisi olan Jacobo Arenas'ın da daha sonradan ifade ettiği üzere, gerilla birliklerinin örgütlenmesinde 1950'lerde başlayan, Liberal ve Muhafazakâr Parti olmak üzere ikili bir blok arasındaki siyasi çatışmasının zamanla yüzbinlerce insanın hayatını kaybetmesine kadar tırmanan toplumsal ve ekonomik sonuçlar doğuracak olan Şiddet Dönemi'ne (La Violencia) karşı Tolima Bölgesi'ndeki küçük bir bölgedeki bir grup komünist köylünün ayaklanarak başlattığı 27 Mayıs 1964'teki Marquetalia silahlı direnişi bir başlangıç noktası oldu.
Hiç şüphe yok ki o günden bugüne süregelen yaklaşık 50 yıllık tarihi boyunca FARC gerillaları ve Kolombiya Devleti arasındaki çatışma sayısız gelgitlere uğrayarak ve çeşitli dönemlerde şiddeti artarak ya da azalarak devam etti.
Marquetalia'dan Caguán Süreci fiyaskosuna
1980'lerin başına kadar Komünist Parti'nin Kolombiya iç siyasetteki derin etkileri ve nüfuzu FARC'ın rakamsal olarak büyümesinde ciddi anlamda sıkıntılara yol açtı. Kuruluşunun üzerinden 15 yıl geçtiğinde militan sayısı bin civarındaydı ve saldırı gücü çok düşük bir seviyede seyrediyordu.
Buna karşın 1982'de düzenlenen VII. Gerilla Konferansı (VII. Conferencia Guerrillera) ile birlikte örgütün Devlet karşısındaki direncini kuvvetlendiren önemli değişiklikler meydana geldi.
Örgütün kendisini "Halk Ordusu" (Ejército del Pueblo) olarak isimlendirmesi çok önemli bir değişikliğe işaret ederken bunun yanı sıra on yıldan daha az bir süre içinde güçlü ve yeniden yapılandırılmış askeri bir kampanya geliştirmesi ve gerilla savaşının geleneksel yöntemi olan vur-kaç taktiklerini bir kenara bırakarak doğrudan taarruz harekatlarına başlaması ve bu şekilde zaman zaman Kolombiya askeri birliklerini dağıtacak düzeyde bir güce kavuşması iktidarın önemli ölçüde sarsması bakımından anlamlıydı.
FARC gerillalarının bu genişleme ve güçlenme süreci Belisario Betancur hükümetinin (1982-1986) çatışmanın sona erdirilmesi çabaları için başlatmış olduğu ilk girişimlerle aynı döneme denk gelmesi bakımından önemlidir.
Daha sonradan César Gaviria (1990-1994) yönetimi döneminde de görüleceği gibi bu çabalar aslında gerillanın şöhretinin o zamana kadar görülmüş en yüksek düzeye ulaşması ve ideolojik, ekonomik ve askeri anlamda örgütün "toplumsal iktidar kaynaklarını" güçlendirmesine yaradı.
Öyle ki FARC'ın neredeyse 50'ye yakını sürekli aktif vaziyette olan çatışma cephelerinde yer alan militanlarının toplamı yalnızca sekiz yıllık bir zaman dilimi içersinde üç misli artarak 5 bini aşar duruma geldi.
FARC'ın bu güçlenme dönemi devlet otoritesinin tam anlamıyla bitap düştüğü; devletin kendi ulusal sınırları içinde bölgesel hakimiyetten yoksun kalmış ve -çok daha endişe verici şekilde- silahlanma tekelini yitirmiş olduğu bir döneme denk geliyordu.
Bu konjonktür öyle bir korku havası yaratmıştı ki 1990'ların ortalarına doğru artık gerillanın devlet kontrolünü dahi ele geçirebilme söylentileri yayılmaya başlamıştı.
Bu genel istikrarsızlık durumu karşısında, artık FARC gerillalarının 15 bin militanı bulduğu bir dönemde, 1998'de Andrés Pastrana 30 yıllık silahlı çatışma dönemini barışçıl politikalarla çözüme kavuşturma vaadiyle seçimleri kazandı.
Genellikle "el Caguán" olarak bilinen bu barış süreci Pastrana'nın devlet başkanı olarak görevi devraldığı 7 Ocak 1999'dan başlayarak toplam 1139 gün boyunca devam etti ve Senatör Gechem Turbay'ın 20 Şubat 2002'de kaçırılması olayıyla kesin olarak son buldu.
Bu tarih aynı zamanda Kolombiya'da barışın sağlanmasına dair uğraşların da kesin olarak fiyaskoyla sonuçlanması anlamına geliyordu. Öte yandan barış sürecindeki bu başarısızlık FARC'ın 3 bin yeni militanı eğiterek ağ genişletme stratejisini sağlama alması ve saldırılara başlaması anlamına da geliyordu.
70 cephede yaklaşık 18 bin gerillaya ulaşan örgüt ülkenin kırsal kesimlerinde yaşayan nüfusun yarısına yakın bir kısmı üzerinde hakimiyet sağlamıştı. Örgütün Kolombiya'daki siyasi iktidarı yıkmaya yönelik gerek kırsal alanlarda gerekse şehirlerde yürüttüğü askeri faaliyetler artık ciddi anlamda başkent Bogotá'nın da düşmesi tehlikesine işaret ediyordu.
FARC için karanlık yıllar
Pastrana Yönetimi'nin başarısızlıkla sonuçlanan barış girişiminin ardından FARC'ın askeri faaliyetlerine bu şaşalı dönüşü aslında kısa ömürlü bir dönem olarak değerlendirilmelidir, çünkü aslında sonuçları itibariyle bu eylemler gerillanın güç ve itibar kaybetmesine sebep olan birçok tetikleyici faktörü de beraberinde getirdi.
2002'de Álvaro Uribe Vélez'in devlet yönetiminin başına gelmesi bir anlamda kendinden önceki yönetimin uygulamak istediği stratejiye zıt yeni bir yol için çatışma ve savaş ortamından bıkmış olan Kolombiya toplumunun verdiği bir güvenoyu şeklinde okunabilir.
Çünkü Uribe'yle birlikte, barışçıl yöntemlerin hüsranla son bulmuş olması artık önceliği işin güvenlik boyutuna veren yeni alternatiflerin hayata geçirilmesinde kendini göstermeye başlayacaktı.
Devletin o vakte kadar Kolombiya halkının zihninde yer etmiş olan zayıf meşruiyet konumu döneminde "Demokratik Güvenlik Politikası (Política de Seguridad Democrática)" gibi ulusal bir güvenlik doktrini senaryosunun hazırlanması siyasi konjoktür için tam anlamıyla vakitli öten horozdu.
Güvenlik ve savunma alanında yapılan devasa harcamalar, kamu güvenliği kapsamında görülen nicel ve nitel anlamdaki inanılmaz büyüme, iç çatışma durumunun uluslararası toplum içersinde yeni stratejik yakınlaşmalar arandığı bir dönemdeki dış yansımaları, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Kolombiya arasındaki "Kolombiya Planı (Plan Colombia)" paktının özellikle 11 Eylül sonrasında değişen jeopolitik düzenin bir sonucu olarak çok daha savaşçı bir zeminde yeniden tanımlandırılması ve saldırı eylemlerindeki dikkate değer artış (hem yasal zemine oturtulmuş öznelerin hem de yasadışı kontrgerilla gruplarının varlığı) artık çatışmanın seyrini çok önemli dinamiklerin dahil olduğu yeni bir harita üzerine taşıyacaktı.
Herkesin herkese karşı olduğu bu yeni savaş senaryosu altında önemli ölçüde can kayıplarının yaşandığı; insan kaçırma, zorbalık, toprakların yağmalanması, zorunlu göç politikaları ve bu yeni aktörlerin sebep olduğu İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ne aykırı insan hakları ihlalleri arasında devlet nihayet topraklarının önemli bir kısmında hâkimiyeti yeniden sağlamıştı.
Elbette ki bu durum gerilla grupları için önemli stratejik kazanımların yitirilmesi, şehir yapılanmalarının ortadan kaybolması ve tarihsel olarak son derece güçlü olduğu birçok bölgeden dışarı püskürtülmesi anlamına geliyordu.
Çatışmanın aldığı bu yeni hâl ve ortaya çıkan bu yeni haritada FARC da kendisini yeniden konumlandırma yolunu seçti. Meta, Casanare, Tolima ve Huila gibi geleneksel olarak derin şekilde konuşlandığı bölgelerin yanı sıra özellikle Arauca, Chocó, Nariño ya da Putumayo gibi dağlık ve devletin kurumsal yapısının kendisini hissettirmekte güçlük çektiği yeni cephelerde Kolombiya Silahlı Kuvvetleri'nin stratejik saldırılarını gerçekleştirmekte sıkıntı yaşayacağı yeni bir "pozisyonel savaş" süreci başlatıldı.
Ayrıca artık bir dönem güçlü bir şekilde kendini hissettiren saldırı stratejisi de gerilemiş; düşmanın imhası ve iktidarı ele geçirme ihtimalleri imkansız hale gelmişti. FARC bundan sonra artık doğrudan bir silahlı cephe açabilecek durumda değildi; bundan sonra izlenecek strateji yine 20 yıl öncesine, yani daha ilkel gerilla savaşı formuna, geleneksel vur-kaç taktiğine geri dönmek olacaktı.
Bu mevcut durumda yaşananları göz önünde bulundurarak Kolombiya'daki iç çatışmanın son derece sancılı bir döneme girdiğini söylemenin doğru bir saptama olduğu kanısındayız.
Bir yandan devletin stratejik ve önemli sayılabilecek askeri başarıları her seferinde daha da güçleşirken aynı zamanda FARC'ın da artık bu mevcut durum içinde devletin üstesinde gelebileceğine dair inancı gerçek dışı bir hâl almıştı.
Elimizdeki mevcut rakamlar da aslında bu yöndeki saptalarımızı destekler nitelikte; son on yıllık zaman dilimi içinde gerilla, bazılarında daha önceden oldukça güçlü ve aktif olduğu 15 departmandan tamamıyla silindi ve ülke toplamında mevcut olan 1100 belediyedeki aktif siyâsal varlığı 250 civarına kadar geriledi.
Bunun yanı sıra daha önce açılmış olan en önemli cephelerden 30'u ortadan kayboldu ve Secretariado'nun (FARC'ın Merkez Genel Kurul toplantılarını yürüten en yüksek otorite) önemli bir kısmı Kolombiya silahlı kuvvetlerinin etkili operasyonlarının bir sonucu olarak etkisiz hale getirildi.
Doğal sebeplerle ölen Manuel Marulanda Vélez ve Efraín Guzmán istisnaları dışında örgütün Raúl Reyes, Mono Jojoy ve Alfonso Cano gibi diğer önde gelen çok önemli isimleri çatışma ve bombardımanlar sonucunda hayatlarını vereceklerdi.
Aynı şekilde 2002-2012 arasında 17 binden fazla örgüt militanı seferberlikten vazgeçti. Örgüt her ne kadar çok büyük bir askeri eğitim ve yeniden yapılanma kapasitesine sahip olsa da 30 bin civarında militanı ya çatışma zaiyatı olarak ya da operasyonlarda ele geçirilerek etkisiz hale getirildi ve FARC'ın halihazırdaki silahlı militan sayısı 8 bin civarına kadar geriledi.
Yine aynı şekilde, her ne kadar "Yeniden Doğuş Planı (Plan Renacer)" gibi stratejilerle gücünü toparlamaya çalışsa da FARC'ın askeri kapasitesinin hiçbir zaman Caguán öncesi zamanlardakine benzer olmayacağı artık çok açıktı.
2002'de gerillanın başrolde olduğu yıllık yaklaşık 1100 insan hakları ihlali yaşanıyordu. Son 10 yıllık zaman dilimi içerisinde bu rakam yaklaşık yıllık 100 civarına düştü.
2002'de kayıtlara geçmiş toplam 826 silahlı şiddet eylemine karşın sekiz sene sonra yalnızca 98 benzer faaliyet kayıtlara geçti. Elbette ki bu rakamların yanı sıra Kolombiya'daki Devlet - FARC savaşı ortamında kimi zaman doğrudan devlet tarafından kurulan, kimi zamansa devlet dışı oyunculaca örgütlenen ve sayısız yasadışı şiddet eylemine bulaşan kontr-gerilla gruplarının işlediği suç ve kıyımların da ayrıca değerlendirilmesi gerekir.
Bunların içinde en önemlisi 1986'da FARC gerillalarının siyasi hayata entegrasyonu amacıyla kurulan Yurtsever Birlik Partisi'nin [Unión Patriótica] devlet başkanı adayları Jaime Pardo Leal ve Bernardo Jaramillo Ossa da dahil olmak üzere 3 bin 500 üyesinin katledilmesidir.
Bu yeni iç ve dış siyasi dinamiklerin etki ve sonuçlarını ve karşılıklı çatışma durumuna ilişkin verileri de göz önünde bulundurduğumuzda Kolombiya'daki mevcut tabloyu ve müzakere sürecini daha sağlıklı okuyabiliriz.
Müzakerelerde FARC'tan beklenenler
FARC son 10 yıllık dönemde etkisi artarak devam eden bir zayıflama sürecinde olsa da, örgütün Kolombiya devleti ile birlikte çatışmanın en temel iki tarafından biri olduğu ve gerilla adına müzakere masasına oturabilecek tek meşru muhatap konumunda bulunması süphe götürmez bir gerçektir.
FARC'ın halen sahip olduğu bu kapasitesi müzakere masasında kendisine önemli bir posizyon ve avantaj sağlayacak. Ama aynı zamanda, Caguán sürecinden çok farklı olarak, artık devletin de masadaki etkin varlığı dikkate alındığında müzakerelerin silahlı çatışmanın sürdürülmesini her anlamda mantıksız kılan bir seçenek.
Gerilla artık ne bir dönemki etkileyici gerilla ruhunu hissettiren yaşam biçimini çekici kılabilecek pozisyondadır ne de varlık sebebine mantıksal ve inandırıcı bir açıklama getirebilir. Her şeyden de öte bir dönem son derece mümkün görünen yönetimi politik şiddet mekanizmalarıyla ele geçirme ihtimali artık tamamen ortadan kalkmış görünüyor.
Ayrıca gerillanın en önemli finansman kaynağı olan Nariño gibi uyuşturucu ticaretinin en önemli stratejik rotaları üzerindeki anlaşmazlıkların büyümesi ve yasadışı ekim için kullanılan alanlarda devlet otoritesinin artarak hissedilen varlığı halen son derece ağır basan "çıkar ilişkilerinin" de her seferinde daha büyük problemlere sebep olduğu gerçeğini gözler önüne seriyor.
Bir önceki on yıllık zaman diliminden farklı olarak artık Kolombiya'daki bu iç çatışma ortamı, FARC'ın kendi içinde de neredeyse önüne geçilemez şekilde kendi varlık sebebine karşı büyük ölçüde bir memnuniyetsizlik, bir sorgulama durumuna sebep olmuş vaziyette.
Halen görece önemli bir iktidar merkezi olan FARC için içinde bulunduğu şartlar müzakereler için belki de en iyi zamanlamayı işaret ediyor. Örgüt içinde halen paylaşılan ortak ideoloji, değer ve çıkarlar, silahlara veda etmek için hiçbir zaman olmadığı kadar fazla neden gösterir durumda.
Yine uluslararası konjonktür de bunun için hiçbir zaman olmadığı kadar elverişli. Latin Amerika'da son dönemde kendisini güçlü şekilde gösteren, Ekvator'da Rafael Correa, Bolivia'da Evo Morales, Uruguay'da José Mujica ve Venezuella'da Hugo Chávez gibi liderlerin inisiyatifleriyle kıta çapında yaygınlık kazanan ve ideolojik anlamda FARC'ın ajandasını her dönem meşgul etmiş olan toprak reformu ve kaynakların adil dağılımı gibi birçok sosyo-politik konuyu zaten programlarıyla somut zemine oturtmuş olan ve bu ülkelerdeki yeni toplumsal hareketlerle beslenen oluşumlar da silahlı mücadeleyi pasifize etmek için çok müsait bir ortam sunuyor.
Ayrıca Kolombiya özelinde de şu anda hükümetteki Juan Manuel Santos yönetiminin yaklaşımı kendisinden önceki Álvaro Uribe'nin ortodoks ve tutucu söyleminden çok farklı ve müzakereye açık bir politikaya işaret ediyor.
En nihayetinde, özetle açıklamaya çalıştığımız bu konjonktür ve dinamikler nihayet FARC'ın Kolombiya'da nihai barışın sağlanması için üzerine düşeni yerine getirmesi ve her düzeyde gerçekleştirilecek müzakereler için masaya oturmasında son derece önemli rol oynadı.
Kolombiya Hükümeti'nin başmüzakereci sıfatıyla görevlendirdiği Humberto de la Calle ve FARC temsilcisi Iván Márquez'in 18 Ekim 2012'de Norveç'in başkenti Oslo'da başlattıkları doğrudan görüşmeler şu an Küba'nın başkenti Havana'da devam ediyor.
FARC'ın tek taraflı ateşkes ilânına Kolombiya Devlet Başkanı Santos'un "somut bir barış anlaşmasına varılmadan aynı şekilde karşılık verilmeyeceğini" açıklaması, gerilla grupları üzerindeki operasyonların sürdürülmesi ve en nihayetin de FARC'ın da 20 Ocak itibariyle tek taraflı ateşkes durumunu sona erdirmesi ve tekrardan "savaş esiri" alınmaya başlanabileceğinin sinyallerini vermesi şu anda tansiyonu yükselten gelişmeler.
Her ne kadar çatışmanın nihai bir sona ulaşmasına şimdiye kadar hiç bu kadar yaklaşılmamışsa da, bu süreçte önümüzdeki ayların müzakere tarafları arasında en üst düzey ciddiyet, hassiyet ve sorumluluğu gerektirdiği akıldan çıkarılmamalı.
Her iki tarafta da halen varlığını koruyan ve bu zamana kadarki barış girişimlerini sabote etmede kilit rol oynayan üçüncül oyuncuların (spoilers) gerek diyalog ve müzakere gerekse yaptırımlarla kontrol altında tutulabilmesi bu kırılgan süreç için hayati önem taşıyor.
Bu bağlamda özellikle gerek yerel gerekse ulusal düzeydeki siyasi oyuncularla dirsek temasını koruyan ve devlet içinde güçlü bir nüfuzu olan kontragerilla gruplarının şu ana kadar müzakere dışı tutulması halen endişe verici bir konu.
Yine bu süreçte çatışmanın birincil taraflarının yanı sıra kitle iletişim araçları ve sivil toplum örgütlerinin de hassasiyet ve sorumluluk bilinciyle hareket etmeleri gerekiyor.
Şu anki ateşkes aşamasında, belki de en çetin konu çatışma sonrası düzleminin (post-conflict horizon) inşa edilmesi ve politik, toplumsal ve ekonomik alanlarda sağlanması gereken "normalleşme" süreci.
Bu da ancak taraflar arasındaki vaadedilmiş sözlerin yerine getirilmesi ve şimdiye kadar elde edilmiş karşılıklı kazanımların muhafaza edilmesi esasına dayanarak "eylemsizlik halinin" korunması ("negatif barış") ile mümkün olabilir.
Ancak bu şekilde nihayet eylemsizlik durumunun sağlanmasından daha az öneme sahip olmayan ve zamanında birçok kanlı çatışmanın baş tetikleyicisi olan konulara geçilebilmesi ("pozitif barış") olanaklı olacak.
Müzakereler boyunca zaman zaman ortaya çıkan itilaflı durumlar tedirginlik verici olsa da, söz konusu barışın bu iki aşamasının birbirine doğrudan bağımlı olduğu ve özellikle söz konusu ikinci aşamanın sabır ve sorumluluk isteyen uzun bir sürece işaret ettiği unutulmamalı. (BT/JRS/AS)
* Barış Tuğrul, Madrid Complutense Üniversitesi - Paris EHESS ortak doktora programı öğrencisi.
* Jerónimo Ríos Sierra, Politik Analist ve Bucaramanga Otonom Üniversitesi (Kolombiya) Araştırma Görevlisi.