Kadınlar sokak ortasında, evinde, çocuklarının gözlerinin önünde öldürülüyor.
Daha Emine Bulut’un katledilişinin öfkesi sönmeden, öğrencisi tarafından öldürülen Ceren Damar cinayeti belleğimizde tüm canlılığı ile dururken, Pınar Gültekin’in hunharca öldürülmesinin dipsiz öfkesi ile kaldık. 24 saat geçmedi, “erkek öfkesi”, “gururu” yine bitmedi ki, İstanbul’da Bahar Özcan, Diyarbakır’da Mücella Demir öldürüldü.
Çünkü öldürebiliyorlar. Çünkü “Kadın cinayetleri politiktir!”
Yokluk ve varlık
Hayatımıza eksik başlatılıyoruz. Hayır, kadınlar olarak biz başlamıyoruz. "Başlatılıyoruz!” Zihnen! Vücudumuzun, cinsel organlarımızın farkına varmaya başlamamızla, sorduğumuz soruya verilen cevapla şekilleniyor...
Kız çocuğuna verilen cevap ile oğlan çocuğuna verilen cevap arasında gizli bu. “Sende var, onda yok!” Her şey o cinsel organ işte! O fallus!
Dolayısıyla biz kadınlar “YOK”luk içinde, eksik parçalı, tamamlanması gereken kişi olurken, erkek tamamlanmış, eksiksiz ve tabii ki “VAR”lık içinde oluyor. Çünkü kodlama, dil, “normal” addedilen böyle. Dolayısıyla erkek iktidarının ilk temeli de böylece atılıyor.
Günlük dil önemlidir!
Bu küçücük cümle neyi değiştirir ki diyeceksiniz belki de? Günlük dilin içinde, küfürlerin kadına, bacıya, ebeye, anneye edildiğine, erkeği teğet geçtiğine bakabiliriz. Çok heyecanlı maç izlerken, hakemin tek bir yanlış kararıyla tüm eril kalabalık önce hakemin ailesinin, sonra da yedi sülalesinin halini hatırını yalnız ve yalnız kadın üzerinden sorar. Bagajlarında üzeri açılmadık ne kadar küfür varsa ortaya salınır. Yetmez, bir şeye çok şaşırdığında, çok sevindiğinde, hayret ettiğinde koyar, sokar, takar.
Çünkü “Uzvum silahımdır!”
Bu kelimeler uzun zamandır temel anlamları ile kullanılmadığının farkında mıyız? Tüm yoğun duygular yaşanırken- iyi ya da kötü - hep kadın bedenini aşağılayarak, ona tecavüz ederek yaşanıyor. O kelimelerle zihinlerinde sürekli, “güç bende” diyerek iktidarlarını pekiştiriyorlar.
Erkek egemen kültürünün er kişileri, “güç bende” diyenler hakimiyeti cinsel organ üzerinden kuruyor. Dizilerin yakışıklı jönleri kendileri ile ilgili sorulan herhangi bir soruya bile “Arka odada göstereyim” cevabını verebiliyor mesela. E zaten küçükten itibaren “onu” amcalarına gururla göstererek büyüyor. Ağlaması da yasak onun.
Hem “karı gibi” mi ağlayacakt ağlarsa da..
Zinhar düşünülemez! O sürekli pompalanan erkek bedenini, güçsüz gösterir ağlamak. “Erkeklik gururu” iki paralık olur. Kaldı ki kimi kadınlar bile bunun doğruluğuna ikna olmuş. İnanılır gibi değil... Şiddeti bir şekilde meşru görüp, “Ne işi varmış, neden alttan almamış, erkeğe de o söylenir miymiş?” der.
Burada bir durup düşünmek gerekmiyor mu? Bir kadına şiddet uygulamak vahim bir şey ancak onu şiddet görmesi gerektiğine ikna etmek çok daha vahim, çok daha korkunç!
“Erkeklik gururu”
Bu iki kelime, bir kadın cinayetinin hem sebebini anlatıyor hem de katili kamu vicdanında aklıyor.
Toplumsal cinsiyet rolleriyle de pekiştiriliyor. Erkeklik gururu, onun kadından üstün olduğunu söylemenin bir çok yolundan sadece biri aslında. Cinayet tutanaklarında, hakim/hakime karşısında kullanılan, her şeyi örtebilen kurtarıcı görevi görüyor. Koca/baba/eski sevgili/ağabey çok sinirlenir, cinnet getirir.
Ve hepsini cinnete götüren itici güç aynıdır: Erkeklik gururu. “Hayır!” , “İstemiyorum!” dendiğinde devreye girebildiği yetmiyormuş gibi kabul de görüyor. “Bana, sen ne işe yararsın ki zaten deyip erkeklik gururumu incitti. O an gözüm dönmüş.”
Sonra bir tokat, tekme, silah, bıçak, balta…
Yerde yatan bir kadın. Üzerine cinnet adında bir örtü. “Adalet”in karşısına geçerken boyna takılan bir kravat..
Bitti, gitti.
Çünkü “Onun fallusu var, senin yok!”
(YKB/EMK)