Ey faşizm! Herkese ve her şeye saldırmaktan yorulmadın mı? Çek üstümüzden kanlı ağzını!*
Kısa bir süre önce başlayan, Bursa’nın Osmangazi ve İznik ilçelerinde gerçekleşen Romanlara yönelik linç girişimlerini hatırlayalım lütfen…
Hem Osmangazi’de hem de İznik’te Romanlara ait evler taşlandı, arabalar yakıldı, insanlar göçe zorlandı. Bu olayların üstünden henüz yirmi dört saat geçmemişken, Romanlara ait beş ev, belediye ekiplerince yıkıldı. Atlara el konuldu. Üstelik evi yıkılan insanlar, evlerinin bulunduğu arsa tapularının kendilerine ait olduğunu, herhangi bir yıkım emri almadıklarını ifade etmelerine rağmen çocuklarıyla birlikte sokağa atıldılar.
Romanların yaşadığı ilk linç girişimi değil bu. Birkaç yıl öncesine gidecek olursak Manisa Selendi’de olanları da hatırlamamız, hatta hiç unutmamamız gerekiyor. 2010 yılında Romanlar, komşuları tarafından linç edilmek istendi, evleri hasar gördü, araçlarına molotofkokteyli atıldı, çadırları yakıldı ve zorla göç ettirildiler. Biraz daha geriye gitmeye kalktığımızda ise 2006 yılında Afyon’da yaşananları da hatırlamakta fayda var. İki Roman genci linç edilmek istenmiş, evleri ateşe verilmişti. Bu olayın failleri gözaltına dahi alınmadı.
2004 yılında Aydın Buca’da, Buca Belediyesi ve Çevik Kuvvet ekipleri Romanların barakalarını yıkmış, onları polis nezaretinde şehir dışına çıkarmışlardı. Yine İstanbul Esenler’de 2002 yılında resmi kolluk güçleri ve sivil faşistler Romanlara saldırmışlardı.
Bu ülkede bir savaş yaşandı. Herkes bu savaşa bir isim taktı. İç savaş, Kürt sorunu, terör sorunu, güvenlik problemi diyenler oldu… Bu büyük bir savaştı ve bu savaşta birçok insan öldü. Birçok insanın hayatı telafi edilemez bir şekilde değişti. Birçok çocuğun kalbinde büyük oyuklar açıldı. Peki, geriye ne kaldı? Geriye, devletin uyguladığı şiddetin benzerini, sorunlarla baş etme yöntemi olarak normalleştiren bireyler kaldı tabi ki…
Ellerindeki meşalelerle Romanların, Kürtlerin evlerini yakan, sopalarla dayak atan insanlar kaldı geriye… Çünkü bu savaş, insanların güvenini yok etti.
Çünkü bu savaş, şiddeti, bütün topluma yaymayı başardı. Çünkü bu savaş, insanları, zulmün bir parçası haline getirdi. Savaşın yaygınlaştırdığı ve meşrulaştırdığı şiddet kültürü, bireyleri çaresiz bıraktı, vicdanlarına ağır darbeler indirdi. İnsanların sorunlarla baş etme kabiliyetleri giderek azaldı ve linç eylemleri çoğaldı. Ayrımcı politikalar ve eşitsizliği körükleyen girişimler devam ettikçe linç girişimleri devam edecek. Bireyler dini ve/ya ulusal kimliklerini bir kalkan olarak kullanacak ve giriştikleri linç eylemleri meşrulaşacak.
Linç, faşist aklın kolektif fenomeni… Romanlar da bu linç eylemlerinden yeterince alıyor payını… Failleri meşhur cinayetlere kurban gidiyorlar…
Peki, kimdir Romanlar? Düşünüldüğü gibi, bütün yaşamları göçebelik üzerine mi kuruludur? Hayır… Bilinenin aksine, dünyanın farklı ülkelerine dağılmadan önce onların da bir vatanları vardı. Büyük soykırımlarla karşılaşan Romanların vatanı Hindistan olarak bilinir. Dünyadaki toplam sayılarının 45 milyona yakın olduğu tahmin edilmektedir ve bu sayının 10-13 milyonu Avrupa'da barınıyor.
Vatan, toprak, yurt gibi kelimeleri bir yazıda bile olsa idealize edecek herhangi bir şeyden kaçınmak istiyorum aslında... Çünkü bu kelimeler korkunç bir kirlilik yaratıyor zihinlerde. İnsanlık tarihi, bu kelimelerin neden olduğu savaşların, enkazlarıyla uğraşıyor hala… Ancak, Romanlara da ihraç fazlası bir halk muamelesi yapmak faşizmin ta kendisi…
Düşünün ki, 1934 tarihli 2510 sayılı İskân Kanunu 2006 yılına dek yürürlükte kalmış, Romanların sığınmacı olarak bile vatandaşlık haklarının olmadığı kanun hükmü olarak yıllarca geçerliliğini koruyabilmiştir. Düşünün ki, 1995 yılına dek Türkçe Sözlükte Roman sözcüğünün karşılığı olarak "esmer vatandaş, cimri, arsız, hırsız" yazar ve biliyor musunuz, Avrupa Birliğinin son açıkladığı İlerleme Raporunda dünyada Romanlar için yaşanacak en kötü yer Türkiye’dir. Tabi unutmamamız gereken bir ayrıntı daha Türkiye’nin 2007 yılında “Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Uluslararası Sözleşmesi” ne taraf ülkelerden biri olmasıdır.
Sonuç olarak, linç bir insanlık suçudur! Romanlara karşı işlenen bu insanlık suçunun karşısında olduğumuzu gösterelim. Bunu gösterelim ki, halklar arasında barış olmasını isteyen insanlar olarak çoğalabilelim. Bursa’daki Romanların yeterince zor olan hayatları linç girişimleriyle daha da zorlaştı. Yaşam alanlarını kaybettiler. Arabaları, hayvanları ve evleri yakıldı. Bu nedenle Romanlara uygulanan şiddet ve öfkeye dur demeliyiz. Bunu mutlaka gündemimize almalı ve her yerde onlarla birlikte olduğumuzu göstermeliyiz. Hiçbir insana şiddet uygulanmasın, hiçbir insan göçe zorlanmasın, yerinden edilmesin! Bursa’da yaşananlarla ilgilenelim!
Bir internet sitesinde yazan Cemil Atmaca’nın sözlerini aktararak sonlandırmak istiyorum sözlerimi…
Cemil Atmaca: “Türkiye’de Roman olmak yürek ister çünkü en pis hırsızlıkları Romanlara yüklerler. Sefaletin ve yoksulluğun içerisinde bir göz odada 8 nüfusla yaşam savaşı vermekte yürek ister. Kapısı naylondan, camı plastikten, tavanı tenekeden olan evlerde yaşamak her babayiğidin harcı değildir. Roman Halkı Son 5 yıllık dönemde alanlarda “ Bırakın, artık yaşamak istemiyorum” diye haykıran insanların çığlık seline artık Romanların “evlerimizi yıkmayın” çığlıkları karışmaktadır.” (DÖ/HK)
* Cemil Atmaca’nın sözleri www.cingeneyiz.org sitesinden alıntılanmıştır.
** Birleşmiş Milletler Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi ile ilgili daha fazla bilgi için İHOP tarafından yayınlanan bilgi kitapçığından ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin internet sitesinden edinilebilir (www.ohchr.org).