İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Medya İletişim Bürosu kanalıyla Atilla Peker, hakkındaki basın açıklamasına göre; “Atilla Peker adlı şahsın Fethiye Cumhuriyet Başsavcılığı aracılığıyla Cumhuriyet Başsavcılığımıza gönderdiği “Gazeteci Kutlu Adalı’nın Kıbrıs’ta öldürülmesi” olayına ilişkin çeşitli iddialar içeren dilekçesinin teslim alınması ve yapılan ilk değerlendirme sonucu iddiaya konu suçlarla ilgili Türk adli makamlarının soruşturma ve kovuştrma (kovuşturma) yapmasının Türk Ceza Kanunu hükümleri uyarınca olanaklı olduğu kanaatine varılması üzerine dilekçe içeriğinde bahsi geçen suç iddialarıyla ilgili derhal soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında cinayet olayının gerçekleştiği KKTC adli makamlarından ihtiyaç duyulan bilgi ve belgelerin temin edilmesi amacıyla gereken yazışmaların yapılması ve yine ülkemiz dahilinde bulunan muhtemel delillerin temini ile dilekçe sahibinin ayrıntılı beyanının alınması için çalışmalara başlanmıştır. Kamuoyuna saygıyla duyurulur. 01/06/2021”
Demek ki Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gazeteci Kutlu Adalı’nın öldürülmesi olayıyla ilgili olarak 01.06.2021 tarihinde “soruşturma” başlatılmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Birinci Daire ADALI/TÜRKİYE (Başvuru no. 38187/97) 31 Mart 2005 (Nihai karar 12/10/2005) kararıyla Türkiye tazminat ödemeye mahkûm olmuştu.
AİHM, başvuranın eşinin öldürülmesine ilişkin olarak AİHS’nin 2. maddesinin ihlal edilmediğine oybirliğiyle, yetkililerin, başvuranın eşinin ölümünü çevreleyen koşullara yönelik yeterli ve etkili soruşturma yapmamasından dolayı AİHS’nin 2. maddesinin ihlal edildiğine ve bu sebeple Hükümet’in ön itirazının reddine bire karşı altı oyla, AİHS’nin 2. maddesi çerçevesindeki şikayetlerle ilgili olarak AİHS’nin 13. maddesinin ihlal edildiğine bire karşı altı oyla, AİHS’nin 11. maddesinin ihlal edildiğine oybirliğiyle karar vermişti. Zararlar karşılığı Başvurucuya 20.000 Euro (yirmi bin Euro) manevi tazminat ve Mahkeme masrafları için, 7.236,74 Euro ve 75.000 Euro avukatlarına ödenmesine karar vermiştir.
Davanın nedeni, “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde (“KKTC”) yaşamakta olan Türk vatandaşı İlkay Adalı’nın (başvuran), 12 Eylül 1997 tarihinde, Türkiye aleyhine Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna yaptığı Başvurudur (Başvuru no. 38187/97). Başvuran, eşi Kutlu Adalı’nın bilinmeyen kişilerce öldürülmesi nedeniyle Türk ve/veya “KKTC” makamlarının öldürmede yer aldığını ve yerel makamların eşinin ölümüne ilişkin gerekli soruşturmayı açmadıkları hakkında ciddi iddialar ileri sürmüştür. Eşinin, makaleleri ve siyasi görüşleri nedeni ile birçok kez ölüm tehdidi almış olduğunu, eşinin ölümünden sonra “KKTC” makamlarınca taciz edildiğini, sindirilmeye çalışıldığını ve ayrımcılığa maruz bırakıldığını iddia etmiştir.
Başvuran, söz konusu iddiasını AİHS’nin 2 (Yaşam hakkı), 3(İşkence yasağı), 6 (Adil yargılanma hakkı), 8 (Özel hayatın ve aile hayatının korunması), 10 (İfade özgürlüğü), 11 (Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü), 13 (Etkili başvuru hakkı), 14 (Ayrımcılık yasağı) ve 34 (Kişisel başvurular) maddelerine dayandırmıştır.
Hükümet, Kutlu Adalı’nın öldürülmesine ilişkin tüm iddiaları reddetmiştir. “KKTC” makamlarının, ölümüne ilişkin acilen bir soruşturma başlatmış ve yürütmüş olduklarını ileri sürmüştür. Ancak, suçun failleri (o yıllarda) henüz teşhis edilememiştir. Hükümet aynı zamanda başvuranın tacize uğramış olduğu yönündeki iddialarını reddetmiştir ve söz konusu iddiaların yalnızca spekülasyon olduğunu ileri sürmüştür.
Başvuranın eşinin öldürülmesine ilişkin olaylar hususunda taraflar arasındaki ihtilafı ve “KKTC” makamlarının başvuranı taciz ettiğine, sindirmeye çalıştığına ve ayrımcılığa maruz bıraktığına dair iddiaları göz önünde bulunduran AİHM soruşturma başlatmıştır. AİHM, 8 Ekim 2002 tarihinde Strazburg’da ve 23 ve 24 Haziran 2003 tarihinde Lefkoşa’da gerçekleştirilen duruşmalarda görgü tanıklarının ifadelerine başvurmuştur.
AİHM sorumlu hükümet ve davanın tarafı Türkiye’dir demiş ve Kıbrıs Hükümeti’nden üçüncü taraf yorumlarını alınmıştır.
Başvuranın eşi, Kutlu Adalı, Türk Hükümeti’nin ve “KKTC” makamlarının politikalarını ve uygulamalarını katı bir şekilde eleştiren makaleler yazması ve yayınlaması ile tanınan Kıbrıslı Türk bir yazar ve gazetecidir. Her zaman Kıbrıs’ın bölünmemesi ve Kıbrıslı Türk ve Rumların çoğulcu demokratik bir sisteme dayalı birleşik bir Cumhuriyet içerisinde yaşaması gerektiğini ileri sürmüştür.
Kutlu Adalı, 1961 ve 1972 seneleri arasında ‘KKTC’nin Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın özel sekreteri olarak görev yapmıştır. 1972’de Sayın Denktaş’ın, hemfikir olmadığı politikalarına ilişkin bir makale yazmak istediği için maaşı kesilmiştir. Söz konusu tarihte Sayın Denktaş, başvuranın eşi Kutlu Adalı’nın, Türk Direniş Hareketi kontrolünde bulunan Bayrak adlı bir radyo istasyonu için çalışmasını istemiştir. Kutlu Adalı, reddettiği için yargılanmadan bir hafta boyunca hapsedilmiştir. Serbest bırakılmasının ardından maaşının yeniden ödenmeye başlanması için Bayrak Radyosu için çalışmaya başlamıştır. 1974 yılında Nüfus Kayıt Dairesi Kimlik Kartları Bölüm Başkanlığı görevine getirilmiştir. 1979 Aralık ayında görevinden alınmıştır. 1986 yılında ‘KKTC’nin Turizm Bürosu Danışmanlığı görevine getirilmiştir. 50 yaşında erken emekli olmuş ve memurluk yaşamı 1987 yılında sona ermiştir. Kutlu Adalı, kamu hizmeti süresince ve emekliliği sonrasında yazarlık ve gazetecilik kariyerine devam etmiştir. Başlangıçta gerçek ismini kullanarak birleşik bir Kıbrıs üzerine siyasi fikirlerini açıklaması tehlikeli olacağı için Kerem Atlı takma adı altında yazmıştır. 1981 senesinde gerçek ismini kullanmaya başlamıştır. Ölümünden önceki 7 sene boyunca Kıbrıs’ta sol kanat gazetesi olan Yenidüzen için yazmıştır.
Başvuran ve eşi, Adalı’yı fikirlerini ifade etmekten caydırmak amaçlı birçok tehdit almışlardır. Evine makineli silahlarla saldırıda bulunulmuştur. 17 Mart 1996 tarihinde Yenidüzen Gazetesi, hırsızların Aziz Barnabas Manastırı’ndaki bir mezara girerek kültürel öneme sahip çeşitli objeleri çaldıkları bir olaya ilişkin, Kutlu Adalı’nın; hırsızların arabalarının renkleri ve plakalarının kaydedildiğini ve plakaların, iki Sivil Savunma Örgütü mensubuna ait olduğunun saptandığını yazdığı makalesini yayınlamıştır. Ardından gazete editörü ile Adalı, Sivil Savunma Örgütü başkanından tehdit içeren telefonlar almıştır. 4.6.1996 tarihinde Yenidüzen Gazetesi, yine Adalı tarafından yazılan ve Türk Hükümeti ve “KKTC”nin “Anavatan-yavru vatan” politikasını sert bir dille eleştiren makale yayınlamıştır.
6 Temmuz 1996 tarihinde 23.35 sularında gazeteci Kutlu Adalı “KKTC”de kimliği belirsiz kişilerce evinin önünde vurulmuş ve öldürülmüştür.
Soruşturma, Kutlu Adalı’nın ölümünden hemen sonra başlamıştır. 7 Temmuz 1996 tarihinde sabah 3.00 sularında polis memurları, olay mahalline Lefkoşa Devlet Hastanesi’nden getirdikleri doktor, cesedi incelemiş ve Adalı’nın, sol şakak ve sol omzundaki iki kurşun yarası nedeni ile olay mahallinde ölmüş olduğunu tespit etmiştir. Bir görevli, olay mahallinin fotoğraflarını çekmiştir. Olay mahalline ilişkin bir plan, boş fişeklerin yerini göstermektedir. Ceset daha sonra otopsi amacıyla Lefkoşa Devlet Hastanesi morguna gönderilmiştir ve cesedi hastane morgundaki polis memurlarınca kayınbiraderine gösterilmiştir.
29 Nisan 1998 tarihinde dava, “KKTC” Başsavcısı’na havale edilmiştir. Adli savcı; Kutlu Adalı’nın 6 Temmuz 1996 tarihinde kimliği belirsiz kişilerce vurularak öldürüldüğünü ve faillerin teşhis edilemediğini, davanın kapandığını belirtmiştir.
Hükümet, Abdullah Çatlı’nın olaya dahil olduğu yönündeki iddiaların yalnızca spekülasyon olduğunu, Abdullah Çatlı’nın KKTC’ye son ziyaretinin, 26 Nisan 1996 ve 1 Mayıs 1996 tarihleri arasında olduğunu gösteren kayıtlarını sunmuştur. Hükümet, Abdullah Çatlı’nın, Kutlu Adalı’nın öldürülmüş olduğu 6 Temmuz 1996 tarihinde “KKTC”de bulunmadığını vurgulamaktadır.
Hükümet, başvuranın eşinin ölümünden sonra meydana gelen olaylara ilişkin iddialarının çoğunun aşırı derecede abartılı olduğunu, ayrıca 1996 senesinde meydana gelen Aziz Barnabas olayının, bir güvenlik operasyonu olduğunu belirtmiştir. İkonlara veya arkeoloji müzesine bir zarar verilmemiştir. Yasadışı silahların mezarda saklandığına ilişkin istihbarat raporlarının alınması üzerine güvenlik güçleri, oraya bir operasyon düzenlemiştir. Hükümet, Sivil Savunma Örgütü’nün olayla ilgisi bulunmadığını belirtmektedir.
Hükümet iç hukuk yollarının tüketilmediğini, altı aylık zaman kuralına uyulmadığını ileri sürmüştür. AİHM Hükümet görüşlerini reddetmiştir.
AİHM’si değerlendirmesine göre; yaşam hakkını koruyan 2. madde, AİHS’nin en temel hükümlerinden birisidir ve 3. madde ile birlikte, Avrupa Konseyi’ni oluşturan demokratik toplumların temel değerlerinden birini oluşturur. Yaşam hakkından mahrum bırakmanın haklı olabileceği şartlar, dar bir şekilde yorumlanmalıdır. AİHM, sadece Devlet görevlilerinin hareketlerini değil aynı zamanda o sırada mevcut tüm şartları göz önüne alarak, yaşam hakkından mahrum bırakan durumları en dikkatli şekilde incelemeye tabi tutmaktadır.
Dava hakkında, AİHM, başvuranın eşinin cinayetinin görgü tanığı olmadığını kaydetmiş ve Başvuran tarafından atıfta bulunulan tanıkların kimliği belirsiz kalmış ve muhtelif sebeplerden dolayı tanıklık etmemişlerdir. Bu bağlamda mevcut olan tek delil Adalı’nın vücudundan çıkarılan iki mermi kovanıdır. Bu mermi kovanlarının adli incelemesi, bunların “KKTC” sınırları içinde bulunan veya katili bilinmeyen cinayetlere ilişkin dosyalarda kayıtlı başka fişekler veya mermi kovanlarıyla uyuşmadığı tespitiyle sonuçlanmıştır. Başvuran tarafından şüpheli olarak adlandırılan kişiler, Kutlu Adalı cinayetine karıştıklarına ilişkin iddiaları kuvvetli bir şekilde reddetmişlerdir. Yetkililer tarafından, Abdullah Çatlı’nın Adalı’nın öldürülmesiyle ilgili olduğu iddiasına yönelik yürütülen soruşturma herhangi bir sonuç vermemiştir.
AİHM, dava dosyasındaki belgelerin, her türlü makul şüpheden uzak olarak, başvuranın eşinin herhangi bir Devlet görevlisi veya Devlet makamları adına hareket eden bir kişi tarafından veya onun iştiraki ile başvuran tarafından iddia edilen şartlarda öldürüldüğü sonucuna varmayı mümkün kılmadığını değerlendirmiştir. Yaşam hakkının ihlali iddiasını reddetmiştir.
Ancak Sözleşmenin 2. Maddesinde korunan yaşam hakkı ile ilgili olarak AİHM’si “soruşturmanın yetersiz olduğu” iddiasına ilişkin verdiği kararda Türkiye’yi mahkûm etmiştir.
AİHS’nin 1. maddesi uyarınca Devlet’in “kendi yetki alanları içinde bulunan herkese bu Sözleşme’nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlükleri tanıma” genel göreviyle birlikte yorumlanan AİHS’nin 2.maddesi uyarınca yaşama hakkını koruma zorunluluğu, ayrıca, ima yoluyla, bireylerin şiddet kullanımı sonucu öldürülmüş olduklarında ve/ya böyle bir iddia ileri sürüldüğünde bir çeşit etkili resmi bir soruşturma olmasını, yoksa hemen açılmasını gerektirir.
Çünkü böyle bir soruşturmanın esas amacı yaşama hakkını koruyan iç hukukun etkili biçimde uygulanmasını teminat altına almaktır. Böylece amaç devlet görevlileri veya kurumlarıyla ilgili davalarda onların sorumluluğu altında gerçekleşen ölümlerde onların sorumluluğunu sağlamaktır. Bu amaçla ne tür bir soruşturmanın gerçekleştirileceği farklı durumlarda değişiklik gösterebilir. Ancak, nasıl bir usul kullanılırsa kullanılsın, yetkililer, konu dikkatlerine sunulduktan sonra, kendi inisiyatifleriyle hareket etmelidirler.
Devlet görevlileri tarafından yapıldığı iddia edilen kanunsuz bir öldürmeye yönelik soruşturmanın etkili olabilmesi için, genel olarak, soruşturmadan sorumlu olan ve soruşturmayı yürütenlerin, olaylarda adı geçen kişilerden bağımsız olmaları gereklidir
Dolayısıyla, AİHM, 2. Maddenin koruduğu yaşam hakkı ihlalinde “etkili ve sonuç alınabilecek bir soruşturmanın gerekliliğini” sağlayacak olan prosedüre uygun hareket edilip edilmediğini incelemiştir.
AİHM’sine göre; öncelikle tanık ifadelerine başvurulması dahil soruşturmanın başlangıcından itibaren ciddi eksiklikler bulunmaktaydı.
Bu bağlamda, AİHM, soruşturmayı yürüten yetkililerin, bu trajik olayın aydınlatabilecek olan bir ipucu bulmak bağlamında Kutlu Adalı’nın evindeki terasta ya da başvuranın evinde parmak izi almadığına dikkat çekmiştir. Olay mahallinin soruşturma makamlarınca denetlenmesinde hiçbir gözle görülür koordinasyon olmadığı gözlenmiştir. Bunun tipik örneği, terasta ve evin içinde ne bulunduğuna dair hiçbir raporun bulunmadığı, ancak olaydan kısa bir süre sonra başvuran tarafından çekilen ve sonra AİHM’ye sunulan bir fotoğrafta, terasta bir bardak, bir şişe ve bir kül tablasının görülmesidir. Ayrıca, olay mahallini inceleyen polislerin terasın ya da evin içinin fotoğrafını çekmeyi düşünmemiş olması da şaşırtıcıdır.
AİHM, ayrıca, yetkililerce yapılan balistik incelemenin yetersiz olduğu kanısındadır. Özellikle, yetkililerin olay mahallinde bulunan mermi kovanlarını “KKTC” polis laboratuvarlarındakilerle karşılaştırmalarına rağmen, balistik testlerin kapsamını Türkiye’deki polis arşivlerini kapsayacak şekilde genişletmeye yönelik yapılmış hiçbir girişim kaydedilmemiştir. Türkiye’de yapılmış bir balistik teste ilişkin hiçbir rapor AİHM’ye iletilmemiştir.
AİHM, ayrıca, soruşturma makamlarının bazı kilit tanıklardan ifade almadığını gözlemlemiştir. Örneğin, yetkililer, başvuranın, Aziz Barnabas olayı ve eşinin öldürülmesi ile Galip Mendi tarafından Yeni Düzen gazetesine ve Kutlu Adalı’ya yapıldığı iddia edilen tehditler arasında bağlantıyla ilgili olarak dile getirdiği şüphelerden haberdar idi. Ancak, adının geçmesine ilişkin iddialarla ilgili olarak Galip Mendi’nin sorgulanmasına yönelik hiçbir girişimde bulunulmamıştır. Aynı şekilde, basında yer alan haberlerden öğrenildiğine göre soruşturma yetkilileri başka iki tanıktan ifade dahi almamışlardır.
Hükümet, AİHM’ye, Ekim 2002’ye ait Kutlu Adalı’nın öldürülmesinden yaklaşık altı yıl yedi ay sonraya ait, tanık ifadeleri ve raporları içeren ek bir soruşturma dosyasını sunmuştur. Kanıtları söz konusu olaya ışık tutabilecek kilit tanıklar içeren bu soruşturmanın, ancak başvurunun iletilmesinden ve ardından Strazburg’da yapılan iki duruşmadan sonra yapılmış olması şaşırtıcıdır.
Yetkililerin, Adalı’nın öldürülmesinin ardındaki saikleri yeteri kadar soruşturmamıştır.
Sonuç olarak AİHM’si Başvuranın eşinin öldürülmesine ilişkin olarak AİHS’nin 2. maddesinin ihlal edilmediğine oybirliğiyle,
Yetkililerin, başvuranın eşinin ölümünü çevreleyen koşullara yönelik yeterli ve etkili soruşturma yapmamasından dolayı AİHS’nin 2. maddesinin ihlal edildiğine ve bu sebeple Hükümet’in ön itirazının reddine bire karşı altı oyla karar vermiştir.
Bir dilekçe üzerine, bir videodan sonra faili meçhul cinayet olarak kaydedilen Kutlu Adalı’nın 6 Temmuz 1996 tarihinde Kıbrıs’ta öldürülmesinden 25 yıl sonra Savcılık yeniden soruşturma açıyor.
AİHM’ne 12 Eylül 1997 tarihinde eşi tarafından yapılan başvuru tarihinden itibaren 24 yıl sonra Kutlu Adalı’nın öldürülmesi hakkında Türkiye’de yeniden soruşturma açılmıştır.
Kutlu Adalı hakkında Türkiye aleyhine verilmiş AİHM kararından 16 yıl sonra Savcılık tarafından soruşturma açılıyor!
Acaba açılan soruşturma faili meçhul cinayet soruşturması mı?
Acaba faili meçhul siyasal cinayet soruşturması mı? (Fİ/RT)