Önce, "hayata dönüş"
Bu duyarsızlığın boyutları artık öylesine uçlardadır ki; resmi söylemin "Hayata Dönüş" adını verdiği, tutukluları F tipi cezaevine taşıma amaçlı yapılan operasyonu yazılı basın da aynı düzlemde değerlendirerek, "Hayata Kaçış" (Hürriyet, 22 Aralık), "Sahte Oruç Kanlı İftar" (Milliyet, 20 Aralık), "Sahur Operasyonu" (Zaman, 20 Aralık) ve "Ölüm'e Müdahale" (Yeni Şafak, 20 Aralık) gibi başlıklarla resmi kaynakların olaya ilişkin açıklamaları ve durum tanımlarıyla bire bir örtüşen bir haber söylemiyle verdi.
Sonra, "katliam"
Aynı olay, altı ay sonra bambaşka düzlemde ele alınarak "katliam" olarak nitelendirilebildi. Ona karşılık, sorumlu yayıncılık gereği, ne kamuoyundan ne de olayın taraflarından özür dileme ya da özeleştiri yapma kaygısına tanık olabildik.
Başlıklar ve anlattıkları
Operasyonu izleyen 20 Aralık (2000) günü ve daha sonraki günlerde, Cumhuriyet ve Radikal gazeteleri haber kaynağına belli bir mesafede kalmaya dikkat ederek, haber söylemini de kaynak belirterek "iddia etti", "belirtti" ya da "dedi" gibi ifadelerle kurarken...
Hürriyet, Milliyet, Sabah, Yeni Şafak ve Zaman gazetelerinin böylesi bir mesafe koymanın aksine, olayla ilgili gelişmeleri; resmi kaynakların açıklamalarını doğrudan muhabir tanıklığında yaşanmış gibi aktarıyorlardı.
Cezaevlerinde tutukluların çektirdiği fotoğraflar ve jandarma kamerasıyla çekilen kasetler, tüm gazete ve televizyon kanallarında günlerce hiçbir kaynak belirtilmeden kullanıldı; üstelik sorgulayıcı hiçbir açıklamaya da yer verilmedi.
Hürriyet sürmanşetten verdiği "Kaleşnikof'la Ateş Açtılar" başlığının altında şu spotu kullandı:
"Teröristler, piknik tüpleri veya mutfak tüplerine hortum bağlayıp, bunun silah olarak kullandılar" (20 Aralık 2000, s.1)
Sabah'ın anlatımı da Hürriyet'e eşdeğer; ne kuşkuya ne de haber kaynaklarına bir mesafe yok dahası, operasyonda her şey çok net "gözlemlenmiş" (!) gibiydi...
"Örgüt lideri koğuştan emretti: Her birimden bir kişi kendini yaksın.
Ve karnı tok sırtı pek örgüt liderinin bu emriyle 36 mahkum kendini yaktı." (Sabah, 20 Aralık 2000, s.1)
Milliyet'te de aynı yaklaşım sergilendi:
"Telefonda ölüm emri: Kendinizi Yakın!" (20 Aralık 2000, s.1)
Zaman gazetesi ise haber metninde ses bandının İç İşleri Bakanlığı'ndan dağıtıldığını belirterek, resmi kaynakların verdiği bilgilerin doğruluğundan/güvenirliğinden kurum olarak çok emin bir haber söylemi kurmuştu.
"Ölüm oruçlarının Bayrampaşa Cezaevi'den yönlendirildiği iddiaları dün kaydedilen bir görüşme kaseti ile net bir şekilde ortaya çıktı.
... 05.35'te geçen telefon görüşmeleri aynen şöyle:" (Zaman, 20 Aralık 2000, s.2)
Kriz, savaş ya da çatışma dönemlerinde basının resmi kaynaklara bağımlılığının arttığı ve olayların resmi kurumların sunmak istediği çerçevede topluma duyurulduğu; çok bilinen ve de çok eleştirilen bir yaklaşım.
Dil cam gibi nötr-şeffaf olmadığı için , "tarafsızlık" artık kabul görmeyen bir yaklaşım.
Basına düşen
Bu durumda da basından beklenen, habere konu olan taraflara eşit uzaklıkta kalabilmek; eşdeyişle, üçüncü göz olabilmek. Gazetecilik meslek etiği gereği yapılması gereken:
* Ne resmi kaynakların açıklamalarını a-priori doğru kabul edip haber dilini bu doğrultuda kurmak,
* Ne de salt mahkumların yanında yer almak.
* Her iki tarafa da eşit temsil hakkını vermek.
* Kavramların kullanımında da resmi söylemin etkisinde olmamak .
Resmi kaynakların yanında yer almak
Operasyon sırasında kullanılan söylem, basının bir kez daha açıkça resmi kaynakların tarafında yer aldığını sergilemektedir.
Türk basını, yukarıda da vurgulanmaya çalışıldığı gibi resmi söylemi hiçbir şekilde sorgulamayarak aynen habere taşıdı.
Her çatışma haberinde olduğu gibi operasyonda da referansını İslamiyet'ten alan ve resmi söylemle de örtüşen bir kavramsallaştırmayla;
* Ölen askerler "şehit" ,
* Tutukluların ölümü ise "militan", "terörist" gibi sıfatlarla haberleştirildi.
"Yanan militana yardıma giden askeri şehit ettiler.
Kurtarırken şehit oldu" (Hürriyet, 21 Aralık 2000)
Milliyet'in hafızalardan kolayda silinmeyecek "Sahte Oruç Kanlı İftar" başlığı ile temsil edilen anlayış yine resmi kaynaklardan veriliyor; dönemin İç İşleri Bakanı Sadettin Tantan, hastane muayenelerinde ölüm orucu yapanların gerçekte beslendiklerini öne sürerek, gerçekte bir ölüm orucu olmadığını ifade ediyordu.
Tantan'ın bu açıklaması haber metininde var. Ancak olaya ilişkin asıl çerçevenin kurulduğu başlıklarda bu açıklama ya "tırnaksız" yer alıyor ya da açıklama tümüyle doğru kabul edilerek gazeteciler dolayımıyla tekrarlanıyordu.
"Ölüm orucu yapanlar sağlam çıktı" (Milliyet, 20 Aralık 2000, s.15)
"Mahkumlar sağlıklı çıktı" (Zaman, 21 Aralık 2000, s.2)
Bu metin kaleme alındığı günlerde ölüm orucunda yaşamını kaybedenlerin sayısı 29'a yükselmişti.
Bu rakam, 6 ay öncesi resmi kaynakların "sahte oruç" şeklindeki açıklamalarını tümüyle çürütse de basında bu durumdan hiç rahatsızlık duyulmadığı gözlemlendi.
Kriz ve Savaş dönemi kavramları
Savaş, kriz ya da çatışma dönemlerinde haber dili olarak biz/onlar (us/them) kutuplaşması yaratılıyor.
Düzeni temsil eden değerler ve kişiler "biz" yani "iyi çocuklar" olarak tanımlanırken; olayın ya da konunun diğer tarafında yer alanlar için de "onlar" yani "kötü çocuklar" dışlaması yapılıyor.(1)
Hürriyet isim vermeksizin "Bayrampaşa operasyonuna katılan bir asker ... açıkladı" ifadesiyle şunları yayınladı:
"Militanların üzerine benzini bizzat örgüt liderleri döktü ve kibriti çaktı."
Ölen askerin yanan bir tutukluyu kurtarmak için ileri atıldığını ancak diğer tutukluların ateş açması sonucu öldüğünü öne sürdü. Böylelikle yansıtılmak istenen şuydu:
"Biz/asker tutukluları örgüt baskısından kurtarma çabasında, barışçıl ortamlar yaratma mücadelesi veriyoruz; oysa onlar/tutuklular/militanlar kargaşa yaratırlar hatta öyle acımasızdırlar ki arkadaşlarını bile diri diri yakmaktadırlar."
Türkiye'de gazeteciler, devlet mekanizmasıyla iç içe olmaktan kimi zamanlarda iktidarla sınırlı çatışmalarına rağmen hiç rahatsızlık duymamışlardır.
Osmanlı'da ilk gazeteler, Batı'daki basının gelişiminin aksine imparatorluktaki yenileşme/modernleşme hareketlerini halka duyurma ve benimsetme amacıyla zaten 19.YY'da devlet mekanizması içinde üst düzey görev alan memur, edebiyatçı ve gazeteci kimliğinin hepsini birden taşıyan kişiler tarafından çıkarılmıştı.
"Aydın" konumlarını bu ortamda oluşturan bu kişiler, bir bakıma Cumhuriyet dönemi Türkiye'sinde sürdürülecek mesleğin geleneğin temellerini de atmış oldular.(2)
Cezaevlerindeki tutukluları F tipi cezaevlerine taşıma amaçlı operasyonun haberleştirilmesinde de bu gelenek hiç bozulmadan sürdürüldü. 6 ay sonra özellikle Milliyet'te görülen tavır değişikliği ise konuya duyarlılığın ya da bu geleneği sorgulayan yaklaşımın bir göstergesi değil; sadece rating mücadelesinin bir uzantısıdır .
-------------------------------------
1 File:///CI/WINDOWS/Desktop/peacejournalism.htm
2 Nilgün Gürkan, (2000). "Gazetecilerin Kültürel Geleneği Farklı Mı?", 3-5 Mayıs 2000 1. Ulusal İletişim Sempozyumu Bildirileri, ss.123-142.