Şimdi F, sadece mahpuslukta değil,
İçerde veya dışarda,
Yaşamın her noktasında,
Sivri dişleriyle ve ağır ağır işleyen zehriyle karşımızda.
Maaşsız üniformasız gardiyanlar,
Parmaklıksız hapishaneler çoğaltılıyor etrafımızda...
Sevgi de dayanışma da kırılıyor,
Sistemi yansıtan aynalarda.
Özgürleşmenin başka yolu yok,
Her an bilinçli, dik ve ayakta olmak dışında…
Hatırlanacak olursa, F tipi hapishanelerin topluma kanıksattırılmaya çalışıldığı süreçte, bu hücrelerin toplumun uyumsuz kesimleri, psikopatlar, vb için hazırlandığı söylenmişti. Gerçekte ise “uyum”dan, mevcut sömürü sistemine uyum kastedilmiş ve hedef kitle olarak yalnızca tutsaklar değil, bütün bir toplum seçilmiştir.
İlk çağ zindanlarından F tipine evrim, aynı zamanda sınıflı toplumun devamı için zor yoluyla tahakküm ilişkilerinin evrimidir. Aradaki fark özden çok biçimle ilintilidir. Tecrübe, giderek tahakküm ilişkilerini incelterek rıza oluşturma ve gereğini toplumun kılcallarına dek yayma imkanı sağlamış; öldürme yerine etkisizleştirme ve hatta yedekleme yöntemi, tercih edilir hale gelmiştir.
Kapitalizmin devamı için belki de en büyük güvence, silahlı ordu değil, özel mülkiyettir. Özel mülkiyet aynı zamanda bireycileşmedir; toplumsal ilişkilerin antitezi, dayanışma ve paylaşımın reddidir. Aileden arkadaşlığa kadar toplumsal doku parçalandığı, insanlar yalnızlaştırıldığı oranda sistemin devamını tehdit potansiyeli taşıyan güç ve olgular zayıf düşer; varolma ve gelişme zeminini kaybeder. Böylesi koşullarda yokluk ve yoksulluk, alternatif değil hiçlik üretir; umut, yerini umutsuzluğa, bunalıma bırakır.
Bugün artık sistem, iktisadi olandan sosyal ve kültürel olana kadar hemen her alanda F tipini, yani parçalanarak yalnızlaştırılmış ilişkilerin oluşumunu zorlamaktadır. Bunun bir yanı hücrelerse, diğer yanı esnek üretimdir.
Esnek üretim, iktisadi yaşamın F Tipidir
Binlerce kişinin bir arada çalıştığı Fordist sistemde, aynı bant üzerinde üretim yapan insanlar birbirine deyim yerindeyse dokunarak üretir, sorun olduğunda birbirini sahiplenir, şalteri indirdiğinde yaşam dururdu. Öyle ki sadece sektör içinde değil sektörler arasında da ilişkiye imkan tanıyan sendikal örgütlenme, siyasal sorunları da gündemine alır; DGM’ye, faşizme karşı eylem/grev düzenlerdi.
İşyerinde de sosyal yaşamında da (mahallede, vb.) yalnız olmayan insanlar, tutsak düştüğünde de yalnız kalmazdı. Onları hapishanelerde yüzlerce kişilik mahalleler/komünler karşılardı. Belki de yalnız olunan tek yer, sorgu süreçlerindeki hücrelerdi. İnsanların değerleriyle bağını korumakta güçlük çektiği, başarı oranının (göreceli olarak) düşük olduğu yer de orasıydı. Bugün hayatın her alanına yayılan yalnızlaştırmayı, bu süreçlerin öğreticiliğiyle ilişkilendirmek çok da abartılı olmaz. Toplumsal parçalanma yani yalnızlaştırma ve esnek üretim, F tipinin yaşama içerilmiş biçimidir.
O halde alternatif, F tipine dirençte aranmalıdır. Küçücük bir hücrede, dört duvar arasında, her şeyin “beyaz” olduğu bir mekanda hiçliği değil değerlerini yaşayabilmek, dışarıda en zor koşullarda nasıl yaşamak gerektiğinin şifrelerini içerir.
Sistemin F tipinden ötesi yoktur;orada yenemediği iradeye yapabileceği bir şey kalmaz. Bu yöntem çözümlenip dışarıya taşındığında, ezberin ve tekrarın kıskacında bocalamak yerine, her koşulda alternatif yaratmak ve uygulamak mümkün hale gelir.
Taşeronlaştırmaya, yalnızlaştırmaya, umutsuzluk ve mutsuzluğa karşı sadece elleri ve değerleri değil, insanın her şeyini birbirine değdiren bir yoldaşlaşmaya, Bedreddince bir duruşa ihtiyaç vardır. Bunun nasıl olacağının şifreleri Haziran’da mevcuttur.
Haziran, F’ye karşı fikri ve fiili alternatiftir
Güzelliğe, alternatif yaşama dair tüm tanımlar, retoriğin yanında bir de uygulama/somutlama bağlamında bir açıklık gerektirir. Sistemin sürekli olarak manipülasyonu önde tutması, ilgili-ilgisiz hemen he olguyu yönlendirme amaçlı olarak yan yana getirmesi, kafalarda yöntemsel bir açıklığın oluşumunu önlemeye yöneliktir.
Egemen sınıflar, sistemlerinin devamı için, genelde toplumu, özelde tek tek her insanı teslim almanın araç ve yöntemlerini geliştirmiştir. Bu araçların kurumsal, tanımlı, gözle görülebilen biçimleri gibi inceltilerek yaşama içerilmiş biçimleri de vardır. Gerçekte azla yetinmek de, rutine yenilmek de, büyük amaçları küçük hesaplara konu etmek de teslimiyetin bir biçimidir; sistemin devamında dolaylı da olsa rol almaktır.
Bu durum, özgürleşmek için öncelikle fikri kelepçelerimizi çözmemiz gerektiğini gösteriyor. Bakış açılarımız, öğretilmiş yanlışlarla öyle çok eğilip bükülmüş durumda ki, bırakalım tüm insanlığı sevmeyi, henüz bir ezilen olarak diğer ezilenle empati kuramıyoruz; Aleviliği dincilikle, Kürt halkının mücadelesini etnik milliyetçilikle örtüştürüp reddedebiliyoruz. Farklarımızı çok seviyor, kabuğumuzu kalınlaştırıyor ve mülkiyet eksenli dünyayı mikro düzeyde yeniden yaratıyoruz. Bunu, sadece birey veya aile ilişkilerinde değil örgütsel zeminlerde bile gözlemek mümkün.
Genelde doğada, özelde yaşamın her noktasında zorunluluklarla kuşatılmışız. Bunlar, yaşama içerilmiş irili ufaklı kelepçelerdir; insan ya bu kelepçeleri kanıksayarak onların esiri haline gelir, ya da reddeder ve her koşulda zorunlulukların bilincine vararak bir yaşam grafiği geliştirir.
İşte Haziran, bu bağlamda alternatif bir toplumsal havuzdur; nerede nasıl ve kimlerle beraber olunacağının, itirazın nasıl örgütleneceğinin, ezilenler arası empatinin somut karşılığının ne olması gerektiğinin yanıtıdır. (MY/HK)