Bazı sesler ve bazı şarkılar vardır; şarkıyı biliriz ama kimin söylediğinden ya da o şarkının kime ait olduğundan haberimiz yoktur. Televizyonda bir film sahnesinde, radyoda eski bir şarkıda ya da bir düğünde yankılanır o ses ve içimizde bir yerleri sızlatır. Sonra susar, adı geçmez. Şermola Performans'ın "Ez Eyşe Şan" adlı tiyatro oyunu, tam da bu sızıya dokunuyor. Bir halkın hafızasından silinmiş, bir ülkenin kültürel belleğinde "adı anılmadan yaşatılan" bir kadını, Eyşe Şan’ı sahneye taşıyor.
Oyunu izlerken hissettiğim şey, bir kadın sanatçının yaşamına duyulan meraktan öte, bir yüzleşme duygusuydu. Eyşe Şan’ı tanımıyordum. Ama onun şarkılarını, melodilerini, hatta bazı sözlerini biliyordum. Bu çelişki, yalnızca kişisel bir eksiklik değil; politik bir meseleydi. Çünkü bu topraklarda bazı sesler, sahiplerinden arındırılarak dolaşıma sokulur. Devletin ve toplumun seçici hafızası, kimi hatırlayacağımıza, kimin adını söyleyip kimin sesini "ödünç alacağımıza" karar verir. Eyşe Şan’ı tanımamak, bir tür öğretilmiş unutuşun sonucudur.
Oyun, Eyşe Şan’ın yaşamını kronolojik bir anlatı olarak değil, duygusal bir direniş çizgisi olarak sahneliyor. Feodal düzenin, erkek egemen sistemin ve ulusal kimlik baskısının içinden bir ses yükseliyor: Kırılgan ama ısrarcı bir ses. Eyşe Şan, şarkı söyleyerek direnen, kendi kaderini yazan, kendi hikâyesinin dramaturgu olmuş bir kadındır. Sahnede onun sesinden yankılanan her melodi, kadın olmanın, Kürt olmanın, sanatçı olmanın ağırlığını taşır.
Oyunda en çarpıcı anlardan biri, Şan’ın hem halkı tarafından yüceltilmesi hem de aynı halk tarafından yargılanmasıdır. Bu ikili durum, toplumun kadınlara biçtiği dar rolleri, "sevilen ama sınırlandırılan" kadın imgesini açık eder. Feodal yapı, onun sanatını ve özgürlüğünü bastırmaya çalışır; oysa Eyşe Şan, sesini bastırmayı değil, çoğaltmayı seçer. O, kendi acısını yalnızca dile getirmez; bütün kadınların, bütün susturulmuş halkların sesi olur. Onun "ben varım" deyişi, aslında "biz varız" demektir.
Mirza Metin’in yazdığı bu tek kişilik anlatı, Berfin Zenderlioğlu’nun olağanüstü bedensel ve ses performansıyla bir tür bellek ritüeline dönüşüyor. Onun sesi, yalnızca Eyşe Şan’ın şarkılarını seslendirmiyor, o sesi kendi bedeniyle yeniden kuruyor. Bazen bir ağıt gibi titriyor, bazen bir çığlık gibi büyüyor, bazen de neredeyse fısıltıya dönüşüyor. O fısıltı, susturulmuş bir halkın tüm tarihini taşıyor. Zenderlioğlu, sahnede sadece bir oyuncu değil, hem anlatıcı hem şarkıcı hem tanık. Her şarkı, her duraksama, her nefes alış, bir duygusal kırılma noktası gibi işlenmiş. Oyunun en güçlü yanı da burada yatıyor: Seyirci, Eyşe Şan’ın acısını yalnız dinlemiyor; o acının yankısını kendi bedeninde hissediyor. Zenderlioğlu’nun sesi, müzikal bir yeteneğin ötesinde, politik bir taşıyıcılık işlevi görüyor. O sesi duyarken, Eyşe Şan’ın yalnızlığını, sürgünlerini, kaybettiği evladı Şehnaz’ın ardından dökülen gözyaşlarını kalbinizde hissediyorsunuz.
Oyunun teknik yapısı, duygusal yoğunluğu destekleyecek ölçüde sade ve işlevsel. Dekor neredeyse yok denecek kadar yalın. Bu sadelik, seyircinin dikkatini tamamen sese, bedene ve söze yönlendirmesini sağlıyor. Kostüm, Eyşe Şan’ın sahne kimliğine gönderme yapan, siyahın ağırlığıyla kırmızının sıcaklığını birleştiren sembolik bir tercih. Bu iki renk, hem yasın hem direnişin tonlarını yansıtıyor. Işık tasarımı ise oyunun ritmini belirleyen sessiz bir anlatıcı gibi çalışıyor; her kararma, her aydınlanma, bir duygu geçişini işaret ediyor. Arka planda duyulan müzikler, dengbêj geleneğinin ruhuna sadık kalınarak hazırlanmış; ama modern bir teatral anlatının parçası hâline getirilmiş. Bu bütünlük, oyunu estetik açıdan hem şiirsel hem de politik olarak güçlü kılıyor.
"Ez Eyşe Şan", Kürt bir kadın müzisyenin kimlik hikâyesi üzerinden aslında bir görünmezlik hikâyesi. Unutulan ve unutturulan pek çok kadının temsili gibi. Kendisi olmasına izin verilmeyen, yok sayılan kadınların. Çünkü bu ülkede "unutmak", genellikle doğal bir unutkanlık değil, kurumsallaşmış bir sessizliktir. Eyşe Şan’ın adı, uzun yıllar boyunca resmî tarih içinde yer bulamadı. Ama sesi, başka sanatçılar aracılığıyla dolaşımda kaldı. İşte oyunun en politik yanı da burada gizli: Biz bir halkın şarkılarını seviyoruz ama o halkı değil. Bir kadının sesine hayranız ama onun acısını, mücadelesini görmezden geliyoruz. Oysa bu ikisi birbirinden ayrılabilir şeyler değil. Eyşe Şan’ı gerçekten duymak, sadece melodiyi değil, direnişi de duymaktır.
Oyun, hatırlamanın kendisini bir eylem olarak konumlandırıyor. Sahne, bir tür bellek alanına dönüşüyor; seyirci artık yalnız izleyici değil, tanıklık eden, yüzleşen biri oluyor. O salonda otururken fark ediyorum: Eyşe Şan’ın sesiyle aramdaki mesafe, kültürel değil; politik. O sesi tanımamış olmam, sadece bir eksiklik değil, bir sistemin bana unutturmayı başardığı bir şey. Ama sahnede o kadın, o sesiyle bir kez daha ayağa kalktığında, bu unutmanın perdesi aralanıyor.
Eyşe Şan’ın yaşamı, bir kadının "kendi sesine sahip çıkma" mücadelesi olarak okunabilir. Kimi zaman aşiret baskısına, kimi zaman devletin kimlik politikalarına, kimi zaman da toplumun kadınlara biçtiği rollere karşı durdu. Kızı Şehnaz’ı kaybettiğinde söylediği ağıt, kişisel bir yas değil, tarihsel bir feryat. Kadınların yas tutarken bile nasıl susturulduklarını, o yasın bile bir direniş biçimi olabileceğini hatırlatıyor. Bu nedenle "Ez Eyşe Şan", yalnızca bir sanatçının değil, tüm susturulmuş kadınların hikâyesi gibi yankılanıyor sahnede.
Oyunun sonunda izleyiciye sorulmamış ama zihinde asılı kalan bir soru var: "Bugün Eyşe Şan yaşasaydı, onu tanır mıydık?" Cevap, ne yazık ki hâlâ belirsiz. Belki onun sesini bir dizide duyar, yine adını bilmeden dinlerdik. Ama artık bu unutuşun bahanesi kalmadı. Çünkü bu oyun, o unutuşun üzerine yazılmış bir bellek belgesi.
"Ez Eyşe Şan", sahnede bir kadın hikâyesi anlatmıyor; susturulmuş bir halkın sesini iade ediyor bize. Hatırlamak burada bir görev değil, bir sorumluluk hâline geliyor. Ve bazı sesler, susturulmak istendikçe daha çok yankılanıyor. Eyşe Şan’ın sesi de tam olarak böyle bir yankı: Unutulmaya direnen, adını yeniden kazanan, bizi kendi sessizliğimizle yüzleştiren bir ses.
(NK/AB)







