Kimsiz kaldık!
İnsanı aşabilen, kendi dışına-sonrasına- açılan kapısı dildir. Ötekileştirilmeye maruz kalmış diller bir başına yükünü sırtlamış, hükümlü ve mühürlü... Kişiyi kendine zorlayan dillerden konuşmuyorum, kişiyi ve dili birbirinden ayırt etmenin en zor olduğu anne, baba ve çocuktan yola çıkarak öz ve gerçek olanın anlatımını diyorum. Çünkü doğal olan dil yapay dile hep direnmiştir, söylediği ve söyleyeceği hep daha derin anlamlar içermiştir. Jeanette Winterson'un dediği gibi: yaşantıyı dille, dili yaşantıyla sınamak... Anlam arayışının sabitlenmediği metinlere, dingin, yalın, bilenin her anlamı ayyuka çıkardığı, bilmeyenin hece hece mana bölüştürdüğü bir kitaptan konuşuyorum.
Hem dili sorun olarak gören toplumlarda hem de kendi sorunlarını aşamayan bireylerin yoğun olduğu coğrafyalarda farkında olmadan defalarca kırılmış dil-ler- eksik, yamalı bir şekilde varlığını devam eder. Zamanından önce değil, ne var ki içine dâhil olunan her hikâyeyle tarihin yüzüne acısıyla, felaketleriyle, umuduyla, katılığıyla, iyimserliğiyle nakşedilmiş aslı gibi olan sırların anlatılarıdır Murat Özyaşar'ın "Aslı Gibidir Diyarbakır Hikâyeleri" adlı son kitabı. Kitap 2019 Haziran 12'de raflarda yerini aldı. Dokuz ayrı başlıktan oluşan kitapta yazar, Diyarbakır'ın belleğinde yer edinen, birey, kent ve devlet üçgeninde var olan çatışkıların izdüşümünü sunuyor. Ayrıca otobiyografik bir hafızanın budaklanışı diyebiliriz.
Tanpınar'ın Beş Şehir'i, Kafka'nın Prag'ı
Kitaba konu olan yazıların bazıları daha önce çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanmış olan yazılardan oluşuyor. Yazar bunun yanı sıra doğduğu kentle özdeşleşmiş, fısıltılar halinde zamanını aşmayı başarmış hikâye ve anlatılara yer vermiş. Ayrıca kitapta Şelçuk Demirel'e ait her anlatının gölgesi niteliğindeki çizimlere rastlıyoruz. Yazarların imge dünyalarında bazı kentlerin kalıcı izlekleri hep olmuştur. Kentlere dair neler anlatılmadı ki! Italo Calvino'nun "Görünmez Kentleri", Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Beş Şehir"i, Orhan Kemal'in Yaşar Kemal'in "Çukurova'sı" "Adana'sı", Kafka'nın "Prag'ı", James Joyce'un "Dublin'i"...
Anlam arayışının hiç bitmediği sözcüklerle birçok pencere açılıyor, buna rağmen yormadan, telaşsız, yıllarca birbirine kırılan iki halkın kadim bir kente düşen silueti... Kıyaslamaysa gitmeden herhangi bir kimliğin imajını yüceltmeye ya da düşürmeye varmadan, biri olmadan diğerinin eksik kaldığı, hayatta oldukları sürece birbirine varan özel ve özgün diyalogların olduğu, kurmaca olmayıp gerçeğin gölgesi diye tarif etmek istediğim metinler sunuyor Özyaşar. İktidarla, "adalet-devlet" var olan uyumsuzluklarını genellikle örtük bir tavırla sunan birçok yazarın aksine Özyaşar'ın metinlerinde dayanağı yıllardır devam eden trajedilerin çıplaklığı göze çarpıyor.
"Diyarbakır'da Yaşamak" adlı bölümde spiker ve yaşlı adam arasında geçen diyalogda var olan "O benim resmi görüşümdür" düşüncesine kaç insan sahip değil ki bu korku ikliminde? Vedat Aydın'dan, Ape Musa'ya, Tahir Elçi'ye korkuya mahal vermeyen nice aydın hiçbir vakit resmi görüşleri olmadığı için... Olanın olduğu gibi, tıpkı yaşamın insana sunduğu ne varsa yazar kendinin ve kentinin kalbinde olanı duyumsatıyor. Her biri ayrı bir metin olarak görünse de birliğini ve bütünlüğünü kitabın sonunda hissediyor okuyucu.
Kent-yazar bütünlüğü
İktidarlar her daim dayatılara başvurmuş ve antagonistçe keskin çizgilerle farklı kültürleri olabildiğince sömürmüştür, bu çizgilere en fazla Diyarbakır maruz kalmıştır. Çünkü kent, söz konusu olan kültürün –halkın- yeni bir şeyin kırılması olarak kabul edilecek bir gerçeklikle karşı karşıya değildi. Yıllardır devam eden kırılmalardan yola çıkan Özyaşar, kent-yazar bütünlüğünü şiirsel dili, abartıyla giydirilmiş cümlelerden uzak, zihnin derinliğine ışık tutarak, anlam ve imge bağını çarpıcı şekilde sunuyor.
Parçalı bulut istasyonlar: Diyarbakır Tren Garı adlı bölümde geçen "Yani demem o ki anlamak için, birçok anlamda durmak farz!" cümlesiyle hangi kapılar çalınmıyor ki? Tarihine göre modern denilen- bu sorunun cevabı tartışılır- Türkiye'de kimse bir an durup ülkede yaşayan halklara yaşatılanı düşünmüyor. Özgürce düşünebilme ile iktidarlar arasındaki bağ neredeyse uçurum gibi. Dolayısıyla okuyucu Özyaşar'ın metinleriyle soluklanıp okuduklarını özümsemeye zaman arayacak. Aynı bölümde sinema tarihine kısaca değinen yazar, Yılmaz Güney'in sinemacılığı ve Diyarbakır'la olan bağını sunuyor.
Kırılmış Türkçe ile kaburgası ezilmiş Kürtçe arasında...
"Muhteşem İmkânsızlık" adlı başlıkta ise Dersim katliamı ve "kimsiz kaldım" diyen gerçeklik... Bir hece kaybında kaybolan binlerce insanı, yazar kırılmış Türkçe ile kaburgası ezilmiş Kürtçe arasındaki sıkışmışlığı nasıl da yalnızlaşmış bir halkı anlatıyor. Dersim'de yiten annelerimiz, kızlarımız değil sadece, bugün Türkiye'de farklı düşünmeye yeltenmiş herkes yitiyor. Adı: Meyrem değil, "Meryem Ana" "Oysa hem duyulmuş hem de görülmüştür kendisi çok yerde: Galatasaray Meydanı'nda, cezaevi kapılarında, yürüyüşlerde, Kobanî'de, Sivas ve Hrant Dink anmalarında, canlı kalkan olarak eksiksiz kırk gün dağ başlarında, ama ve en çok da Barış Mitingleri'nde." Nihayetinde insan doğal ve karmaşık bir varlıktır. Sahip olduğu doğal ve var oluş misyonun ötekileştirilmesinin önüne geçemiyordu, dolayısıyla içinde girdiği arayışın çoğunlukla iktidarlarca kabul edilmemesine gerekçe doğuyordu. Meryem Ana'nın mücadelesi doğruya, adalete, iyiye, insana ulaşma mücadelesiydi.
Murat Özyaşar, yitik olanın ve direnenin hikâyesini anlatıyor bir bakıma. Yaşadıklarımızı, kentlerin kaderini, sokakları, mahalleleri, surlarımızı, çatışkılarımızı, ifadesizliğimizi, korkularımızı, ömrümüze inen her ağrıyı... "Şehitler, şahitler, sonra işte kelimeler" adlı bölümde, yaşamın insanı ve aidiyetlerini bir çırpıda ortaya çıkarmadığını anlatıyor, çünkü sözcüklerin de vatanı vardır. Yitip kaybolmazlar ama her devrin kendine ait olan anlamını da beraberinde geleceğe taşır, böyle olunca geçmişte varlığını kanıtlamış her anlamın hafızası oluyor. Bugün kullanılan birçok sözcüğün bilinmeyenine ulaştırıyor bizi Özyaşar. Nasıl ki insanlar birbirinin yerini tutar, anlamlar ve sözcükler de böylece evrilir. (MD/AÖ)
Murat Özyaşar hakkında1979'da Diyarbakır'da doğdu. İlk kitabı "Ayna Çarpması" ile 2008 Haldun Taner Öykü Ödülü ve 2009 Yunus Nadi Öykü Ödülü'nü aldı. "Sarı Kahkaha" adlı kitabı ile 2016 Uluslararası Balkanika Edebiyat Ödülü'ne değer görüldü. Kitapları Fransızca, Kürtçe ve Farsçaya çevrildi. "Aslı Gibidir: Diyarbakır Hikâyeleri"nde yer alan yazıların bir kısmı İstanbul Art News, Yokuş Yol'a, K24 dergilerinde ve Evrensel, Cumhuriyet, Le Monde gazetelerinde yayımlandı. |