“Müzik iyi bir ceza duvarlar için”
Telaşa mahal yok. Bu mesela bir “ilk Kürtçe progressive-rock!” sığlığı değil, bundan çok sıkıldık artık evet. Zaten naçizane tavsiyemdir, bu tür “çıkışlardan” ve müziklerden uzak durunuz. Diğeri de fena halde klişe ama: “Efendim kent insanının yalnızlığı… Geleneksel ve politik müzikten sonra Kürtler artık 'birey' odaklı müzik üretiyor, baksana şu albüme!” tanıtımları vs. Onu da müzik sosyologları yapsın, bize ne. Burada zaten müzikle beraber birkaç dilde daha “ikamet eden”, her şeyden önce de klişeye gelmeyen biri söz konusu.
Neden o zaman, otursun işte ne güzel, yazmaya sebep? Haklı bir soru ama, “bilinmesini istemezken gerçekten müzik dinlemeye ihtiyaç duyanların da dinlemesini, bilmesini istiyorum” diyenimiz de var.
Felsefeye girmek gibi de olmasın (zira felsefe de az çekmiyor hani her lafa “söylem”, her var’a “ontoloji” güzellemelerimizden), ben de bazen estetik yargımızdaki evrensellik iddiası olabilir mi acaba, diye düşünüveriyorum.
Uzatmadan, adı Yunus Dişkaya. Rivayet olunur ki yaptığı müziğe yeterince dinleyici bulup “resmen” bir albüm çıkaramamış. Bu yüzden “Evsanatçısı” demiş kendine, bütün çalışmalarını evde yapıyor, yazıyor, çalıyormuş. Ama bizi düşünmeyi de ihmal etmemiş hiç, internet namlı mecrada birkaç adres bırakmış ve ürettikçe oralara bırakmış şarkılarını. Hem de inanmazsınız, “bedava”!
“Ben buraya koyuyorum, dinleyen dinlesin” hesabı yani.
Biz işte birbirini tanımayan birkaç avuç kişi, bu “eve” gidiyoruz sık sık. Orada bazı sesler duyuyoruz ki dile gelebilir gibi değil dostlar. Yalnız sesler olsa iyi, onun şairleri var bir de. Kürtçe’de Cegerxwîn’e, Türkçe’de Karacaoğlan ve Sabahattin Ali’ye, Farsça’da Ömer Hayyam’a ses veriyor en çok, üçünün de şiirlerinden muazzam albümler yapıyor. Dinlerken birimiz arada “Bu abinin Heval parçası sanırsın Pink Floyd eseri” diye atılıyor, öteki “Yahu sen bir Hey Pale’yi dinle de gör!” diye yanıtlıyor.
Karacaoğlan’daki soloları duysa David Gilmour oturup tütün sarar mı acaba diye soruyorum ben bazen, Sabahattin Ali’den dönenimiz de ekliyor: “Bir melankoli bu kadar mı güzel olur arkadaş!”
Aslında şairliği de var ama o kadarını bize de söylemiyor galiba. Ama biz neredeyse eminiz. Yoksa nasıl der bir şarkıda insan: “Gülmek bazen zaman alır/Bazen eksik kalır kısalır/Bir masanın başçavuşu/Marangoza bulanır”. Ya da şu dalgasını geçtiği “biz” yani herkesler: “Çok bakılmaktan ayrıklığını yitiren yüzler/Çok gezilmekten bilgisini unutturan yerler/Çok sınanmaktan karbon kağıdı akademisyenler/Çok konuşmaktan mutfak önlüğü sendikacılar/Beni şımartan kolsuz alkışlarınız!”
Zaten öyle adları vardır ki bazı şarkılarının, adları bunlarsa kendileri nedir tahmin bile edemezsin. “But the Blues Yan Gider”, “Böyle Buyurdu Aphasia”, “Rindlerin Listesi”, “Ergonomik Tanrı Aranıyor”.
Bütün hikaye bu mudur derseniz, hayır, Evsanatçısı’nın heybesinde her zaman yeni sesler, sözler oluyor. Şimdiye kadar dağınık bıraktığı parçaları bir araya getirip “albümleri” toparladığı* gibi en son da 30’u aşkın enstrümantal parçadan oluşan bir güzellik daha yarattı. Şimdilik “Burada Barbarlar Yaşadı”, “Hadi Toplanın Allah’a gidiyoruz” en sevdiklerimizden, ama “Hadi El Salla Kaygı Kuşuna” da “ölüp ölüp dirildiğimiz” türden hani.
Velhasıl, “güzel olan hülasa edilemez” denmiştir ya, ben üzerine konuşulabilir mi ondan bile emin değilim doğrusu. Yani Evsanatçısı’nı “uzun uzun” dinlemenizi dilerim yalnızca. Biz bu “evdekiler” böyle çok iyiyiz yoksa, sadece henüz gelmeyenler de bilsin istedik o kadar. Bu yüzden, şunu bırakıp çekilsek de olurdu aslında:
(SG/AS)
* Albümleri, Evsanatçısı, Yunus Dişkaya, Yunus Dişkaya 2.