Umuda bakış... Fotoğraf: Selami Şakiroğlu/ Paris
Sağlık krizi sonucunda, eve kapandık, mahallemize kapandık, kentimize kapandık, bölgemize kapandık, ülkemize kapandık. Yetmedi dünyamıza kapandık!
Çin’den gelecek maskeyi bekliyoruz. Hindistan’dan gelecek ilaç ana maddesini bekliyoruz. Hangisi olduğunu bilmediğimiz bir ülkede keşfedilecek ilacı ve aşıyı bekliyoruz. Bulunursa mümkün olan en çok insana yetecek kadar üretilmesini bekliyoruz.
Yani evimizden ülkemize kadar her yerde içimize kapanmak bizi kurtarmaya yetmiyor.
Açılıyoruz.
Kendimizi korumak için kapanıyoruz ama kendimizi korumak için açılmak zorundayız da. Korona virüsü salgını bizi, farkına varmadan böyle bir ikilem içine sürüklüyor.
Bu durum Çin için geçerli, Hindistan için de. Avrupa ve Amerika için de geçerli. Ülkelerin, tek başlarına, ‘evlere kapanmak’tan çıkmaları çözüm değil, ekonomik olarak çıkamayana, çıkmayana da bağımlılar çünkü. Çözüm dayanışma ve paylaşmadan geçiyor. Bunu bir şans olarak görebiliriz.
Korona virüsünün neden olduğu salgın, önce evrensel bir sağlık krizine yol açtı. Başlangıçta batı ülkelerinin fazla ciddiye almadığı salgın, çok kötü vurdu. Bir anda insan mı, ekonomi mi ikilemi ile karşı karşıya kalındı. Sonuçta, en azından bugün için, ülkelerin büyük çoğunluğunda tercih büyük ölçüde, uygulamadaki bir çok eksikliğe rağmen, insandan yana yapıldı. Ekonominin durması pahasına ‘evde kalma’ programları uygulamaya sokuldu.
Salgın ideolojik bakış açısını da değiştirdi. En azından Fransa’da bu böyle. Globalleşme günah keçisi oldu. Ultra-liberal söylemler unutuldu. Yerini, tarihin çöplüğüne süpürüldüğü ileri sürülen, kamu yatırımları aracılığı ile ekonomiyi canlandırma, sanayi politikalarına devlet desteği, korumacılık, zenginliklerin paylaşımı aldı. Devlet ön plana çıktı. Günah olan “devletleştirme” bile kolayca ifade edilir oldu.
Tam da solun önünü açacak bir ortam! Sol bugüne kadar olan söylemlerinde haklı çıktı! Ama bu yeterli mi? Solun önünde yeni bir bulvar açıldı mı? Yukarıda sözü edilen, yeniden gündeme gelen önlemler, politikalar, içine girilecek büyük krizin çözüm araçları olabilir mi? Sadece bu söylemler solu iktidara taşır mı? Bir dizi soru işareti…
Evrensel sağlık krizinden krizlere
Sağlık krizi ciddi bir ekonomik krize yol açıyor. Ekonomik küçülme kapıda. Yüzde 8 ile 10 arasında küçülme bekleniyor. Kitlesel işsizlik ve yoksullaşma bizi bekliyor. Şimdiden kendini hissettiriyor.
Petrol piyasasında yaşananlar ise dünya ekonomisinde ağır sonuçlar doğurabilecek durumda. Petrolün fiyatı eksi 37 dolar gibi mantıksız düzeylere indi. Ertesi gün ise 10 dolara çıktı.
Daha bundan on yıl öncesine kadar, petrol kaynaklarının tükenmesinin yaratacağı yıkıcı etkiler üzerine senaryolar yazılırken, bugün petrol bolluğunun sonuçları tartışılıyor. Üretilen petrolü depolayabilecek tankerlerin günlük kirası bile 4 bin dolardan, 150 bin dolara fırladı. Bu ne zamana kadar finanse edilebilir bir durum bilinmiyor.
Kimileri bu duruma geçici gözüyle bakıyor. Kimileri ise gelişmelerin köklü dönüşümlere gebe olduğunu düşünüyor.
Bu gelişmeleri ne tür bir sosyal ve siyasal süreç izleyeceği belirsiz. Sosyal ve siyasal krizin boyutları biraz da sağlık krizinden nasıl çıkılacağına bağlı.
Profesör Francis Wolff (1), 21 Nisan 2020 Salı günü Liberation gazetesinde yayınlanan “Hümanizmin alternatifi yok” (Il n’y a pas d’alternative à l’humanisme) başlıklı globalleşmenin ak ve kara yüzlerini irdelediği makalesinde, “globalleşme, neden, ‘evlere kapanma’dan çıkışta, devletler arasında dayanışmanın motoru olmasın” sözleriyle globalleşmenin ak yüzüne atıfta bulunuyor.
Francis Wolff globalleşmenin Çin’i değiştirdiğini belirterek, salgın karşısında sansürden, şeffaflığa geçme zorunda kalmalarına vurgu yapıyor. Çin’in 1950’li yılların aksine, bu kez “ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” politikasını uygulayamadığını ve insana öncelik veren bir politikayı seçmek zorunda kaldığını belirtiyor. Globalleşme, Çin’i hesap verir duruma getirdiği saptamasını yapıyor ve şöyle devam ediyor:
“Globalleşme, on milyonlarca yoksulun, yoksulluktan çıkmasına, zenginleşmesine olanak verdi. Özellikle Asya’da” (globalleşmenin ak yüzü). 'Batıda on binlerce insanı işsizliğe sürükleme, yoksulluğa itme, … eşitsizliği arttırma (globalleşmenin kara yüzü)' pahasına gerçekleşti bu” sözleriyle ele aldığı globalleşmeyi, “sağlık krizinden çıkışta bir umut” olarak görüyor :
“İklim krizinin yerkürenin ısınmasının yarattığı korku oldukça uzakta ve soyut. Bilincimizde yer edinmedi. Koronavirüsü salgını ise, hemen yanı başımızda, görünür, net ve açık bir tehdit. Korkuyu hissediyoruz. Bilincimize yerleşiyor. Bu durum dayanışmayı körükleyebilir. Avrupa ülkeleri arasında, giderek kıtalar arasındaki dayanışma sadece etik, ahlaki bir sorun değil, yaşama, hayatta kalma sorunu artık.
“Dünyanın dört bir köşesinden bilim insanının gösterdiği olağanüstü işbirliği” neden, bulunan aşı ve ilaçlarla, “tüm insanlığın tedavisine” yönelmesin. Ve giderek, "evrensel bir sağlık sisteminin oluşturulmasını sağlamasın”.
“Gerçek dışı mı diyorsunuz. Salgın gösterdi ki, gerçekçi olan tek şey hümanizm.”
(1) Profesör Francis Wolff. Ecole normale supérieur’de (ENS) felsefe profesörü. Son kitabı “Plaidoyer pour l’universel (Evrenselliğin savunması)”, Fayard, 2019.
(SŞ/DB)