Salt Beyoğlu’nda Anna Boghiguian, Rana Hamadeh, Navine G. Khan-Dossos ve Merve Ünsal’ın çalışmalarının sergilendiği Evrenin Titreşen Işıkları sergisi, dört farklı sanatçının birbirinden bir o kadar farklı ama birbirini aynı zamanda tamamlayıcı nitelikteki çalışmalarıyla yalnızca görsel olarak değil, işitsel olarak da izleyicisini geçmiş, şimdi ve gelecek algısını sorgulamaya itiyor.
Serginin performatif iddia olarak tanımlanması, herhangi bir dizi sanat nesnesinin ortaklığı olarak kabul edip gitmemek gerektiğine bir işaret niteliğinde. SALT Araştırma ve Programlar ekibinden Farah Aksoy, bu sergiyi performatif iddia olarak değerlendirmenin bu anlamda daha sağlıklı olacağına dikkat çekerken, serginin bu şekilde nitelendirilmesinin burada yapılanın asıp gitmekten öte sanatçıların fiziksel anlamda vakit geçirip dönüştürmesi olduğunu belirtiyor.
Salt’ın eşiğinden içeri doğru
Sergi, Salt Beyoğlu’nda iki kata yayılmış bir şekilde performe ediyor. Salt Beyoğlu’nun eşiğinden girdiğinizde üçüncü kattan başlayarak ikinci kata ve sonrasında giriş katına inerek gezilmesi tavsiye ediliyor.
Sırasıyla Merve Ünsal’ın ilk performatif iddiası Duymamış Olayım çalışması, diğer bir bölümde ise Khan-Dossos’un İşlenmemiş Bir Suçun Olası Mahallinden Manzaralar duvar resmi enstalasyonu ve Rana Hamadeh’in Josephine’nin On Cinayeti adlı opera kompozisyonu yer alıyor.
İkinci katta yine izleyiciyi ilk Merve Ünsal’ın ikinci çalışması olan Dışarıda Değil Öncesi’nde enstalasyonu ayrı bir bölümde yer alırken, Anna Boghiguian’ın Akla Giden Yollar çalışması ve onun hemen ardında Khan-Dossos’un ikinci enstalasyonu yer alıyor.
Evrenin titreşimlerini işitebilme hali
Serginin çıkış noktası, Cixin Liu’nin 2014’te İngilizce’ye The Three-Body Problem adıyla çevrilen bilim kurgu romanındaki Evrenin Titreşen Işıkları adlı bölümün ismini taşıyor. Farah Aksoy, serginin küratörü Annie Fletcher’ın sergiye bu ismi uygun gördüğünü belirtirken, Fletcher’ın serginin ne üzerinden ilerleyeceğini, tam olarak nereye gidiyoruz sorusuyla inşa ettiğini ifade ediyor.
Şu anki toplumun neye ihtiyacı var gibi basit, gündelik bir kaygıda yaşayan kendi şahsi kaygıların ve aynı zamanda toplumsal kaygıları da içinde bulunduran bir noktada referans alınarak kurgulanan sergi, Salt Beyoğlu’nu mekan olarak düşünmek, sanatçıları bir araya getirmekte ve onların performatif iddialarını belirlemekte önemli bir noktada tutuluyor.
Sanatçıların, yaklaşık iki yıldır üzerine çalışılan bu sergide, İstanbul’da zaman zaman vakit geçirdiğini bu serginin arkasında fikir ve düşünme süreci olduğunu sergiyi izlemeye başlanıldığı andan itibaren her bir noktanın mekâna uygun tasarlanmasından anlaşılıyor. Farah Aksoy, sergi boyunca karşılaşılan ses izolasyonu; borulardan geçen ses, asansörün titreşimi gibi fiziksel bir sürecin sergiyi izleyenlerin fark edeceği mekânsal yerleştirmelerin varlığına dikkat çekiyor.
Sergiyi gezerken de izleyici bunu daha net ve detaylı bir şekilde inceleyebiliyor. Her bir nokta, hoparlörlerin konumlandırılmaları dahil olmak üzere, dört sanatçının aynı mekânda birbirinden ayrı ama enstalasyonlarıyla birbirlerinden o kadar da bağımsız olmadığını gösteren şahsi ve toplumsal yabancılaşmaları, izleyiciyi dört farklı diyarın bir mekânda kurgulanarak ‘ben buradayım’ ve ‘sen bunun neresindesin’ sorusuna cevap vermeye itiyor.
"Şimdi neredeyiz" sorunsalı
Merve Ünsal, diğer sanatçıların çalışmalardan farklı olarak, daha ‘mahrem’ bir işin içine izleyiciyi alıyor. Aynı hareketle perdeyi kaldırarak tamamen farklı işitsel ve görsel duyuları çalıştıran ve aynı hareketle kendini tekrar tekrar hatırlatan bir hal ile izleyiciyi karşılıyor.
Farah Aksoy, Ünsal’ın çalışmalarındaki yeryüzü ve yer altı kavramına değiniyor. Üçüncü kattaki AKM’nin Salt Beyoğlu ile konuştuğu çalışmasında bir İSKİ çatlağından iki binanın birbirine konuşması dinlenebiliyor. Aksoy, bunu yer altında bir rezonansla kurgulanmış oyun olarak aktarıyor. Ünsal’ın bu fikrin kurgusunu nasıl oluşturduğunu anlatan Aksoy, yer altında ne oluyordu ve bunu yer üstüne taşısam ne olur fikrinin simetrik olarak iki katta da kendini tekrarladığını ifade ediyor.
Ünsal’ın çalışmalarında hem onun sesi ve çektiği görsellerle durmadan baş başa kalma hissini kurgulaması dikkat çekiyor. Özellikle ikinci katta izlenebilen Dışarıda Değil Öncesinde enstalasyonun karşı karşıya asimetrik bir biçimde yerleştirilen Kağıthane’deki Kentsel dönüşüm zamanında çekilmiş kentleşme sürecindeki ‘naturel’ sürecin görselleri, aslında çoğu insanın görmeye alıştığı bir gerçekliği, aslen doğal bir sürecin parçası olmadığı sorgulanıyor.
Mevre Ünsal’ın ses enstalasyonunun bir farklı yorumuysa izleyiciyi çağırarak kendine çeken Rana Hamadeh’in, Josephine’nin On Cinayeti adlı opera kompozisyonu oluyor.
Yoğun ve bir bakıma izleyiciyi huzursuzluğa sokan ses 45 dakikada bir değişen kompozisyonlardan oluşuyor. Sesleri özellikle dinlemek veya dikkat etmek Aksoy’a göre çok mühim değil. Ancak Aksoy, ayrıştırılabilen seslerin kimi zaman rahatsız eden, tetikleyebilen titreşimlerden oluştuğunu belirtiyor. Bu da izleyicide ‘ben buradayım’ diyen bir algı yaratıyor. İşitmenin ve görmenin varlığını ve aynı zaman da yokluğunu da düşündüren, çalışma da izleyenin her bir hareketin de tanık olma ve burada olma halini yaşatabilen bir çalışma haline geliyor.
Ünsal ve Hamadeh’in toplumsal soruları, nereye gidiyoruz kaygıları izleyiciyi işitsel olarak farklı bir deneyime çıkarırken bir nevi yaratılan enstalasyonlarla da izleyicinin bir şekilde içinde ve bu olaya tanık olduğunu hissettirmek isteniyor. Sergi süresince sanatçılarla izleyicinin bağı hiçbir şekilde kopmuyor, çünkü çok basit ve bir o kadar da kolektif sayılabilecek bir kaygıdan üretim yapıyorlar: Benlik algısını sarsarak, şimdi neredeyiz sorusunu bir kez daha yinelemek.
Boghiguian’ndan benlik ve biz olabilme üstüne
Farah Aksoy, Anna Boghiguian’ın 1966’dan bu yana İstanbul’a geldiğinden buradaki dönüşüme oldukça hâkim olduğunu vurguluyor. Ermeni bir aileden gelen Kahire’de doğan Anna Boghiguian, halen dünyanın birçok yerini sanatıyla buluşturmak adına gezmekte
Boghiguian’ın çalışmalarına doğru ilerlendiğinde çivit mavisi bir duvarın üzerine itinayla çizilmiş ‘Otobiyografi’ adlı serinin bazı parçalarını bulmanın yanı sıra bunlara ek olarak eklenen dizinlere de rastlanıyor.
Farah Aksoy, Bouighan’ı mekana sahip çıkan bir sanatçı olarak tanımlıyor. Bu yüzden duvarın rengi izleyiciyi adeta içine alarak resimlere daha dikkat edilmesini sağlanıyor. Aksoy, duvar renginin Bouighan’ın kendi seçimi olduğunu Salt Beyoğlu’na geldiğinde seçtiğini ifade ediyor.
Çalışmaları ve hislerine odaklı olarak duvar rengini seçtiği, bütünlüklü olarak incelendiğinde ortaya çıkabiliyor. Bouighan’ın Akla Giden Yollar olarak adlandırdığı çalışmasında, çizim ve resimlerinde bireyselden toplumsala akan bir çizgide ilerlediğini bunların etrafında oluşturduğu şiirler ve yazılarda bulabilmek mümkün.
Duvardaki çizimlerin yanı sıra, yerde izleyiciyi karşılayan enstalasyon da oldukça kuvvetli bir tamamlayıcı nitelikte. Bir tür katastrofik figürlerin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş çalışma, nereye gidiyoruz sorunsalını ve benlik arayışının bir temsili gibi duruyor.
Aynı toprak enstalasyonun üzerine konumlandırılmış çeşitli-birbirinden uçuk-figürler ve hepsinin tek bir toprak üzerinde duruyor olma fikri de "hep birlikte yaşıyoruz" düşüncesine dikkat çekiyor. Ancak figürler irdelendiğinde duruşları ve çizimleri izleyiciye "gerçekten birlikte yaşayabiliyor muyuz" sorusunu Salt Beyoğlu’nun eşiğinden çıkıp giderken bile düşündürebilecek nitelikte.
Khan-Dossos’un 150 yıllık tarihe bakışı
Aksoy, Navine G. Khan-Dossos’un uzun zamandır proje aşamasında olduğunu belirterek, buraya geldiğinde etkilendiği öğenin tavan resimleri olduğunu söylüyor. Tavan resimleri 150 yıllık geçmişi taşıyan tek öğe. Kısaca binanın süreci ve Khan-Dossos’un binayla buluşması hakkında Aksoy şunları dile getiriyor:
"Salt bir yapı olarak devam etmese de, burada bir şekilde kalacak bir öğe. 'Ne yaşıyoruz' ve 'şimdi'nin kaygısını bağlayan bir öğe. Salt Beyoğlu’nun çok öncesinde Siniossoglou adına bir apartman olarak kullanılmasına referans vermesi önemli bir etken.
"O vakitlerde forum katı tekrar ticari amaçlı bir kat olarak kullanılması. üst katlarda ise apartman daireleri gibi görev gören odaların kiralınıyor olması yaşanılan bir anısının olması, mevcut planlar üzerinden Salt’ta bunlar hatırlatılabiliyor."
150 yıllık bir geçmişin üzerine şimdi ve geleceği kurgulayan Khan-Dossos, duvarların üzerine oluşturduğu olay şeridiyle de suç mahalli ve şiddet üzerine yoğunlaşıyor. İzleyici bir tanıkmış gibi olay yerini iki kat boyunca gezme olanağına sahip oluyor. Khan-Dossos’un çıkış noktasının geçmişte bir şey yaşandıysa ya da gelecekte yaşanacaksa bu şeritler hakikatten kişiyi durdurabilir mi bunun arayışıyla oluşan ve fikir olarak olası bir durumda bu engellenebilir mi buna odaklı çalışması izleyiciye aktarılıyor.
Aksoy: Burada insani bir paylaşım vardı
İşlenmemiş Bir Suçun Olası Mahallinden Manzaralar adlı enstalasyonlarıyla izleyici karşısına iki farklı konumda çıkan Navine G. Khan-Dossos’un duvar resimleri sanatçının burada İstanbul’da SALT Beyoğlu’na dönüşen Siniossoglou Apartmanı’nın 150 yıllık geçmişiyle belli bir dönem baş başa kaldığını, burada belli bir vakit üretim süreci yaşadığını ispatlar nitelikte.
Khan-Dossos, altı hafta burada vakit geçirmesi bir bakıma performans olsa da Aksoy’un belirttiği üzere, bu süreci dokumente etmemeyi seçtiklerini söylüyor. Böyle bir performans iddiası gütmediklerini dile getiriyor.
Ancak sanatçının bu kadar uzun süre binanın kamuya açık olduğu ve olmadığı saatlerde vakit geçirmesi ve binada hizmet veren güvenlik görevlileriyle kurduğu ilişki, arkadaki üretim sürecini farklı bir boyuta taşıyor.
Farah Aksoy, bunun bir sonucu olarak Khan-Dossos’un, İşlenmemiş Bir Suçun Olası Mahallinden Manzaralar enstalasyonunu burada çalışan güvenliklere ithaf etmesini şu şekilde anlatıyor:
"İnsani bir paylaşım vardı. Orada çalışanlar ve Navine Khan-Dossos arasında bir yardımlaşma olarak adlandırabileceğimiz bir süreç gelişti. Bunlar tahmin edilemeyen küçük nüanslar…
"Kalıcılık ve geçicilikle ilgili de bir durum var. Her şey enstalasyon aslında. Evet, burada vardı ama üç ay sonra yok olacak. Sanatçının güvenlik görevleriyle arasında yaşadığı temas olarak kalacak fakat bu tekrar eden bir iş… Güvenlik görevlerinin tanık olduğunu biliyorsunuz bu sürece ve onlar çok doğal bir şekilde bu noktada devam ediyorlar."
Evrenin içinde ürettiğimiz titreşimler kadar var oluyoruz
Salt Beyoğlu’nda 30 Aralık’a kadar gezilebilen Evrenin Titreşen Işıkları Sergisi, "şimdi" algısının ve "nereye doğru gidiyoruz" sorularına odaklı çalışmalarını kurgulamış dört farklı sanatçının kaygılarını, gerçekliklerini ve hislerini gözler önüne seriyor. Performatif bir iddia olarak tanımlanan bu sergide, izleyici farklı duyu organlarını da kullanma imkanına erişerek bir ‘benlik’ algısından toplumsal ve belki de gündelik sayılabilecek sorulara yanıt bulma çabası içine giriyor.
Her ne kadar dört farklı tarzda ve fikirde çalışmalar kurgulanmış olsa da Salt Beyoğlu’nun eşiğinden çıktığınız da dört farklı sanatçının ortak bir payda da farklı yollarla fakat aynı kaygıda buluştuğunu hissetmek mümkün:
Evrenin içinde ürettiğimiz titreşimler kadar var oluyoruz. Her birimiz farklı titreşimlerle farklı üretim süreçleri içinde, hep birlikte ne kadar hakikate erişebiliyoruz? Ya da bunu hep birlikte gerçekten yaratabiliyor muyuz? (PD/ÇT)