Başlıktaki soruya bugün, olumlu bir yanıt vermek ne yazık ki mümkün görünmüyor. Darbeci Kenan Evren ile Tahsin Şahinkaya'nın sanık olarak yargılanmaya başladıkları davada ilk iki duruşma geride kaldı. Daha sanıklar duruşmaya getirilemedi. İddianame okunmadı. Davaya müdahil olmak isteyenlerin başvurularının değerlendirilmesi sürüyor; başvuruların çoğu reddediliyor. Benim de içinde bulunduğum bir grup arkadaş "Evren, Şahinkaya Davası"na, 12 Eylül sonrasında açılan "Devrimci Yol Davası"nda yargılananlar adına müdahil olma talebinde bulunduk. Bunu her şeyden önce bizim tarihe karşı bir sorumluluğumuz olarak değerlendirdik.
Mahkeme, bizim bu başvurumuzu son duruşmada, diğer pek çok müdahillik talebine yaptığı gibi, kabul etmeyerek aslında "Evren, Şahinkaya Davası"nda "12 Eylülü yargılamak", "12 Eylül faşizmiyle hesaplaşmak" diye bir derdinin olmadığını da göstermiş oldu.
Yetkili Ankara C. Başsavcı vekilliğinin 2012/2 Esas 03.01.2012 tarihli iddianamesi ile sanıklar Evren ve Şahinkaya hakkında "Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın tamamını veya bir kısmını değiştirmeye veya ortadan kaldırmaya ve Anayasa ile teşekkül etmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasına engel olmaya cebren teşebbüs etmek" suçlarından 765 sayılı TCK'nın 146, 80, 31, 33 maddeleri gereğince sanıkların yargılanmalarının yapılarak cezalandırılmaları talep edilmiştir. İddianamede, uyarı mektubunun 02.01.1980 tarihinde Cumhurbaşkanı tarafından Başbakan Süleyman Demirel ve CHP lideri Bülent Ecevit'e iletildiği tarihin suç tarihinin başlangıcı olarak kabul edildiği ve 12.09.1980 tarihinde yapılan askeri darbenin 06.12.1983 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı'nın oluştuğu tarihi de kapsadığı belirtilmektedir. Kısaca yargılanacakların suç tarihi, 1980-1983 yıllarını kapsayan bir süre ile sınırlandırılmıştır.
Bugün hayatta kalmış darbeci iki general ve parlamentonun feshedilmesiyle sınırlı tutulan bir süreci konu alan bu iddianame ile sürdürülecek bir davanın "12 Eylül Davası" olamayacağı açıktır.
"12 Eylül"ün bir yüzü
Oysa, "12 Eylül", 80 öncesi ve sonrasıyla, tüm toplumumuzu, yönetim sistemimizi ve o günlerden bugüne süregelen yönetim anlayışımızı da ilgilendiren hayati bir olaydır. Hazırlığı yapılmış ve de başarılı olmuş bu darbe; öncesindeki 1977 1 Mayıs katliamı (36 ölü), 1978 İstanbul Beyazıt Meydanı katliamı (7 öğrencinin ölümü), 1978 Ankara Bahçelievler katliamı (7 gencin öldürülmesi), 1978 Maraş Katliamı (150 ölü), 1980 Çorum Katliamı (57 ölü), 70'li yıllarda binlerce gencin, devrimcinin, yurtseverin, aydının, bilim insanının, gazetecinin... öldürülmesi; sonrasında getirdiği 1982 Anayasası, yüzlerce antidemokratik kanunları (YÖK'ü, Siyasi Partiler Kanunu, Seçim Kanunu, seçim barajı...), binlerce yönetmeliği, işkencehaneleri, faili meçhul cinayetleri, sıkıyönetim mahkemeleri, mahkumiyet ve idam kararları ile tüm bir toplumu kuşatan, topyekûn bir işkence, eziyet operasyonudur.
Ülke çapındaki bu muazzam hak, hukuk ve özgürlük ihlalinin 80'li yıllardaki bilançosuna bir göz atıldığında: 650.000 gözaltı; 1.683.000 fişleme; 210.000 davada 7.000 kişi için idam istemi; 517 idam hükmü ve 50 infaz (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu, l'i Asala militanı); 98.500 kişiye örgüt üyeliği suçlaması; cezaevlerinde yaşamını yitiren 299 kişi; 171 kişinin "işkencede" ölümü; 144 kişinin "kuşkulu", 14 kişinin açlık grevlerinde ölümü; 95 kişinin "çatışmada", 16 kişinin "kaçarken" öldürülmesi; 43 kişinin "intihar" sonucu ölümü; 388.000 pasaport talebine red; 30.000 kişinin sakıncalı diye işten, 14.000 kişinin vatandaşlıktan atılması; 100 bin siyasi iltica; 937 yasaklı film; 24.000 derneğe, sendikaya yasak; işten atılan binlerce işçi, 4 bin öğretmen, bin üniversite öğretim üyesi; DİSK'e 1991'e dek faaliyet yasağı; 400 gazeteci için toplam 4.000 yıl hapis cezası istemi ve verilen 3.315 yıl hapis cezası; 39 ton gazete ve dergi imhası; gazetelere yüzlerce gün yayın yasağı, kitap yasaklamalar, topluca kitap yakmalar... uzayıp gider.
Bu nedenle 12 Eylül, sadece seçimle işbaşına gelmiş parlamentoyu görevinden alıkoymaktan ibaret bir hükümet darbesi olarak görülemez. Öncesiyle sonrasıyla milyonlarca insana işkence yapıldığı, cinayetlerin işlendiği, bütün bir topluma, bütün ülkeye ve halkına karşı tarihinin en büyük kötülüklerinin yapıldığı bir dönemdir.
12 Eylül'ün bir diğer yüzü
12 Eylül darbesi, ülkemizde emperyalist güçler ve yerli egemen sınıflar tarafından uygulatılmakta olan ekonomik programın bir parçasıdır. Ülkemizde yaşanan bunalımın gittikçe derinleşmesinin bir sonucu olarak iyice sarsılan mevcut sömürü düzeninin ABD emperyalizminin Ortadoğu'daki çıkarları doğrultusunda, restorasyonu ve yeniden disipline edilerek rayına oturtulması operasyonudur. Türkiye'deki yönetim biçimi ve anlayışının askeri bir açık faşist diktatörlük haline dönüşmesidir. 12 Eylül, ülke yönetiminin sivilleri devri sonrasında da getirdiği 82 Anayasası'yla, antidemokratik yasalarıyla, bu yasalarla yapılan parlamento seçimleri ile yönetim anlayışı ve mantığıyla günümüzde de devam eden bir süreçtir.
Mahkemenin müdahillik taleplerinin büyük çoğunluğunu reddetmesi aslında 12 Eylül mantığının günümüzde devam ettiğinin de bir göstergesi sayılmalıdır. Bu davanın, baştan itibaren söylediğimiz gibi, iki darbecinin sembolik olarak yargılanacağı bir dava olmaktan öteye gidemeyeceği şimdi çok daha açık olarak görülebilmektedir.
12 Eylül darbesinden sonra açılan Devrimci Yol davasının uzun yıllar cezaevinde kalan ve benim de içinde bulunduğum 7 kişi adına davaya katılma dilekçelerimizi verirken adliye önünde açıklama yapan avukatlarımız Halis Yıldırım ve Sabri Kuşkonmaz, "12 Eylül darbesinin iktidara karşı değil, halka karşı yapıldığının" altını çizerek "İktidar figürleri değişse de temelde egemenlerin iktidarı 12 Eylül öncesinde, 12 Eylül'de, sonrasında ve şimdi de değişmemiştir. Değişen kişiler ve yönetimlerdir" tespitini de belirtmişlerdir.
Evren, Şahinkaya yargılamasının, 12 Eylül'ün aklanmasına dönüştürülmesi tehlikesine dikkat çeken avukatlar: "Bu tehlikenin önüne geçmenin koşullarını yaratmak için, darbenin gizli ve görünür tüm sanıklarının mahkum olması ve tüm dünyaya yeniden teşhiri için, katılma dilekçesi veriyoruz" demişlerdir.
Biz de, bu yargılamanın "12 Eylül" ile bir "hesaplaşma" olmadığını, gerçek bir hesaplaşmanın nasıl olması gerektiğini göstererek; yeni neoliberal rejimin kendisini aklamasına meydan vermemek için ve 12 Eylül'ün arkasındaki ve günümüzde de süren Türkiye gerçeklerini bir kez daha açıklamak için davaya müdahil olduk.
Ve günümüzde "12 Eylül"lü Türkiye gerçeği
Türkiye yaklaşık otuz yıldır ekonomik yapısından siyasi, idari, askeri yapılanmalarına kadar uluslararası sermayenin yeni dünya düzenine entegrasyonu doğrultusundaki bir dönüşüm ve değişim sürecinin içindedir. Bu süreçteki bütün iktidarların politikaları temelde aynı doğrultuda olmuştur. Bütün sorunlar yeniden ortaya dökülerek bu sürecin özellikleri çerçevesinde çözüm arayışlarına girilmiştir.
Sovyetler Birliği'nin çözülmesinden sonra ABD o zamana kadarki soğuk savaş politikalarını terk etmiştir. Bizim gibi ülkelerde askeri darbeleri sola karşı kullanma ihtiyacı kalmamıştır. Orduları darbeci gelenekten uzaklaştırarak bir tür "demokrasi", liberal demokrasi projesine yönelinmiştir. Bu, neoliberal politikaların üst yapısını kurma açısından olağan bir gelişmedir. Devlet yapıları, anayasal düzenler, hukuki düzenler buna göre düzenlenmektedir. AKP iktidarı da on yıldır sürdürdüğü politikalarıyla, bir yandan ekonomiyi uluslararası sermayenin yeni yönelimleri doğrultusunda liberalize ederken, bunun önündeki engelleri de ortadan kaldırarak buna uygun üst yapıyı kurmaya çalışmaktadır.
Şu unutulmamalıdır: Ülkemizde darbeler yapan ordu NATO'ya bağlı bir ordudur. NATO, ABD emperyalizminin denetiminde ve ABD emperyalizminin politikalarını uygulayan bir kurumdur. Bütün darbeler Türkiye'deki düzenin korunması için egemen sınıflar çıkarma ama en çok da ABD'nin bölge politikalarına uygun olarak gerçekleşmiştir. Amerika'nın, emperyalizminin, yerli burjuvazinin rolünü hesaba katmaksızın yaşananların ve darbelerin tam olarak anlaşılması mümkün değildir.
Ülkemizde bugün kimi çevrelerce, diğer askeri darbelerde olduğu gibi 12 Eylül darbesi de sadece halk tarafından seçilmiş bir iktidara karşı yapılan askeri müdahale çerçevesinde değerlendirilmektedir. Oysa Türkiye'nin son yarım yüz yıldır yaşadığı askeri darbeler gerçeği, Soğuk Savaş dönemi koşulları içinde belirlenmiş devlet sisteminin bir parçasıdır. İster seçimle gelmiş hükümetler olsun, ister askeri darbe yönetimleri, aynı baskıcı devlet sisteminin birbirini tamamlayan iki unsurunu oluşturmuş, egemen sınıflar ve emperyalist güçlerin çıkarları gerektiği zaman birbirini ikame edecek şekilde işlev görmüştür. Soğuk Savaş politikalarının bir parçası olarak örgütlendirilmiş baskı mekanizmaları, kontrgerillanın sivil yapılanmaları, seçimle işbaşına gelmiş hükümetler döneminde de askeri dönemleri aratmayacak şekilde icraatlarını sürdürmüş, sol muhalefet hareketlerine karşı yasadışı bir baskı mekanizması olarak çalışmıştır. Askeri darbeler çoğunlukla bunların yetersiz kaldığı noktada devreye sokulmuştur. Türkiye'deki askeri darbeler sorununu seçimle işbaşına gelen hükümetlere karşı ordunun müdahalesinden ibaret bir sorun olarak, bir askeri vesayet meselesi olarak gören/gösteren anlayışlar sadece askeri darbelerin değil, bütün sistemin sınıfsal temellerini de gizlemektedir.
Bu anlayışa sahip olanlar, 12 Eylül öncesinde yaşanan bütün olay ve gelişmelerin darbeciler tarafından müdahale ortamını hazırlamak için düzenlendiğini ileri sürmektedir. Bunlara göre 12 Eylül öncesinde ülkede yaşanan her şey darbeciler tarafından tertiplenmiş (!); "aynı silahla öğleden önce sağcılara solcuları, öğleden sonra da solculara sağcıları vurdurmuşlardır(!)."
Bu iddialarına kanıt olarak da "12 Eylül günü darbe olur olmaz bütün olayların bıçakla kesilir gibi kesildiği"(!) yalanını ileri sürmektedirler. "Evren, Şahinkaya Davası" iddianamesi de aynen bunu söylemektedir!..
"12 Eylül" ile gerçek bir hesaplaşma sürmeli, sürdürülmelidir
Evet, 12 Eylül faşizmi ülkemize ve halkımıza karşı büyük bir suç işlemiştir. Yüz binlerce insan işkence görmüş, cezaevlerine atılmış, bir nesil yok edilmiş, bu ülkenin bütün geleceği karartılmıştır. Bu yüzden "Evren, Şahinkaya Davası" ne kadar sembolik bir dava olursa olsun, bir dönemin acısını çekmiş insanların yüreğini biraz olsun soğutacak bir gelişme olarak görülmeli; "Evren, Şahinkaya Davası"na karşı ilgisiz kalınmamalıdır. Darbecilerin ve onların resmi, sivil destekçilerinin yargılanması, haksız mahkûmiyetler ve idari kararların bozulması; af, iade-i itibar ve tazminat yoluyla gelebilecek olan adalet isteklerine devam edilmelidir. Öte yandan, "12 Eylül" ile gerçek bir hesaplaşma mücadelesi, 1982 Anayasası başta olmak üzere darbenin getirdiği hukukî ve idari sistemlerinin devamı olarak bugünkü sermayenin istekleri doğrultusunda restorasyonu süren yeni neoliberal düzene karşı mücadeleyle birleştirilerek sürdürülebilirse anlamlı bir sonuca ulaşabilecektir.
Başta Kenan Evren olmak üzere 12 Eylül darbecileri, bugün ülkede yaşanan bütün olumsuzlukların sorumlusu olarak halkın vicdanında şimdiden mahkûm olmuştur. Ne kadar göstermelik bir yargılamayla gerçekler örtbas edilmeye çalışılacak olursa olsun, tarih de bu kararı onaylayacaktır. (AD/YY)
* Bu yazı baraka dergisinin (İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği yayını) Mayıs-Haziran 2012 sayısından alınmıştır.