"Bu dizideki kişiler ve olaylar sallama ama çaylar halis demlemedir :)" diye yazdı ekranda dizi başlarken. Aman dedim, böyle sürmesin.
Alay eder gibi, "Böyle Bitmesin" yazdı bu defa.
Keşke alay etselerdi, seyredince anladım, ciddiler ne yazık ki...
TRT'de gösteriliyor. Çakma Amerikan dizisi kıvamında. Hadi kıvamını geçelim de kime çaktığı mesele.
Anlatayım...
Açılış sekansı bir düğün sahnesi. Söyleyecek sözü var belli ki, hemen konuya geliyor, damat vakit geçirmeden karısının en yakın arkadaşıyla kayınpederinin ilişkisi olduğunu ortaya çıkarıyor. Sonra da haykırıyor: "Zavallı kızın seni ne kadar seviyor!"
Arkadaşa da okkalı bir fırça. Adamla kadın sus pus. Arada kekeliyor, geveliyorlar; bir suçluluk duygusu hakim belli ki. Kayınpederin zayıf çıkışından anlaşılıyor: "Bu bir hata biliyorum."
Gelinin arkadaşı haklı olarak bozuluyor. Ne çare ki, "Hata mı" itirazı suratında patlayan tokatla karşılanıyor. Kayınpederin tokat sonrası sözleri anlatıyor gerçeği; aslında hayat arkadaşına ne denli değer verdiğini: "O benim karım."
Anlıyoruz ki, tokadı yiyen diğer kadın, ahlaksız kadın, tokatlanabilecek kadın. Ah şu kadın!
Ahlak bayrağı seyircinin beyninde kıvrım kıvrılırken ilk saldırı perdesinde şiddet sürüyor. Damattan kendisine dönüp "Sen bunu anlamıyorsun oğlum" diyen kayınpedere sağlam bir yumruk!
E, böyle işte! Evlilik dışı ilişki kuran dayağı yer. Ahlaklı ahlaksıza, ahlaksız en ahlaksıza vuruyor. En ahlaksız olan kadın. Diğer kadın, ahlaksız kadın. Ah, şu kadın!
Kayınpeder giderken tehdit faslı başlıyor, gelin hanım bunu duymasın diye. Ama ne çare; o kadar bağırıyor ki damat, bunu duyan gelin geliveriyor içeri. Bakıyor kocasının elinde de arkadaşının yüzünde de kan izi var. Kocası kendisinin duymasını istemediği bir konuda en yakın arkadaşını dövmüş diye düşünüyor, aldatıldığını zannediyor. Herkes susuyor. Sonra "kurbağa" diyor birbirine karı koca. Evet, kurbağa. Sonra anlayacağız hikmetini.
Toparlayalım... Ne anlıyoruz açılış bölümünden? Genç bir kadının babasıyla en yakın arkadaşının ilişkisi var. Ama baba karısını seviyor aslında. Demek ki diğeri araya giren ikinci kadın, kötü kadın. Ah!..
Babası yaşındaki adamı döven damadın yumruğu onurlu bir yumruk. Onurlu yumruklar yaş farkı gözetmez. Herkes bilir. Eşinin ailesinin onuru için vuruyor, eşinin babasının onurunu korumak için de susuyor.
Karısı aldatıldığını sandığı için ayrılacak ondan. Ama adam konuşmuyor. Bir ailenin onuru uğruna kendi ailesinin yıkılışına seyirci kalıyor. Erkek dediğin böyle olur işte, biline!
Erkekler hakkında öğrendiğimiz diğer özellik ise muhtemelen senaristin ağzından kaçmış bir bilgi: Erkek erkekle dayanışma içindedir. Karısıyla dayanışarak, artık her ne hissedeceklerse onun üstesinden birlikte gelmek yerine, kayınpederinin sırrını saklayarak onunla dayanışmayı seçmesi başka nasıl açıklanabilir?
Kadın ise bir açıklama istiyor tabii: "Kocamsın, bana söyleyebilirsin."
Kocası açıklama yerine bastırmaya çalışıyor kadının merakını: "Karımsın, bir şey bilmeden de bana güvenebilirsin."
Dizi boyunca karşımıza çıkacak bir önerme bu: Erkek nasıl davranırsa davransın bir nedeni vardır. Kadın bunu anlayamasa da ona güvenmeli, erkek ne yaparsa yapsın sorgusuz sualsiz kabul etmelidir.
James Dean gözetiminde ayrılık
Aile Bakanlığı ısmarlamış gibi gözüken diziyi özetlemek değil derdim. Ancak ayrılık sahnesinin Türk televizyon tarihinde müstesna bir yeri olacağına inandığımdan sözünü etmeden geçemeyeceğim.
Yeni evli çiftimiz Nazlı ile Yusuf'un ayrılıkları hafızalardan çıkmayacak iki sahneyle anlatılıyor seyirciye.
İlki yüzüklerin konuştuğu bir sahne.
Nazlı, kendisine meseleyi anlatmasını istediğinde "Başkasının sırrı, anlatamam" demek yerine, "Bana güven" diyen Yusuf'un suskunluğu karşısında parmağındaki yüzüğü çıkarır ve... Amerikan filmlerinde görmeye alıştığımız dramatik ayrılık sahnelerinde olduğu gibi şampanya kadehine bırakamaz. Etrafta şampanya dahil hiçbir içki yoktur. Bir sürahi su ve yanında yarıya kadar dolu bir bardak vardır sadece. Nazlı'nın eli yaklaşır, seyirci Nazlı'nın seçimini gerilim içinde bekler. O bardağı seçer...
Ancak ayrılık sahnesinin doruk noktası ıslak yüzüklerin gölgesinde kalmayacak bir başka anda yakalanır. Yüzüğü çıkaran Nazlı odayı terk edip kadrajdan çıktığında Yusuf öylece kalakalır. Ekranın bir yarısında önde onu, diğer yarısında geride James Dean'i görürüz. Duvardaki James Dean fotoğrafının manidar bakışları altında Yusuf da yüzüğünü çıkarır, adet olduğu üzere bardağa atar. Tam o anda ekrana sağ alt köşeden Leyla ile Mecnun'un tanıtımının girmesi ise bir "happening" olarak kuşaktan kuşağa anlatılacak bir anı olarak yerini alır.
Sonradan duvarda Marilyn Monroe'nun da resmini görürüz. Aile Bakanlığı'na bağlı Aile Masası'nda çalışan iki genç, davetli ailelerin huzurunda evlenmiş, James Dean ve Marilyn Monroe'nun huzurunda ayrılmıştır.
İnsan hayatı mı, aile hayatı mı?
Aile masasında çalışanlar sadece onlar değildir. Nazlı'nın babası Aile Masası'nın müdürüdür. Ancak Aile Masası'ndaki aile saadeti Yusuf'un işten ayrılmasıyla son bulur ve bundan sonra her hafta izleyeceğimiz olayların ilkine geçer dizi. Bu noktadan itibaren başroldeki ağırlık Nisa karakterine geçecektir.
Komiser Nisa Amerikan filmlerinde gördüğümüz psikoloji eğitimi de almış bir arabulucudur. Çayların demleme olmasının anlamını onu tanıyınca çözer seyirci. Çaylar demleme, Nisa'nın kendi ifadesiyle "çaysaması" Türkiye'ye özeldir, Amerikan filmlerinde görülmez.
Kader aylar sonra üç karakteri polisiye bir olayda buluşturduğunda polisin uğraştığı olay, askerliğini güneydoğuda yapmış bir bordo berelinin kadın sığınma evini basarak içerideki kadınları rehin almasıdır.
Polisle pazarlıkta bordo berelinin karısı ve çocuğunu görmek istediği anlaşılır. Herkesten farklı bir düşünce yapısına sahip, zeki karakter Nisa gelir neyse ki!
Karısını eve kilitlemiş, dışarı çıkmasına izin vermemiş, bir kere ekmek almaya çıktığında silahla tehdit etmiş, paranoya teşhisi konmuş eski bordro bereliyle çocuğunu yanına alarak ondan kaçan, boşanmak isteyen karısının ayrılmasına izin vermeyecektir. Bu uğurda küçük bir çocuğu da riske atar, kadını da; yeter ki böyle bitmesin, yeter ki ayrılmasınlar, aile dağılmasın.
Kurbağanın dediği
Sığınma evinde deli gibi bağıran, sinirlendikçe rehin aldığı kadınların başına silah dayayan, ağlamalara, yalvarmalara kulak asmayan eski askerin eşini bulur Nisa. Olay yerine getirdiği kadının adamdan ne kadar korktuğunu anlayınca kadının koluna çay döküp ilgisini dağıtarak çocuğunu kandırır ve yanından çaldığı çocuğu babasına gönderir. Silahla varolmayı öğrenmiş, karısına ve çocuğuna baskı uyguladığı belgeli, paranoya teşhisli adamın yanına.
Dizi masum gösterir bu davranışı; değil mi ki aile kurtarılacak sonunda...
Düşünceleri nettir Nisa'nın. Adamın "geri dönüşü olmayan bir deliliği" olduğuna inanmaz. Bu fikrini destekleyecek önermeleri de sıralar ayrıca: "Bu adamın gül gibi karısı var. Aslan gibi çocuğu var..." Bizim anlayacağımız, ailemiz varsa sorunumuz olmaz.
Bu sırada Nazlı ve Yusuf birbiriyle konuşur gibi seyirciye Nisa'nın ne kadar akıllı, ne kadar muhteşem, ne kadar iyi olduğunu anlatır. Muhtemelen, eski askerin evde yaptıklarının, birkaç dakika önce kapıya bubi tuzağı kurarak içeri girmeye çalışan bir polisi öldürmeye çalışmasının ve çocuğun hayatının riske edilmesinin unutturulmaya çalışıldığı bir sahnedir bu.
Kandırılarak gönderilen çocuğunu gören babanın diğer kadınları serbest bırakması dizide Nisa'nın zaferi olarak sunulur. Ancak yapımcıların, senaristlerin ve dizide diğer söz sahibi olanların verdiği mesaj, aile biraraya gelsin diye insan haklarının çiğnenmesinde, insan hayatının riske edilmesinde mahsur olmadığıdır, ki bu durumda ne söylense azdır.
Seyircinin nutku tutulmuştur. Nazlı'yla Yusuf olsa belki "kurbağa" diye geçiştirir ama gerçek hayatta dizideki etkiyi yaratmaz.
Sırası gelmişken... Kurbağa seyirciye dizi içinde açıklandığı üzere, genç çiftin konuşmak istemediklerinde sarfettikleri bir sözdür, mesajı alan durumu kabullenir.
Psikoloji eğitimli Nisa kadının çocuğunu kurtarmak için seçeneksiz kaldığını farkındadır, onu öylece çaresiz bırakıp çay içmeye giderken çocuğunun ardından gideceğini bilir. Adam mermiyi sürecek, silahı bir kadına bir kendine çevirecek, ama ne gam!
Bu esnada Nazlı ile Yusuf övgülerini esirgemiyor tabii. Seyirciye hem örtük olarak hem de anlamama riskine karşı açıklayıcı bilgiler kıvamında, karakterlerin ağzından eski askerin aslında ne kadar masum olduğu anlatılıyor bir yandan.
Eski bordo bereli Mehmet Ali'nin kendisi de söylüyor ya zaten: "Her şeyi ailemi korumak için yaptım."
Nisa'nın fendi erkekleri seçti
Bu noktada çığrından çıkmış olan dizi en baştaki sallama vaadini yerine getirmeye soyunmuştur artık. Mehmet Ali'nin komutanı çatışmada bilerek zırh giymemiş ve kendini vurdurtmuştur. Ölmeden önce durumu açıklar. Karısı boşanmak istiyordur. Zırhını giymemiştir, çünkü "insanın zırhı ailesidir." Mehmet Ali bu sırrı kimseye söylemez. Deli gibi davranması bu yüzdendir, deli değildir. Ama seyirci delirmiştir.
Bir kez daha başkasının onurunu koruyan erkeği anlamamıştır kadınlar. Bir kez daha ailelerini yıktıkları kanıtlanmıştır. Ah, bir sorgusuz sualsiz güvenebilseler, adamlar da aileler de dağılmayacak ama anlamıyorlar işte. Erkekler ailelerini, kadınları, onların babalarını, diğerinin anılarını, hemcinslerin onurunu, komutanlarının sırrını koruyor, yine de yaranamıyorlar.
Neyse ki Özel Harekat Psikolojik Destek Birimi'nden Nisa var. Böyle bitmemesini sağlıyor her şeyin. İnsanları tehlikeye atacak kadar kendine güveniyor Nisa. En az erkekler kadar rekabetçi. İş bittikten sonra erkek komisere kafa atarak onlar kadar şiddeti kullanabileceğini de gösteriyor. Daha ne olsun? Karısı bile anlamamışken bordo bereliyi ilk o çözmedi mi, "Onları neden bu kadar sakındığını anlamadılar" diyen o değil mi?
Peki, dizideki kadınlar içinde tek yüceltilen karakterin erkek temsilleriyle örtüşmesi rastlantı olabilir mi?
Ya bu dizinin "prime time"da yayınlanmasına ne demeli? Herkes görsün, öğrensin isteniyor belli ki. Kadın, erkek, çocuk; herkes! En azından annesi babası ayrılmış çocuklar görsün. Anlasınlar niye ayrıldı ebeveynleri. Kadınlar da sussun artık. Duymuyorlar mı bakanlığın sesini: Kurbağa. Kurbağa. (YY)