Türkiye'de annelik, evlilik kurumunun sınırları dışında tasavvur dahi edilemeyen ve koca/eş olmadan neredeyse bir anlam dahi içermeyen bir olgu.
Kısıtlayıcı bir diyalektik içerisinde ele alınan toplumsal bir kavramın dışına çıkarak evlilik dışı çocuk ve annelik konusunu, özellikle hukuksal yollar üzerinden gündeme taşımak ise çok sık karşılaşmadığımız bir durum.
Yine de on sene öncesine kıyasla toplumda üzerinde fikir yürütülmesi dahi tabu olarak görülen bu konunun yavaş yavaş tartışılmaya başlanmış olması cesaretlendirici.
Ancak konunun sorunsallaştırıldığı başlıca mecranın Meclis ya da mahkemeler değil de popüler diziler olması da bir o kadar düşündürücü.
Dizilerin dili
Aslında diziler, topluma ayna tuttukları kadar toplumsal görevler de üstlenebilir, marjinalize edilmiş konuları kamusal alana taşıyabilirler. Fakat Türkiye'de kadın ve annelik temasının işlendiği pek çok popüler dizi, ne yazık ki "tanıdığınız bir kadın, olur da evlilik dışı hamile kalırsa ne yapmalısınız" konusunda pek de ileri görüşlü sayılamayacak akıl verme girişimlerinde bulunmaktan öteye gidememektedir.
Örneğin, Şöhret dizisindeki ana karakter Gülşen'in (Ahu Türkpençe) evlilik dışı doğan çocuğu abisinin üzerine yazdırılır.
Çocuğun annesini soranlara, annenin doğumda öldüğü söylenir. İşin enteresan ama Türk aile yapısına uydurulmaya çalışılan kısmı, aynı yalanın Gülşen karakteri için söylenemiyor olmasıdır.
Gülşen'in kocası bebek doğmadan trafik kazasında ölmüş olamaz, onun yerine hayali bir namuslu anne karakteri yaratmak örf ve adetlere daha uygun kaçar.
Üstelik evlilik sonrası babanın soyadı değişmediğinden, babanın evlenip evlenmediğini tahmin etmek annenin evlenip evlenmediğini araştırmaktan daha zordur.
Bir başka senaryoda, Zehirli Sarmaşık dizisinde, Ceyla'nın (Yeşim Büber) bebeği doğumdan hemen sonra, kendisinden adeta kaçırılarak ebenin bir akrabasına tamamen gizli bir anlaşmayla verilmiştir.
Çocuğu doğuran Ceyla'nın bu konuda bir söz sahibi olmasına, ailenin namusunun kirlenmemesi için izin verilmemiştir.
Yine aynı şekilde, yeni dizilerden Bir Çocuk Sevdim'in ana karakteri, Mine (Gülcan Arslan) sevgilisinden hamile kalınca, sevgilisinin ailesi Mine'ye ve çocuğuna karşı olunca ve Mine kendi ailesinin kendisini zorla götürdüğü kürtajdan da kaçınca, ailenin (özellikle babanın) şerefini kurtarmanın yolu babanın "iyiliksever" patronuyla evlenmekten geçer.
Görüldüğü üzere diziler Türk aile yapısına ve ahlakına uygun olarak (!) evlilik dışı çocuklardan kurtulma yöntemleri sunmaktadır.
Kısaca özetleyecek olursak, dizilerde evlilik dışı hamile kalan kadın; kürtaja zorlanır, sevgilisiyle evlenmeye zorlanır, başkasıyla evlenmeye zorlanır, çocuğunu evlatlık vermeye zorlanır, çocuğunu başka bir akrabanın üzerine, kendisiyle ilişiksiz bir şekilde kaydettirmeye zorlanır.
Bu zorlamalar silsilesiyle halka evlilik dışı çocukları örtbas yöntemleri detaylı bir şekilde sunulur. Teşvik edilen, konunun derinlemesine tartışılmasından çok, konu üzerine tartışmaları sonlandıracak kati adımlardır.
Dizilerin sunduğu örtbas yöntemleriyle Türkiye'de evlilik dışı dünyaya gelmiş çocukların sayısını istatistiksel anlamda tahmin etmenin güçlüğü arasında bir bağ kurulabilir.
Bunun sebebi, evlilik dışı dünyaya gelmiş çocukların çocuk esirgeme kurumlarına bırakılmaları, sokaklara ya da cami avlularına terk edilmeleri, aileler arasında yapılan gizli anlaşmalar aracılığıyla evlatlık verilmeleri, başka akrabalar üzerine kayıt ettirilmeleri ya da çocukların nüfusa hiç kayıt ettirilmemeleri olarak sıralanabilir.
Bu konuda herhangi bir istatistik olmaması, söz konusu çocukların gizli tutulması, konu üzerine yapılabilecek araştırmaları da kısıtlamaktadır. Ancak "konuşma ki duyulmasın" tutumu, bu çocukların Türkiye'nin bir yerlerinde de bir şekilde yaşadığı ve bu çocukları doğuran kadınların da anne olduğu gerçeğini değiştirmez.
Belge eksikliği
Bu konuda bazı hukuki eksiklerin olduğu da bilinen bir gerçek. Örneğin Medeni Kanun'un 290. Maddesi uyarınca, evlilik dışı doğan çocukların kaydı için annenin, babanın ismini beyan zorunluluğu, nüfusa kayıt ettirilmeyen ya da isimsiz evlatlık verilen çocukların sayısının artmasında etkili olmaktadır.
Ayrıca baba ismi belirtmek konusunda tereddütleri bulunan anneye, çocuğun baba adı olarak doğa isimlerinden "Deniz, Kaya" gibi adlardan birini koymasının memurlarca önerilmesi ve bu çocukların kaydında annenin soyadını alması, "evlilik dışı" olarak damgalanmayı kaçınılmaz kılmaktadır.
Ancak, evlilik dışı çocuklar konusunda yapılmış sistematik araştırmaların olmaması, kaç kadının gerçekten çocuğunu bu şekilde kaydettirdiğini, kadınların ya da çocuklarının okula kaydettirme, iş bulma, mal/mülk satın alma gibi nüfus beyanı gerektiren durumlarda herhangi bir ayrımcılığa uğrayıp uğramadıklarını anlamayı imkansız kılmaktadır.
Kadına ailevi ve toplumsal görevler biçen Türkiye örneğinde zamanla bazı olguların sosyal geçerlilik kazanmaya başladığını da göz ardı edemeyiz. Örneğin, Türkiye'de boşanmanın kısmen tabu olmaktan çıktığı söylenebilir.
Her ne kadar ekonomik faktörler boşanma sonrasında çocukların anneyle mi, yoksa babayla mı ikamet edeceğinin önemli bir göstergesi olsa da, Türkiye'de boşanmış çiftlerin çocukları genelde annenin vekaletinde kalmaktadır.
Bununla birlikte kadına tanınan velayet hakkı, sosyal haklar açısından olduğu kadar önyargılar konusunda da -anneyi çocuk bakımından sorumlu yegane birey olarak görmek- pekiştirici bir rol üstlenir.
Dünyanın birçok yerinde uygulanmakta olan yenidoğan bebekler için "baba izni" sosyal politikasının Türkiye'de tartışma unsuru bile teşkil etmemesi, bu iznin sadece annelere verilmesi, devletin anneyi çocukların bakımından sorumlu tuttuğunun bir diğer göstergesi sayılabilir.
Fakat asıl sorun (ve bu yazıda da sorunsallaştırmaya çalıştığımız çelişki), anneleri devlet ve toplum nezdinde çocuk bakımından bu denli sorumlu gören böyle bir konjonktürde, evlilik dışı çocuk doğuran anne sayısının toplumsal ve hukuksal sebeplerden ötürü kayıtlara minimum şekilde yansıması ve konunun halen üstünkörü "Bizim başımıza gelmez ama, şu dizide gördüm"den öteye gidemeyişidir.
Medeni hukuk uyarınca da nüfus kayıt işlemlerinde evlilik dışı doğan çocukların babalığını kabul etmiş erkeklerin kütüklerine "evlilik dışı" olarak özellikle kayıt edilmesi, konunun tabu, utanç unsuru ve damgalayıcı bir etken olmaktan yakın zamanda çıkabileceğine dair umutları azaltmaktadır.
Sonuç olarak Türkiye'de, çekirdek aileye (Durkheim'in ahlaki ve hukuksal bir bütünlüğün pekiştirici unsuru olarak bahsettiği la famille conjugal) atfedilen düzenleyici ve bütünleyici rol sorunsallaştırılmadıkça, kamusal alana taşınması henüz sindirilemeyen ve toplum ahlakınca kabul görmeyen pek çok güncel sorunun örtbas edilmesi devam edecektir.
Sosyal pratiklerin birer aynası olan popüler dizilerin de radikal adımlar atmadığı sürece, bu ve benzeri konulara yaklaşımlarında egemen ataerkil söylemin dışına çıkması beklenemez.
Dahası, evlilik dışı çocuklar konusu, sadece diziler aracılığıyla, bu çocuklar sanki yalnızca ekranın farazi dünyasında yaşıyorlarmış gibi değil, hukuki, akademik ve toplumsal platformlarda da tartışılmalıdır.
Mevcut düzen içerisindeki ayrımcılık yaratan unsurları ve söz konusu annelerin ve çocuklarının yaşadığı zorlukları aşabilmemizin yolu, konu hakkında konuşabilmekten geçiyor. (FÜ/OA/YY)