Bugün Çorlu’nun beşinci yıl dönümü.
Dile kolay, sevdiklerimizden ayrı geçirdiğimiz tam 1825 gün.
Özlemin her geçen gün daha da arttığı zaman diliminde, sanki dünmüş gibi son görüştüğümüz anlar.
Oysa ayrılığın acısı asırlık bir zaman gibi her birimizin içinde.
5 yıl önce bugün benim evladım yanımdaydı. Bihter de biricik ailesi ile hayattaydı.
Beren bebek henüz yeni yeni alışırken bu dünyaya, annesi ile bu hayattan kopup gideceğini nerden bilebilirdi?
Sena, Özge, Gülce bugün ailelerinden kopartılacağını bilseler, binerler miydi o trene?
O kara günün gecesinde, balçıkların içinde bata çıka sevdiklerimizi ararken; arama kurtarma çalışmalarının yetersizliğine, traktörler ile yaralıların nasıl taşındığına, henüz cenazelerin çıkartılmadığı demir yığınının yanına helikopter ile bilirkişilerin nasıl getirildiğine ve katliamın gerçek yüzüne şahit olmuştuk ne yazık ki.
Umudumuz sağ salim evlatlarımıza kavuşmaktı.
Olmadı.
Zaman geçtikçe fark ettik ki biz can derdindeyken, birileri hukuka aykırı bir şekilde, yanlı bilirkişileri gece yarısı göndermişti olay yerine.
Deliller henüz toplanmamışken, yan yatmış trenin yanındaki rayları apar topar tamir etmeye başlamışlardı. Neymiş? O hat ticari trenlerin işlediği bir hatmış ve acilen onarılmalıymış. Oysa aylar sonra, katliamda vefat eden Sena’nın ayakkabısı balçıkların arasında öylece bulunmuştu tarafımızca.
Bizler, cenazelerimizi alıp defin işlemleri ile uğraşırken, sanki kimse ölmemiş gibi bu ülkede başkanlık kutlamaları yapılıyordu külliyede, topla tüfekle, mehterle…
Acılı anneye ‘’daha gençsiniz bir daha çocuk yaparsınız’’ diyen TCDD kurum çalışanlarına da şahit olduk, evladını toprağa koyan babaya ‘’ kaymakam mezarlığın girişinde, sizi bekliyor’’ diyen halden anlamazları da.
Olay gecesi saat 00:00’da helikopter ile getirilen bilirkişiler ile aslında hiç açılmadan kapatılmak istenmişti bu katliamın davası.
Vazgeçmedik.
İlk duruşmada, duruşma salonuna sığmadık. Bir kısmımız dışarda kaldı, üzerimize kapılar kilitlediler.
Kapıdaki itiş kakıştan, mahkemenin kapısı kırıldı. Kamu malına zarar vermekten annesini babasını kaybetmiş arkadaşımıza ve avukatlarımıza dava açıldı.
Ama kimse bunca zaman kamu malı olan trenin paramparça olmasıyla ve bu ülkenin 25 canının katledilmesiyle doğru düzgün ilgilenmedi.
13 duruşma geçti.
13 duruşma boyunca dört alt düzey memur dışında kimse yargılanmadı. Onlar da zaten tutuksuz yargılandı.
Davayı takip eden gazeteciler, avukatlar, bizlere defalarca dava açıldı. Yetmedi ceza da aldık.
Vazgeçmedik.
Yanlı bilirkişilerin raporuna itiraz ettik. Dosyaya yeni bilirkişiler eklendi. Yeni bilirkişi raporu çıktı. Bizi üç yıl savsaklayan savcı hakkında suç duyurusunda bulunduk. Savcı dosyadan alındı. Yeni savcı dosyaya atandı.
Dosyaya sekiz sanık daha eklendi. Ve her sanık ifadesinde "eksik personelden, denetimsizlikten, ihmallerden ve tüm bunların sorumlusunun daire başkanlığı ve genel müdürlük olduğunu" vurguladı.
Her ne kadar iddianame de TCDD üst yönetimi, siyasiler ve bürokratlar için takipsizlik verilmiş olsa da, sorumluluğu olanların isimleri alenen yankılandı mahkeme heyetinin ve bizlerin karşısında.
19 Temmuz’da 14. duruşmamız olacak.
Ne kadar adildir ki; sanık sıfatında olanlar hala kurum içinde çalışmakta ve delil sayılabilecek her evraka ulaşabilmektedirler.
Hâlâ maaş alıp, aynı yetersizlik ile mesleklerine devam etmektedirler.
Peki ya dönemin ulaştırma bakanı Ahmet Aslan? Kendisi olaydan sonra hemen Kars milletvekili oldu.
Genel Müdür İsa Apaydın ise, Çorlu’dan sonra yaşanan ve 9 kişinin öldürüldüğü Ankara Marşandiz tren katliamından sonra görevden alındı.
Görevden alınsa ne olacak? Kurduğu şirket ile ulaştırma bakanlığından aldığı ihaleler ile, ihale rekortmeni oldu geçen yıl.
Genel Müdür yardımcısı Ali İhsan Uygun ise, Genel Müdür oldu.
Bölge Müdürü ise, teknik üniversite mezunu olmadığı halde, Genel Müdür Danışmanı yapıldı.
Yani anlayacağınız 25 kişinin öldürüldüğü bir katliam birilerine ödül oldu, mevki oldu, makam oldu.
Bizler ise tüm bu leş düzenin içinde yasımızı bile yaşayamadık.
İsyanımız hep o üstün mevkilerinin altında kaldı. Acımız hep sıradanlaştırıldı. Mezardaki sevdiklerimiz ise birer sayı olarak kaldı.
Bu cezasızlık politikası bizden sonra Ankara’yı yaktı, İzmir’i yaktı, Hendek’i yaktı, 6 Şubat'ta 12 ilimizi yaktı.
Ülkede adalet çığlıkları her geçen gün artarken, adalet iktidarın iki dudağının arasında kaldı.
Acımız yaşanan her katliam ile çoğaldı, özlemimiz dayanılmayacak kadar ağır, öfkemiz sağlanamayan adalet karşısında haykırıyor.
Yine de vazgeçmeyeceğiz.
Evlatlarımıza, sevdiklerimize sözümüz var.
5 yıl önce bugün yanımda olup yine 5 yıl önce trenin altından açık gözleri ile bana bakan oğluma sözüm var.
Bu karanlık düzenin, tüm çirkinliklerine karşı adaleti sağlayacağız.
Giden her bir canımızı özlem ve sevgi ile anıyorum.
Geride kalmak çok zor.
(MÖ/RT)