16 Nisan 2017 Referandumu’nda seçmen nüfusunun büyük bir kesimi mevcut anayasa paketine destek verecek. Teklif reddedilirse bir “bayram havası esecek” ve bu olgu tartışılmayacak. Teklif kabul edilirse de bu tasarıya karşı yürütülen faaliyetleri şekillendiren fikri çerçeve bu olguya yol açan etmenlere ilişkin tatmin edici bir tartışmaya izin vermeyecek. Bu olumsuz tabloyu seçmenleri bu taslağı onaylamaya ittiğine inanılan etmenleri irdeleyerek açmalı. En önemsizden en önemlisine sırasıyla gidersek şu üç etmenin evet oylarının arkasındaki saiki açıkladığına ilişkin yaygın bir kanaat oluşmuş durumda: aralıksız devam eden siyasi temaşanın, gittikçe artan siyasi baskının ve Tayyip Erdoğan’ın siyasi karizmasının seçmen üzerindeki etkisi.
Temaşa:
Bu etmen bağlamında öncelikli olarak iki vaka akla geliyor. Kanlı 15 Temmuz darbe girişimi ve Hollanda krizi. Birincisi, AKP’nin başındaki kliğin 15 Temmuz’un yaratacağı ivmeye güvenerek bu işe soyunduğuna kuşku yok. Fakat geçmiş aylardaki anket sonuçlarının seyri referandum kararı alındığı ve 15 Temmuz’un daha net şekilde hatırlandığı döneme göre Evet oylarının yükseldiğini gösteriyor. Ötesi, bu acı vakanın AKP lehine olan siyasi etkisinin zayıfladığına ilişkin emare söz konusu ki referanduma kısa zaman kala ve masonik Fethullah Gülen Cemaati’yle irtibatlandırılma riski alınarak darbe girişimi soruşturmasına dönük kuşkular dillendirilmeye başlandı. Neticede, 15 Temmuz’un bir etkisi varsa bile bu etkinin AKP’ce öngörüldüğü bir hacimde olmadığı anlaşılıyor. İkincisi, Hollanda krizinin iktidarca gittikçe daha az dillendirildiğini ve spesifik olarak bu krizden ziyade “dış güçler/üst akıl” kavramlarından hareketle muğlak ve aslında mahcup bir dil tutturulduğunu görüyoruz. Diğer bir deyişle, bu krizin getirdiği kadar bir desteği Evet Cephesi’nden götürdüğü anlaşılıyor. Temaşanın çarpıcılığı ile siyasi etkisinin ömrü arasında sanki ters bir orantı söz konusu.
Baskı:
Baskı var. OHAL devam ediyor. İnsanlar işinden atıldı. Baskı küçük burjuvazinin kimi mensuplarına dokunduğu zaman (örneğin, solcu akademisyenlerin KHK’larla kovulması) daha görünür hâle geliyor, buna da kuşku yok. Fakat bu baskı daha önce yok muydu? 1990’lardan beridir Türkiye’nin her yöresinde (yani Kürt illeri, taşra kasabaları ve –siyaseten özgül ağırlığı ilk ikisinden daha az görünür fakat daha fazla olan- varoşlarda) adı konsa da konmasa da bir OHAL devam ediyordu/ediyor. Dolayısıyla, baskının önceki seçimlere nazaran bu referandumda etkisinin daha büyük olduğu saptamasına kuşkuyla yaklaşmak gerekir. Yani eğer şu koşullarda ucu küçük burjuvaziye dokumasaydı da bu baskı olacaktı ve baskı referandumda önemli bir kesimin Evet oyu kullanmasına yol açacaktı. Bu bağlamdaki mesele, siyasi baskının mevcudiyetini teslim etmek değil, baskının bilhassa yerel niteliklerini açıklayabilmek.
Karizma:
Referandumda taslağın reddini arzulayan birçoklarınca “Erdoğan’ın karizması” tasarının geniş kesimlerce desteklenmesinin arkasındaki temel etmen olarak görülüyor. Bilhassa Evet oyu vereceğini beyan edenlerin söylemindeki Erdoğan vurgusu bu kanıyı güçlendirmekte. Öte taraftan, iki “kozmik lütuf” 16 Nisan Referandumu’nda bu etmenin etkisini teşhis etmeye yardımcı olacak. Birincisi, Hayır Cephesi’nin ve AKP’nin kampanya stratejilerinin yanı sıra Devlet Bahçeli’nin 13 Nisan’da “federasyon endişesine” ilişkin çıkışı neticesinde referandum Erdoğan’ın oylanacağı bir plebisite dönüşmüş durumda. Yani referandum kararının arkasında yatan “AKP + MHP aritmetiği” kadük hâle geldi. İkinci “kozmik lütuf” ise Erdoğan’ın karizmasının “niceliğine” ilişkin 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nin sunduğu done. Bu seçimde Erdoğan seçmen nüfusunun 21 milyonunu yani sadece yüzde 38’ini sandığa götürebildi. Referandumda Evet oylarını belirleyecek başat etmen Erdoğan’ın karizması ise bu sayı yüzde 85 katılım oranı neticesinde sandığa gidenlerin yüzde 44’üne, yüzde 90 katılım neticesinde yüzde 41,5’una tekabül eder. Özetle, 2014 seçim sonucu, temcit pilavı gibi önümüze getirilen “Erdoğan sahaya indi, oylar yükseldi” açıklamasının sınırlarını ortaya koymakta çünkü 2014’de de Erdoğan “sahadaydı” ve alabildiği oy budur.
Peki Ne?
Dolayısıyla, bir taraftan, eğer Evet oyları yüzde 50’lere yakınsar veya bu oranı (az ya da çok) geçerse sandıktan temaşayla, baskıyla ve karizmayla açıklanması güç bir sonuç çıkacağını iddia edebiliriz. Nitekim bu üç etmene yapılan vurgu seçmeni Evet oyu vermeye iten saiki açıklayamıyor, sadece tarif ediyor. Öte taraftan, bu etmenlere vurgu yapan değerlendirmeler de aslında yüzde 40’lar civarında bir kesimin tercihini değil, Evet oylarının neticeyi belirleyeceği tahmin edilen bir bakiyesini anlamlandırmayı amaçlıyor. Kısacası temaşaya, baskıya ve karizmaya dönük saptamalar tariften izahata evrilemediği nispette, aslında gösterdiğinden fazlasının üstünü örtüyor.
Bu nedenle, “herkese ve her şeye inat Evet” diyecek kesimleri bu tercihe iten nedenleri bahsedilen bu üç etmende değil, bu üç etmenin siyasi tercihe tahvilini kolaylaştıran toplumsal ilişkilerde aramak gerekir. Temaşanın gündelik hayatta gündemde tutulması, baskının ferdi seviyede hissettirilmesi ve karizmanın (her türden skandala rağmen ve bu skandallar yüzünden) tekrar tekrar kurulması gerekir. Bu mecrada da ara ara dillendirdiğim ilgili iddiam ise şu: Bu dinamikleri canlı tutan temel ilişki yerel kent siyasetinde etkin, bilhassa sınai tedarik zincirlerinin alt zincirini oluşturan müteşebbislerden müteşekkil, proletaryanın artı-değer sömürüsünden kaynaklanan kızgınlığını burjuvaziden küçük burjuvaziye kaydıran bir toplumsal sınıf olarak tanımladığım faburjuvazinin proletarya üzerindeki siyasi etkisi. Diğer bir deyişle, eğer temaşa, baskı ve karizmanın bu taslağa oy verecek asgari 20 milyon seçmende bir karşılığı var ise ilgili destek bu toplumsal sınıfın bilhassa metropoller ve sanayileşen kentlerdeki proletarya üzerindeki (görülmesi ve ölçülmesi güç fakat) sürekli ve güçlü etkisinden kaynaklanmakta.
Bu toplumsal sınıfın seçimlere etkisi işçi sınıfı mahallelerindeki gündelik yaşamdaki imtiyazlı konumları nedeniyle cari siyasi gelişmeler ve siyasetçilerin kişisel hasletlerine ilişkin “makbul anlatıyı” tayin etme kapasitelerinden kaynaklanmakta. Bu kapasiteyi doğuran imtiyazlı konum ise bu sınıfın istihdam ve barınmaya ilişkin işçilerin yaşamsal koşulları üzerindeki tahakkümü ile alakalı. Faburjuvazinin bu konumunu devam ettirebilmesinin ön koşulu ise mahallelerinde solun işçilerle buluşabilmesinin önüne geçebilmek.
Bu iddiayı türlü şekillerde temellendirmek mümkün fakat önümüzde duran mesele referandum olduğu için AKP’nin başındaki kliğin kampanya süresince gerçekleştirdiği yeniden bölüşüm faaliyetlerine odaklanabiliriz. Bu bağlamda şu basit önermenin altı çizilmeli: Eğer bu referandum iktidar kliğince bir “beka sorunu” olarak görülüyorsa bu faaliyetlerin işçi sınıfının ve (geneli itibariyle) yoksul halkı tatmin edecek bir niteliğe sahip olması gerekirdi. Arızi sosyal yardımlarda bir kısım artış olduğu iddia ediliyor fakat bu tür faaliyetlerin seçmen tercihlerine etkisi tartışmalı. (Sosyal yardım-seçmen tercihi ilişkisine dair bu iddiamı İletişim Yayınları’dan bu sene yayımlanacak bir kitap bölümünde ele aldım)
Aslında işçi sınıfına yarar sağlayacak faaliyetleri bırakın, bu bağlamda hiçbir somut vaat dahi söz konusu değil. İktidar kliğinin bu tutukluğunun nedeni ise proletaryaya dönük bu tür faaliyetlerin, tam da proletaryayı yönlendirdiğine inanılan faburjuvazinin desteğine mâl olabileceği endişesi. Öte taraftan, kampanya süresince gerçekleştirilen yeniden bölüşüm faaliyetlerinin hemen tümünün işte bu küçük-ölçekli müteşebbis kesimini destekleme amacını güttüğünü iddia edebiliriz. KOBİ teşvik paketleri, istihdam seferberliği ve 53 TL’lik sağlık sigortası bu sınıfa aktarım sağlayanlar arasında akla ilk gelen üç uygulama. Teşvik paketleri bu müteşebbislere doğrudan bir kaynak aktarımı sağlamakta. İstihdam seferberliğinin pratikteki etkisi işyerindeki bir kısım işçinin sigorta giderlerinin finansmanını devlete yüklemek. 53 TL’lik sağlık sigortası ise kayıtdışı istihdamı kolaylaştıracak: İşçi gelir testi mecburiyeti olmadan, diğer türlü 250 TL’ye mâl olacak SGK primi yerine maaşından 53 TL vererek sağlık hizmetine erişebildiği için kayıtdışı istihdamı daha kolay kabul edecek.
Diğer bir deyişle, iktidar kliği rahat olmadığı bir referanduma giderken bile yeniden bölüşüme ilişkin işçi sınıfına doğrudan ve kapsayıcı fayda sağlayacak bir faaliyette ve hatta vaatte bulunmamakta. Daha da ilginci, bahsedilen uygulamaların burjuvazinin vergi yükünü arttıracak olması. Yani “yüksek siyasetteki” tüm bu toz dumana rağmen iktidardaki klik faburjuvazinin desteği için gözünü öylesine karartmış ki burjuvaziyi (bir kez daha) karşısına almaya çekinmiyor. Bölüşüm uygulamalarına ilişkin bu done bize özelde bu kliğe ve genelde Türkiye’de sağ siyasete destek veren sınıfın gücüne ilişkin fikir sunmakta. İktidar kliği bu referandumda küçük müteşebbislerin desteğine bel bağlamış durumda. Benzer şekilde, kampanya sürecinde kendisine sunulanlar ve iktisadi beklentileri neticesinde küçük müteşebbislerin iktidar kliğine verdiği destek referandumda kritik bir rol oynayacak.
Öte taraftan, referandumdan Hayır sonucunun çıkmasına neden olarak gösterilecek MHP içindeki bölünme, Saadet Partisi’nin tutumu ve AKP içinden homurdanmalar da bu bağlamda değerlendirilebilir. CHP ve hatta HDP’yi içine alan bu tür bir “mucizevi koalisyonun” bir anda doğabilmesinin arkasındaki nedenleri “rejim değişikliği endişesi”, “tek adam korkusu” ve “milli irade sevdasıyla” irtibatlandıran yaklaşımlara kuşkuyla yaklaşmalı. 2015 Haziran seçiminden itibaren küçük müteşebbislerden müteşekkil faburjuvazinin bünyesindeki çatlak büyümekte. AKP’nin başındaki kliğin sürüklemesinin de etkisiyle burjuvaziyle gerilim içine girmiş bu müteşebbislerin genişleyen bir kısmı gerilimin kendilerine iktidarın türlü yöntemlerle dağıttığı nema neticesinde kazandıklarına denk bir bedel ödettiğini gördü. Dolayısıyla, faburjuvazi içindeki bu konjonktürel ayrışma bu “mucizevi koalisyonun” kurulmasına zemin hazırladı ve sandıktan Hayır çıkma ihtimalini güçlendirdi.
Ne Yapmamalı?
Kısacası, referandum sonucunu, tarifleyici etmenler ve bakiyeler üzerinden okumak siyasi faaliyete dönük tartışmanın önünü kapatır, kapsamını daraltır. Bu nedenle, sandıktan Evet de Hayır da çıksa odaklanılması gereken mesele referandum neticesini belirleyecek ve tahminen yüzde 10 civarında kalan bu bakiyenin değil, tasarıyı destekleyecek ekseriyetin siyasi eylemlerinin arkasındaki saik olmalı. Özetle, temaşanın, baskının ve karizmanın tahlili bu yüzde 10’luk bakiyeye ilişkin fikir verir fakat tasarıyı destekleyecek 20 milyonluk ekseriyetin tutumunu değiştirebilmek için önümüze bir yol haritası koymaz.
Benzer şekilde, referandumun nedenini ve sonucunu “rejim değişikliği” ile irtibatlandıran yaklaşımlara da hem sunulan izahatın içeriği hem de siyasi stratejiyle ilişkili sorunları nedeniyle mesafeli durmak gerekir. 1990’larda “Şeriat”, 2000’lerde “Ilımlı İslam” ve 2010’larda “Rejim Değişikliği” kaygılarına yol açan olaylar farklı sınıfsal gerilimleri yansıtıyordu. Rejim değişikliğinden dem vuran anlatı ise tüm bu olayları bir torbaya koyarak ve arka arkaya dizerek siyasi ataleti besleyen bir teleolojinin yeniden üretimine katkı sunmakta. Sandıktan Hayır çıkması durumunda bu anlatının hâlihazırda yüksek olan popülerliğinin daha da artacağına kuşku yok ve bu popülerleşen anlatı siyasi rotanın tayinini güçleştirdiği ölçüde şu vahim sonucu üretiyor.
“Rejimin muhafazasını” temel hedef olarak önümüze koyan ilgili anlatı (aslında tam da bu “muhafazakâr” içeriği nedeniyle) iktidardaki mevcut kliğin alternatifi olarak zımnen diğer sağ eğilimlere işaret ediyor çünkü hedefin gerçekleştirilmesi (yani “rejimin muhafazası”) ancak sağ eğilimlerin desteği ile mümkün. Bu öyle bir anlatı ki şikâyet ettiği her ne ise onu değiştirmeye ilişkin bir strateji sunmak şöyle dursun, o olgulardan nemalanan faillerin anlatısına hizmet diyor. Yanlışlanabilir önerme sunma yükümlülüğünden (her nedense) azade olduğu için her yeni vakada geriye dönük okuma yaparak kendisini yeniden üretebiliyor. Bu sayede şikâyet edilen olguların devamlılığında bir payı olmasına rağmen ilgili olgulardan kaynaklanan şikâyetler derinleştikçe tam da bu ağırlaşan sonuçlara işaret ederek “haklılığını” kanıtlıyor.
Bu nedenle, faburjuvazi ve burjuvazinin çıkarlarını ortaklaştıracak bir program izleyerek iktidara gelecek herhangi bir yeni (sağ) klik “rejimi muhafaza” ettiği için bir “ehvenişer kahraman” olarak alkışlanacak. Fakat bu klik mevcut çatışmayı sonlandırdığı ölçüde (sol) sınıfsal muhalefetin tam da bu mevcut çatışma sayesinde elde ettiği manevra zeminini tarumar edecek. “Rejim değişikliği endişesini” Hayır’ın temel gerekçesi hâline getirmek, bu nedenle, mevcut durumda içeriğini sağ siyasetin belirlediği anlatıya katkı sunmakta ve sol siyasetin toplumsal tabanını genişletmeye dönük çabalarını da akamete uğratmakta.
Kendini solda konumlayanlar da yaşadıkları sıkıntıların boğuculuğu nedeniyle olsa gerek, iktidar kliğine karşı konum alan herkesle birlikte hareket etme refleksini gösteriyor ve bu anlatıya sarılıyorlar. Öte taraftan, bu küçük burjuva tepki de solun toplumsal tabanını genişletme hedefini örselemekte. Bu, masum bir siyasi tavır olarak kabul edilmemeli çünkü baskı hep vardı ve olacak. Küçük burjuva da elbette bu baskıdan kimi zaman payını alacak. Bu nedenle mühim olan, geçmişten ders çıkarmak ve küçük burjuvazinin “Neden Hayır?” sorusuna herkes adına cevap vermesinin önüne geçmek.
Bu bağlamda, sosyalistlerin işçi sınıfı mahallelerindeki meşakkatlerle dolu ve etkisinin görünürlüğüyle ters orantılı olduğu faaliyetlerini selamlamak gerekir çünkü bu faaliyetler “ne yapmamalı” sorusunu irdelemeyi kolaylaştırırken “ne yapmalı” sorusu üzerinde de düşünmemize yardımcı olmakta: Seçmeni Evet için sandığa götürebilen toplumsal sınıfı eylemin hedefine koyarak proletaryanın gündelik yaşam alanlarına nüfuz etmek! (UB/HK)