Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, dünkü Prag ziyaretinde, Avrupa Birliği'ne (AB) yönelik olarak, "Adama sorarlar, 54 yıldır Türkiye gibi bir ülkeyi bu kapıda niye bekletiyorsunuz? Yapamadığı, yapmadığı veya yerine getirmediği ne var? Türkiye olarak ayaklarımızın üzerinde duruyoruz. Oyalamayın, gelin bu işi bitirelim" açıklamasını yaptı.
Başbakan Erdoğan, son günlerde bir yandan da, AB yoksa Şanghay var demeye başladı. Bu durum, Türkiye İlerleme Raporu her açıklandığında tadı kaçan Ankara hükümetinin, "Kopenhag kriterleri yerine bizim de Ankara kriterlerimiz var" efelenmesini hatırlattı.
Başbakan'ın AB'ye ilişkin açıklamaları ile Şanghay 5'lisine girmekten söz eden görüşleri birbiriyle örtüşüyor. "Türkiye olarak ayaklarımız üzerine duruyoruz, bizi hala niye birliğe almıyorsunuz" cümlesinden de anlaşılacağı üzere, Başbakan, AB ile Şanghay Beşlisi denilen kuruluş arasındaki nitelik farkını ya biliyor da, bilmezden geliyor; ya da gerçekten bilmiyor!
AB'yi diğer tüm uluslararası veya bölgesel kuruluşlardan ayıran temel unsur, AB'nin bir uygarlık projesi olmasıdır. BM'nin uluslararası diplomasi kuruluşu olmasını saymazsak, diğer kuruluşlar ya iktisadi, ya askeri veya her ikisini de kapsayan kuruluşlardır.
Böylesi kuruluşların, işbirliği örgütlerinin kuruluş kapsamında ekonomik, askeri, siyasi bir yığın çıkar unsurları olabilirken; insan hakları hukukuna, özgürlüklere, adalete, onurlu yaşama, yurttaşı devlete karşı koruma gibi konulara yer yoktur! İşte AB'yi diğer kuruluşlardan farklı kılan temel, budur.
İşte AB İlerleme Raporları'nı çöpe atan kafa ile AB'yi salt kalkınmacı ve ekonomik işbirliği örgütü olarak gören kafa aynıdır. Ankara hükümetlerinin öteden beri AB memnuniyetsizliğinin altında AB müktesebatının devlet/toplum/birey ilişkisini kapsayan hukuku yatmaktadır. Bu gerçeklik, Ankara'nın işine gelmiyor!
Sonra da, "Adama sorarlar" diye AB'ye diskur çekiliyor.
Yapmadığımız, yerine getirmediğimiz ne var da, bizi 54 yıldır kapıda bekletiyorsunuz diyerek AB'ye sitem eden Başbakan'a; yaptığınız, yerine getirdiğiniz ne var diye sormak gerekiyor! Öyle ya, AB sadist mi ki, tam üyeliğe almamakla Türkiye üzerinden sadistlik duygularını tatmin ediyor?
Türkiye'nin AB müktesebatına uyum sağlayarak tam üye olması yolunda AB, her yıl Türkiye için İlerleme Raporu tanzim ediyor. Orada nelerin yapıldığı ve nelerin yapılmadığı ve nelerin yapılması gerektiği hususları maddeler halinde ifade ediliyor.
Türkiye'nin gerek AB için ve gerekse özellikle kendi insanı/toplumu için yapmadıklarından bir kısmını Başbakana hatırlatacak olursak:
"Adama sorarlar!"
- Darbe anayasası yürürlükte değil mi?
- Kürt meselesi çözüldü mü?
- Azınlık hakları ve sorunlarının çözümü konusunda gelişme sağlandı mı?
- Kadın ve çocuk hakları sorunları çözüldü mü?
- Din ve inanç özgürlüğü ve güvencesi alanında gelişme sağlandı mı?
- Alevilerin talepleri karşılandı mı?
- Basın/yayın özgürlüğünün önündeki engeller kaldırıldı mı?
- Türk Ceza Kanunu, AB kriterlerine uyumlu hale getirildi mi?
- Askeri yargı hala yerinde durmuyor mu?
- Yargı ve adalet sistemindeki insan haklarına aykırılıklar giderildi mi?
- İnsan hakları alanında suç işleyen devlet görevlilerinin yargılanmasına ilişkin mevzuat düzeltildi mi?
- Yolsuzlukları önlemek için gerekli yasal ve kurumsal tedbirler alındı mı ve uygulanıyor mu?
- Mali sistem şeffaf mı?
- Cezaevlerinin standartları BM standartlarına uyumlu hale getirildi mi?
- Çalışma koşulları ILO standartlarına uyumlu hale getirildi mi?
- Temsilde adaletin sağlanması için seçim barajı makul seviyeye düşürüldü mü?
- Vergi sistemi düzeltildi mi? Dolaylı vergiler, AB standartlarına getirildi mi?
Daha bir yığın madde sayılabilir. Bütün bunlar, Türkiye'nin demokratik bir ülke haline gelmesi noktasında toplanıyor. Türkiye'nin demokratik bir ülke olması, devletin ceberutluğuna son verilmesi; yurttaşın devlete değil, devletin yurttaşa tabi olması demektir.
Dolayısıyla demokratik bir ülkenin iktidarı da demokratik olur. O zaman yürütme güçleri ve yürütmenin başı, keyfi açıklamalar, dayatmalar yapamaz.
Örneğin, Başbakan Erdoğan çıkıp bugünlerde Topçu Kışlası projesini reddeden Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun kararını da ben reddediyorum diyemez! Sonra da, Prag'da AB için, bizi 54 yıldır kapıda bekletmeye hakkınız yok diyebiliyor.
AB'ye girmekle Türkiye'de iktidar olma biçiminin dayanılmaz keyfiliğinin, egosunun ve güç ilişkisinin sarsılacağını, değişeceğini bilen dünün veya bugünün muktedirleri, öteden beri AB'ye tam üye olma yolunda yürümediler.
Daha dün, vesayet rejiminin görünürdeki kişileri, Batı'ya karşı Rusya/Çin ekseninde işbirliğini öneriyorlardı.
İlginçtir, vesayet rejiminin karşısında yer alan Başbakan Erdoğan'da bugün, Şanghay Beşlisi'nden söz ederek aynı çizgide olduğunu gösteriyor. Demek ki mesele, iktidara gelenler farklı olsa da, iktidar etme mantığı aynı olabiliyor! (HŞ/HK)