Dün bir rüya gördüm.
Evimde oturuyordum. Bu sefer nedense yerde yemek yiyorum. Bizim evde masa var aslında. Hem mutfakta hem salonda. Ama rüyamda nedense yerde yemek yiyordum.
Aslında bir kızım Deniz var benim. Ama rüyamda üç çocuğum vardı. Neden bilmiyorum.
Rüyamda kahvaltı yapıyorduk. Yer sofrasında… Çocuklarım yanımdaydı. Yanı başımda. Öylece oturmuş kahvaltı yapıyorduk.
Rüyamda kendi evimizde olmadığımızı gördüm sonra. Evimiz yasaklı sokaktaymış. Yerimizden, evimizden, yurdumuzdan sökülmüşüz meğer. Neyse ki yakındayız evimize. Kopmamışız çok. Çoluk çocuk, zor yoksa. Yakınlarda oturan akrabalarımız varmış sağ olsun.
Sağ olsun…
Evdeydik diyorum yahu, bildiğiniz evdeydik. Yasaklı sokakta falan da değildik. Evde oturmuş, buraların çok sevdiğim söylemiyle; “Ailecek oturmuştuk, kendimize kahvaltı yapıyorduk.”
Rüyam bir karardı sonra. Çocuklarım yanımdaydı. Çocuklarım. Çocuklarım sağ olsun.
***
Nusaybin’deki arkadaşlarımız yılbaşında bize geldiler. Şimdi gidilemeyen güzelim Sur içinin, Sülüklü Hanı vardır. Bilenler bilir, güzeller güzeli insanların kooperatif gibi, komün gibi hep beraber işlettiği şahane bir mekan(dı). Arkadaşlar gelirken, evde özel güne sakladıkları Sülüklü şarabını getirmişler. Hep birlikte Ortadoğu’nun üzümünü, Ortadoğu’nun hüznüne çevirdik, yılbaşı kutlama-ma-sı yaparken.
Bu senenin çöpe gittiğini düşünen öğretmen arkadaşım gerçekten bir rüya görmüş geçende. Rüyasında Nusaybin’e batıdan gelen bir heyetle sohbet ediyormuş. Arkadaşıma bu sene eğitim öğretim yılından ne beklediğini sormuşlar heyettekiler.
Arkadaşım can bir insandır. Çoluğuna çocuğuna nasıl titrerse, öğrencilerine de öyle titrer. Bulur buluşturur, toplar eder durmadan öğrencilerine hediyeler verir her fırsatta, yüzlerinde bir gülüş görebilmek için. Okusunlar, öğrensinler, okulu sevsinler, öğrenmeyi sevsinler ister.
Pek gelen olmadı ya malum daha Nusaybin’e, kadıncağız da anca rüyasında görmüş gelen heyeti neylesin. Demiş ki rüyasında gelen heyettekilerin sorusuna “Ölmesinler, sağ olsunlar, sağ kalsınlar yeter. Daha ne bekleyim ben bu seneden”.
Ben fotoğraflara bakmam. Videoları seyretmem. Her gidenin kendi kişisel öyküsünü okumam, okuyamam. Kaldırmıyor bünyem. Gözümün önünden gitmiyor gülüşleri sonra.
İdareli kullanması gerek insanın kendini. Öyle öğretti hayat bana. Devam edebilmek için, idareli yaşamak gerek. Ölmemek, sağ kalmak lazım bu kış, malum sert geçiyor.
Fakat ben çok merak ediyorum, herkesler mi idareli kullanıyor memlekette kendini. Bana soran olursa, soran olur mu bilmem de, sormazsanız da rüyamda görür yanıtlarım ben de, yani bana soracak olursanız özetle; yeter artık, bu kadar idareli kullanmayın kendinizi yeter. Kimse mi bakmıyor o fotoğraflara, yerdeki sofradaki tuz musunuz, eridiniz mi ilk yağmurda. Kimse izlemiyor mu o videoları, bombaları…
Hayko Bağdat geçen bir TV programında duygusal kopuş mevzusuna dedi ki “Öldük biz be, öldük! Ne duygusal kopuşu”. Haklı ha, haklı. Böyle koca bir kaya gibi oturdu yüreğime sözü. Kuşkusuz muhtemelen çok bir şey ifade etmez ama tanımam da kendisini hatta fakat; “Özür dilerim Hayko senden. Bütün kalbimle”.
Bütün bu olanların ortasında yine de, bir yandan umut her yerde. Ne güzel, başladı batıdakiler buralara gelmeye. Daha da çok gelseler keşke. Görmek, temas etmek çok kıymetli. Burada alınan her nefes, nasıl yazılan bir satıra dönüşüyor görüyoruz. Hem az değil, buradakiler için öyle önemli ki her gelen. Hem rüyalara sığıştırmamak lazım dayanışmayı. (ÖDM/HK)
* Fotoğraf: Rauf Maltaş - Diyarbakır / AA