Baskın Oran’ın önceki hafta Radikal İki’de yayımlanan yazısı, (10 Şubat 2008 - İki Dinin Kıskacında Türkiye) bizim buraları esir alan poyrazın sertliğindeydi. Ve bu sertlik ufuk açıcıydı, sizi bilemem ama bana da iyi geldi.
O bildik üslubun verdiği şenlikli havayla garip bir şekilde daha da derinleşen ciddi meselelerin yer aldığı yazının bütünlüğünü bozmak pahasına bilhassa Türkiye’de “ev kızları”nın sayısının ne kadar çok olduğunu hatırlatan araştırmayla ilişkili olarak gördüğüm paragraf, aslında yaşanan örtü (tüm biçimleri reddedip sadece örtü demek istiyorum) karmaşasının temel mevzularından biri olduğu için önemliydi, alıntılıyorum:
Anlamıyorlar ki Mülkiye’deki “Milliyetçilik, küreselleşme, azınlıklar” dersine bu kızların girememesinin anlamı, kendileri gibi türbanlı yavrular doğurmak üzere evde koca beklemeleridir.
Evde koca beklemek kısmını hazmetmek zor gerçi, topyekun bir bekleme halini düşünemiyorum. Ama bunun daha çok simgesel bir kullanım olduğunu varsayarsak, “ev”de olmanın, duvarları sıvalarını dökünceye kadar silip parlatmanın işe yaramadığı bir güvenli(!) kutu içine koca bir hayat sığdırmanın, her şeyle ama örtüyle de birebir ilişkisi olduğunun farkında değil miydi kadınlar? Elbette biliyorlardı. Kuytu köşelerde, hiç yerinden kımıldamayan "vitrin"in arkasında, hiç kullanılmayan "misafir odaları"nın kapalı kapısının ardında, sandık içlerinde, "yüklük"lerde, tüm o ıvır zıvırın arasında homurdanıp duran bu “eviçibilgi”yi göz ardı ettiklerini de nereden çıkarıyoruz? Bu bilgiyi her daim göz ardı edenlerdir zaten anlamayanlar.
İçinden hiç çıkılmayan olarak ev
Ursula K. Le Guin’in deyişiyle, "Bir ev temelde içeriden oluşur; ev böyle bir şeydir, dışarıdan içine gelinecek bir şey."(1) Güzel bir tanımlama, öyle değil mi? Huzur verici. Bu ülkede kadınların büyük bir kısmı içinse ev böyle bir şey değildir. Aynı zamanda örtülü ya da örtüsüz demek zorunda bırakıldığımız pek çok kadın için, yani Baskın Oran’ın tam da işaret ettiği yerde ev, içinden hiç çıkılmayandır. Baskı kulesidir. O evden çıkmanın /kaçmanın /kurtulmanın yolu genelde başka bir hanenin yoluyla kesişir.
Dişi anlamlar yüklenir eve. Ne de olsa tüm gün-tüm hayat orada geçer. Oysa erkektir evin/dünyanın halesini belirleyen. Geriye kalanları kadınlar alabilirler; ev işleri, el işleri, duygusal işler... Kadınların dışarıda olmasını bir şans olarak görmek ve bunun hemen tüm sorunları çözdüğünü yazmak safdillik olur. Feminizm bunlar için var.
Seçim vakti
Diyelim ki, her şeyin birbirine girdiği şu ortamda üniversiteye kadar gelmiş genç bir kadının kendi iradesiyle başına/bedenine sardığı örtüyü, evden dışarı çıkmasının –en iyi ihtimalle- bir aracı olarak düşünmenin ve üniversiteye de o şekilde girmesini savunmanın yanlış bir tarafı yoktur. Yaşadığımız üzere kaotik neticeleri olsa da yasaklamanın ol-a-mayacağı bir noktaya geldik çünkü. Ama bu anlamda çözüm bekleyen pek çok sorun var.
Küçük birer kızken evin içinde kalmayı, beklemeyi ve hayatlarını ilelebet başkalarına vakfetmeyi öğrenirken, bir yandan da örtünün altına girmeye zorlanan- başka türlüsü mümkün olabilir mi?- kadınlar, seçim yapacak vakit geldiğinde ne kadar dürüst davranabilirler kendilerine? Ya seçim vakti hiç gelmezse, gelmediyse? Ya da o vakit kendi çocuklarına/kızlarına da yetişmezse?
Soruları, dini inancı referans alarak cevaplamak nedense beni rahatlatmıyor. Özgürlükten hiç bahsetmiyoruz bile. AKP hükümetinin bir tür nakarat haline getirdiği, MHP’nin de tez elden katıldığı cephenin istediği şey kadınların özgürlüğü müdür?
Hatırı sayılır bir nüfusun yerlerinden hiç kıpırdamaması, eğitim ve öğretimde, kültürel ve sosyal alanda silik birer gölge olarak kalması değil midir asıl istenen? Tüm bunlar karşısında elbette susmuyor kadınlar. Ama başkalarının ve kendilerinin temel hak ve özgürlüklerini savunan kadınlar bu nüfusun çok az bir kesimini oluşturuyor.
Başta söz ettiğim, o bilginin, bölük pörçük homurtuların, ufak tefek yakınmaların ve belki öfkenin de kullanılacağı alanlar yaratılabilirse her şey bu kadar kolay yapılamaz. İşte bu yüzden Ertuğrul Kürkçü’nün dediği gibi, karşı karşıya kaldığımız mesele yalnızca bir laiklik meselesi, bir hukuk konusu değil toplumsal kurtuluşla ilgilidir.(2)
Kısaca bazılarının lanetleyerek küçümsediği gibi “bir bez parçası”nın bize ettikleri değil, çok daha büyük bir meseledir. Çünkü kadınlar üzerinden yapılan siyasetle, beden politikalarıyla, inançla/inançsızlıkla, emekle, hayatla ve nihayetinde erkek egemen sistemle ilgilidir. (TBÖ/TK)
(1) bianet; “Öyküyü öykü yapan nedir?” Le Guin’in konuşma metnini çeviren Tolga Korkut; 10/11/2007
(2) bianet/Sosyalist Emek; Ertuğrul Kürkçü; "Kadınlara Askerden, Sağcıdan Fayda Yok!"