Fotoğraf: Anadolu Ajansı
Bu yıl TBMM’nin kuruluşunun 100. yılı "kutlandı".
Ancak Türkiye’nin meclis ve anayasa deneyimi Cumhuriyet öncesine dayanır. I. Meşrutiyetle (1876) açılan, 11 Nisan 1920 yılına kadar çeşitli aralıklarla devam eden Meclis-i Mebussan vardı.
Cumhuriyet’in meclisi ise Cumhuriyet'ten 3 yıl önce Türkiye Büyük Millet Meclisi adıyla 23 Nisan 1920 tarihinde Ankara’da kuruldu. Ankara’da bir meclisin kurulması, İstanbul’un işgaliyle 11 Nisan 1920’de kapatılan Meclis-i Mebussa’nın yerine değil, tersine ona bir alternatif olarak kuruldu.
Ankara’da meclisin kurulması Ankara merkezli gücün izleyeceği politik hattın başlangıcını oluşturuyordu. Bu hattın ilerleyişi, eninde sonunda İstanbul merkezini ve padişahlığı ilgaya varacaktı ki, kısa süre sonra bu sonuca varıldı.
Tarih ve politika görüşünü Osmanlı-Cumhuriyet ikilemine sıkıştıran ve politik modellemelerini yine II. Abdülhamit ile M. Kemal kişiliği ikilemi üzerine kuran AKP kesimlerinin bir simge haline gelmiş olan “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı”na mesafeli yaklaşmaları bu yüzdendir. Bu ikilemin diğer tarafı da Kemalistler, ulusalcılar kesimidir. Tarihin ve politikanın bu etki tepki ilişkisi üzerine kurulmasının getirdiği sıkışmışlık ve sığlık, tarafları aktive ederek demokratikleşmenin önündeki büyük engeli oluşturdu.
Demek ki TBMM’nin varlık esaslarından biri, iktidar mücadelesinin meşruiyetini sağlayan bir organ olmasıydı. Bu meşruiyeti tescilleyen bir diğer olay da Meclisin Cumhuriyet’ten (yani yönetim biçiminden) önce kurulmasıdır.
Birinci Dünya Savaşı sonrasının alabildiğine zor koşullarında Yunan işgalini bertaraf etme, padişahlığı ilga etme, yoksul ve yoksun bir ülkede toparlanmaya çalışma sürecinde TBMM hep devredeydi. Yani meclis kapanmadı ve birçok şey meclis kararıyla oldu.
Tek parti yönetimi, bu yönetimin TBMM’yi belirlemesi, parti devlet örtüşmesi gibi birçok açıdan dönemin yönetim biçimi eleştirilebilir. Ancak burada esas olan bir nokta vardır ki, bugüne kadar ülkemizde yeterli demokratik bir temsil sistemi ve meclis oluşmasa da çok partili sisteme geçişle birlikte demokratik bir adım atıldı. O günden bu yana inişli çıkışlı (darbeler) dönemler yaşansa da demokratik kazanımlar için meclis, önemli bir zemin oluşturmaktadır.
Tarihin cilvesi mi diyelim; TBMM’de toplumun hemen tüm kesimlerinin temsilcilerinin olması, kararların tartışılarak belli hukuki çerçevelerde alınması, yürütmenin bir yasama organı olarak meclise karşı sorumlu olması, meclisin güçlenmesi, kısacası TBMM’nin giderek demokratikleşmesi beklenirken, tam tersine, 16 Nisan 2017 tarihinde oylaması yapılan Anayasa değişikliği maddeleriyle meclisin yetkileri tırpanlandı, tek kişi egemenliğinde meclise karşı sorumsuz ve daha çok kararnamelerle iş yapan bir yürütme (Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi) oluştu. Bunlarda yetmezmiş gibi tek kişi yönetimi, TBMM’de tasfiyeler yaptı.
Bu koşullarda farklı dönemlerde farklı adlarla anılan, ama 1980’den bu yana tam adıyla "23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı" kutlaması yapıldı. Ulusal egemenlik kimin elinde? TBMM’nin neredeyse bir noter gibi tasdik organı vasfına indirgenmiş yapısının neresinde ulusal egemenlik var?
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı bu sene korona virüs nedeniyle herkesin balkonlardan bayrak sallamasını ve İstiklal Marşı’nı okumasını istedi. Diğer partiler de buna uydular. Acı olan şudur; Meclisi etkisizleştirenler ve buna karşı pasif kalan muhalefet, işin esası olan Meclis üzerindeki otoriter varlığı, vatandaşların İstiklal Marşı söylemesiyle örtüyorlar. Güya 23 Nisan kutluyorlar!
Hâlbuki “Yetki Meclise” denilmenin günü, bugündü! Muhalefet partileri hiç değilse Meclis kapısına “Yetki Meclise” çelengi bıraksalardı veya Meclis binasındaki oturumda böyle bir pankart açsalardı.
Cumhuriyet Niye Yıkılmıyor (muş) ?
TBMM’nin 100. kuruluş yıldönümünden olsa gerek, Cumhuriyet niye yıkılmıyor sorusunu ortaya atanlar var. "Onca ülkede sistemler değişti ama bazı sarsıntılar geçirsek de bizdeki Cumhuriyet dimdik ayakta" diyorlar. Cumhuriyet'in ayakta oluşunun nedeni olarak da Cumhuriyet’in TBMM tarafından kurulduğunu söylüyorlar. Yani Meclisin varlığı ve halkın meclisin varlığına sahip çıkması, Cumhuriyet'in teminatı oluyormuş. Sanki o yıkılan sistemlerde meclis yokmuş veya halkın meclisine sahip çıkmayışıyla yıkılmış gibi bir çarpıtmayla sistem güzellemesi yapılıyor.
Cumhuriyet’in yıkılmamasını sistemin iyi olduğuna ve meclise bağlamak hem sorunun saçma oluşunun hem de toplumsal sorunların üzerini örtmektir.
Soru saçmadır çünkü toplumsal sorunların kaynağı cumhuriyet değildir ve çözümü için cumhuriyetin yıkılmasına da gerek yoktur. Bazı marjinal siyasetleri saymazsak genel olarak hiçbir siyasal, toplumsal hareket de Cumhuriyeti yıkmayı hedeflememiştir. Sorun cumhuriyet sorunu değil, demokrasi sorunudur.
Biçimsel (Kavramı adıyla sınırlayan) düzeyde cumhuriyetten söz etmek yanıltıcıdır. İçerik önemlidir. Diktatörlüğün olduğu birçok ülkenin adı da cumhuriyettir. Demokrasinin olduğu kimi ülkelerin adında cumhuriyet yoktur. Bunlar yakın geçmişte tartışılmış, tüketilmiş konular. Ancak yeri geldiği için hafıza tazeleme babında yazıyorum.
Meclisin yetkilerinin alabildiğine kısıtlandığı, yürütmenin sorumsuz kılındığı ve 6 milyon oy almış bir partinin (HDP’nin) meclisteki kimi temsilcilerinin hapislere atıldığı bir ortamda, Cumhuriyet ve TBMM üzerine övgüler dizmek, cambaza bak hikâyesini hatırlatıyor.
TBMM’nin karakteristiği olan “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sözünün temsili demokrasiyle icrasına katlanamayanlar, egemenliği Sarayın çatısı altına sokarak Türkiye’deki demokratikleşme sürecini, bırakın frenlemeyi, gerilettiler bile!
Bütün bu olanların da gösterdiği gibi sorun cumhuriyet değil, demokrasi sorunudur. Bir diğer deyişle sorun sistemin adında değil, içeriğinde yatmaktadır!
23Nisan’ın bir diğer boyutu da Çocuk Bayramıdır. Çocukları bürokrasinin koltuklarına oturtarak “Ne yapmak istiyorsun, emret yapalım” gibi, çocuk psikolojisine uygun olmayan ve tamamen samimiyetsiz bir mizansenden ibaret saçmalıklara son verilmesi yerinde bir karardır.
23 Nisan, çocuklar için bir bayram olduğu gibi, çocuk hakları ve sağlığı üzerinde doğru kararlar almanın bir vesilesi olarak da kutlanmalı.
NOT: Bugün 24 Nisan. İttihat Terakki’nin 1915 yılı 24 Nisan’ında Ermeni Tehcir kararını aldığı gün. Tarihi bir felaketin, fecaatin ve trajedinin günü. Rastlantı bu ya; ay itibariyle 23 Nisan ve bir gün sonra 24 Nisan. Bu her iki günün tarihimizdeki belirleyiciliğini, etkilerini bilmeden yapılan günümüz politik analizleri eksik veya yanlış olacaktır.
Trajedinin kurbanlarına saygıyla… (HŞ/EMK)