Nusret bir kasap ve restoran zincirleri sahibi. 34 yaşında. Köpekleri çok seviyor. İnekleri sevdiği gibi değil ama, sanırım. Bıçaklar, bayraklar, ünlüler, ölü hayvanlar… Nusret’in Instagram hesabının anahtar kelimeleri bunlar herhalde. Seveni, küçümseyeni, nefret edeni, öveni, hakaret edeni çok. İstanbul, Ankara, Bodrum, Marmaris, Abu Dhabi ve Dubai’den sonra, Nusret’in rotasında Londra ve New York varmış. Ölü ve diri hayvanlara, kadınlara yaklaşımını, yani ülkece bizim yaklaşımımızı okyanus ötesine de taşıyabilecek mi bakalım Nusret…
Etle zaten bu ülkede ve dünyada evet, sado-mazo bir ilişki içindeyiz. Sadizm kısmı, bölünmüş ve doyumu ertelenmiş bir sadizm [1]. Sadece keserken değil, doğduktan sonraki ilk üç saatte annesinden ayırarak, hareket alanını daraltarak, hapsederek, gün yüzü göstermediğimiz ineğin hayatı erkekler için 6 ay, dişiler için 4 yıl süren bir zamana yayılmış bir işkence. Pişirdiğimiz, kokusuna endorfin salgıladığımız, yerken gülümsediğimiz bölümü de ertelenmiş doyumumuz. Kişisel sağlığımız için zararlı; etik çelişkilerimize bir tane daha eklediğimiz için psişemiz için zararlı; sera gazlarını artırdığı için gezegenimiz için zararlı hayvanı tüketişimiz de mazoşizm kısmı.
Nusret, sadece sattığı hayvan etlerinin fiyatıyla ünlü olmadı. Etin hazırlanışıyla, birkaç imza sunumuyla, hem pişirip hem kendi servis etmesiyle ve en önemlisi “rare” (az) pişmiş eti en çok sayıda insana afiyetle yedirebilmesiyle ünlü oldu.
Nusret’in birkaç sunuş şeklinden birini ve hayvanın beden bölgesini seçtikten sonra standart olarak etin size servis edilişi, aksini istemediğiniz takdirde çiğ ve kanlıydı. Ve evet, İstanbul, kesme tahtası üzerinde, testeremsi bir bıçak yardımıyla çiğ hayvan yemeyi sevdiğine karar verince, Nusret önlenemez yükselişine geçti.
Nusret milliyetçi erkek şovenizmini, inekleri dokunarak seçtiğini (eskiden cesetleri, şimdi ise kendi çiftliği var, dolayısıyla canlısını seçiyordur) pişirmek istediği bir dana bedeni gördüğünde insanların arzuladıkları bir kadını gördüklerindeki hisleri yaşadığını, herkesin kendinden bir marka yaratması, yaptığı işe bir hikaye ataması gerektiğini düşündüğünü, ünlülerle fotoğraf çektirirkenki ergen heyecanını, insanları kışkırtarak ünlü olma isteğini, geçmişiyle bugünü arasındaki uçurumu, kamera karşısında büründüğü planlı mafyöz karakteri zaten saklamıyordu.
Önceleri Nusret’in paylaştığı görüntüler beni de çok rahatsız etmişti. Sonra her gün hayvan yiyen narin ve seçkin bünyeleri rencide ettiğini, onları hayvan yemekten soğuttuğunu yazdıklarını görünce, tekrar düşünmeye başladım. Hayvanların hissedebilir canlılar olduğu gerçeği soğutamıyordu onları hayvan yemekten ama, Nusret yapabiliyordu bunu. Hayvan cesedinin poposuna şaplak atan Nusret, anüsüne gül sokan Nusret, keseceği kuzuyu okşayan Nusret, ceset fotoğraflarını “parçala beni dedi” diye altyazılayan Nusret, kürk giyen Nusret, eşeğe binen Nusret, henüz canlı hayvanı keserken videosunu yüklememiş ama kuşkusuz bir gün onu da yapabilecek olan Nusret…
Hayır, peynir nereden geliyor sanıyordu herkes? İneğin anüsüne (Nusret’in fotoğrafındaki gibi bir demet gül değil ama) bir adam kolu (tümü) ve vajinasına ortalama 40 santimetrelik bir tohumlama pistolesi girmiyor mu; kafası hareket edemesin diye demirlere kıstırılmıyor mu? Her peynirin arkasında rutinleşmiş ve normalleştirilmiş ama hassas bünyeleri rencide etmeyen bir sapkınlık yok mu?
Bununla beraber, kadınlarla fotoğraf çektirdiğinde aklına çeşitli cinsel fantezilerini onlara atfetmekten başka bir seçenek gelmediğini de saklamış değil. Restoranına gelen bazı kadınlarla çektirdiği fotoğrafların altyazıları şu şekilde: “No money no honey dedi”, “Sandviç sever misin dediler” (iki kadınlı fotoğraf), “sana da saksafon çalayım mı dedi”, “kutumu parçalar mısın dedi”, “vurur yüzüne ifadesi, bana da saplar mısın bitanesi dedi”, “herkes bize biz sana dediler” (4 kadınlı fotoğraf), “etin dibini bulmuş tek adamsın dediler”, “tüylü mü seversin tüysüz mü dedi”, “et ete değecek dedi”, “bana pıçak koleksiyonunu gösterir misin dedi”, “fena pert ediyorsun dediler” (beş kadınlı fotoğraf). Bu altyazılar genelde yabancı kadınlarla fotoğraflarına eşlik ediyor; Türkiyeliler dünya ahiret bacısı herhalde. Artık bunları dediler mi demediler mi bilemeyeceğiz, fakat Galatasaraylı futbolcu Burak’la fotoğrafının “gitmeden son bir kez yedirir misin dedi” altyazısına gelen tepkiler üzerine, Nusret bu fotoğrafı kaldırmış. Herkesin onun gönüllü mazo seks kölesi olduğunu varsayan Nusret’in bir ağız alışkanlığı olsa gerek bu gaf.
Nusret’in etle ve hayvanlarla videolarında da herkesi rahatsız eden pornografik bir ton var, kendisi de defalarca ete aşık olduğunu söyledi zaten. Sapkın bir geleneğin, sapkın endüstrisinin, sapkın bir ürünü Nusret. Üzgünüm ama daha dürüst. Çünkü mal statüsünde olan bir nesneye istediğini yapabilirsin. Ölüye saygı göstersin! Güzel bir hayal. Malın ölü ve dirisi mi olur; diriyken ya da ölüyken bir hakkı mı olur? Keşke canlıların mal statüsünde olmasına hep beraber karşı çıkaydık da, Nusret’le ömrümüz boyunca tanışmaz olaydık. Fakat şu halde ve koşulda, onu iteleyemeyiz. Kendimizi ondan bu kadar kolay ayrıştıramayız. Etin Cinsel Politikası adlı kitabında Carol J. Adams’ın da yazdığı gibi etle ilişkimizi zaten “kayıp göndergeler” belirliyor. Bu et hangi bedenin neresinden geldi, hangi bireye tekabül ediyor, kim, onu nasıl öldürdü… Nusret o kaybolan göndergenin vücut bulmuş hali. Süregelen bu kayıp gönderge sisteminin örtüsünü aralıyor aslında. Belki de o yüzden vicdanları rahatsız ediyor.
Hiçbir mezbaha, süt endüstrisi gerçeğini (tesisleri ellerini kollarını sallayarak gezebilecekken) dert edinmemiş birçok insanın Nusret’ten tiksinmesinin nedeni ne Nusret’in hayvanlarla ilişkisi ne de duydukları vicdan azabı hayvan haklarıyla ilintili. Nusret’i avam buluyorlar, sonradan görme, görgüsüz, müfrit… Et tüketiminin ve gösterişinin ifratı olur elbette ama cinayetin ifratı pek tutarlı bir kavram değil. Aristoteles’e göre erdem, iki ifrat arasındaki ortadır. Cinayet istisnalardan biridir. Az cinayet ya da çok cinayet olmaz. Zaten cinayetin kendisine karşı çıktığımız an, et tüketimindeki ve gösterişindeki ifrat ortadan kalkar.
Nusret de zaten kendisine karşı genel rahatsızlığın farkında olduğu için sık sık müşterilere kendilerini önemli hissettirmenin yollarından söz ediyor. “Kimin ne yediğini hiç unutmam, içeri girdiklerinde hoşgeldiniz Ahmet bey derim ki, misafirlerinin yanında kendini önemli hissetsin” diyor.
Hayvanlarla sapkın ilişkimizi perde önünde yaşayarak ününe ün kattı Nusret. Bu, Nusret’ten ziyade bizim hakkımızda ipucu veriyor. Steril, rafine ve perde arkasında üretim bizi rencide etmiyor. Varsın Nusret etsin, edebiliyorsa. Sonra bir gün aklımıza gelir belki, anüsüne gül sokulmamış da olsa, poposuna şaplak atılmamış da olsa, tabağımdaki hisseden, korkan, rüya gören bir hayvandı. Ben onu mal ettim ve yedim. Artık yok. (CÖÖ/ÇT)
[1] Bu yazıda geçen “Dışarıdan bakan biri sadece Nusret’i izlese, bizim bu ülkede ezelden beri et fetişisti olduğumuzu; etlerle sado-mazo bir ilişki sürdürdüğümüzü düşünebilir” cümlesinden aklıma geldi.
* Bu yazı ilk olarak HayvanlarınAynasında blogunda yayınlandı.