İstanbul’da yaşamayan, ana akım medyanın görmezden geldiği Gezi Parkı direnişini sosyal medyadan takip etmeye çalışan bizler “Ne yapmalı?” sorusunu sormaya başladık kendimize. Çoğumuz neyi, nasıl yapacağını bilmiyor, ne yapmalı da İstanbul’a gitmeli sorusuna cevap bulmaya çalışıyordu.
Sosyal medyadan takip ediyorduk Taksim’de olup biteni. Sinirliydik, kaygılıydık ve elimizden bir şey gelmediği için de kendimize kızıyorduk.
“Gezi’de değilsen Eti’de ol”
Sonra aramızdan güzel bir insan çıkıp cesaret gösterdi de Eskişehir’de de Gezi Parkı için toplanıldı. “Acaba” ile bir parça da korkuyla başlayan etkinlik haberi sosyal medyada hızla yayıldı. Pek çok kişi faşizme hayır demek, Taksim’e sesini duyurmak üzere örgütlendi.
Saat 19.00’u gösterdiğinden pek çok kişi elinde pankartlar, dilinde sloganlarla Eti Park’taydı. Afişleme yapanlara yardım eden sokak çocukları, temsili bir çadır, dilinde direniş, yüreğinde umut olan kişiler vardı alanda. “Her yer taksim her yer direniş” sloganlarıyla başladı Eskişehir’de Gezi Parkı’na destek eylemi.
Şarkılar söylendi, şiirler okundu, sloganlar atıldı, film gösterimleri yapıldı. Herkesin dilinde Taksim’de yaşanan faşizmin boyutu, polisin uyguladığı şiddet, hükümetin tüm bunlara göz yumması ve ana akım medyanın nasıl olup da her şeyi nasıl olup da görmezden geldiği vardı.
“Astımı olan varsa…”
Her şey sessiz sakin giderken grup halinde AKP il binasına yürümek isteyen grubun karşısına çıktı o ana dek ortada görünmeyen polis. “Astımı olan varsa gitsin” dediğinde polis, anladık ki geliyor biber gaz. Limonları çıkartıp cebimizden bölüştük. Beklenen oldu, hiçbir uyarı yapılmadan gaz ve tazyikli su atıldı üzerimize.
Ara sokaklardan Doktorlar Caddesi’ne çıktık slogan atmaya devam ederek. Caddenin başında yeniden bir müdahalede bulundu polis. Sakinleşir gibi oldu ortalık sonrasında.
“Eve gidip de haberimi yazayım” dedim ve eve geldim. Derken Üniversite Caddesi’nde slogan seslerini duyunca sadece fotoğraf makinemi aldım ve fırladım sokağa. Yanımda ne telefonum, ne kimliğim vardı.
Çok geçmeden polis tomasıyla, gazıyla çıktı meydana. Bir apartmana sığındım. Kronik astımım sağ olsun, öksürük krizine girdim. Ortalık biraz durulur gibi olunca koşa koşa eve geldim. Ve gördüm ki annem eve ona yakın kişiyi almış. Limon veriyor, sütle yüzlerini yıkıyor.
Öğrenci evinde elli üç kişi
Evim Üniversite Caddesi üzerinde olduğu için olan biteni rahatlıkla gözlemleyebildik. Baktık ki olacak gibi değil babamla aşağıya inip apartman kapısında “Arkadaşlar gelin buraya” diye bağırıp pek çok kişiyi eve çıkardık. Karşı daireyle birlikte gece boyu pek çok kişiyi misafir ettik.
Gazdan etkilenenlere limon gazı verdik, sütle yüzlerini yıkadık. Kendilerine gelenler aşağıya inip direnişe devam etti. Bense kapıda durup yaralıları ve polis şiddetinden nasibini alanları içeriye almaya devam ettim.
Muhabir yanım “Aşağıya in İrem, fotoğraf çekmen, olayların içinde olman gerek” dese de “İnsanları evine almaya devam et İrem, yaralarını temizle, onlara yardım et” dedi. Ve kazanan da ikinci tarafım oldu.
Pek çok kişi geldi gitti eve gece boyunca. Yemeğimizi, limonumuzu, sütümüzü, sabrımızı, öfkemizi paylaştık. Bir ara kapı çaldı, başı ve boynu kanlar içerisinde iki kişi duruyordu kapıda. Ne yapacağımızı şaşırdık. Temizledik yaralarını, sakinleştirdik.
Pencerelerden olayları izlemeye devam ettik. Sakinleşip kendine geldiğinde direnişe kaldığı yerden devam eden de oldu, eve yeni gelenler de. Pek çoğu ufak tefek de olsa yaralı, tazyikli suyla hırpalanmış, biber gazıyla örselenmiş kişilerdi.
Acıkanlar karınlarını doyurdu, gazdan lensi problem çıkaranlar lenslerini temizledi, ufak tefek yaralılar pansumanlarını yaptı, yorulanlar soluklandı… Pek çok kişi girip çıktı eve. Bir ara sayayım dedim de 53’e ulaşmıştı sayı.
Öfkeliydi herkes ama öte yandan da gururluydu. Herkesin dilinde “Direniş dirilişe dönüştü sonunda” vardı.
Ancak, polisin öfkesi ve şiddeti vardırdığı nokta fazlasıyla vahimdi. Biber gazlarına yüklendiler önce. Sonra tomalar girdi caddeye. İnsanlara, ağaçlara, dükkânlara, evlere sıktılar suyu.
Şaşırtıcı ama güzel olansa, polisin karşısında duran insanların sayısının azalmaması, aksine artması oldu. Polisin de şiddeti buna bağlı olarak arttı tabii. Sivil polisler apartman kapılarını tuttu sonra. Ne kimse girebildi ne de çıkabildi.
Havaya açılan ateş, coplanan arabalar, kırılan pencereler
Kalabalığın kurduğu barikatı yıkan polis, insanları Espark’a sürükledi. Çok az kişi kaldı Üniversite Caddesi’nde. Kalanlarsa kaçmadı, direnişin de mücadelenin de hakkını verdi. Bu esnada ne tomada su ne de cephaneliklerinde gaz kaldı polisin.
Ve şiddetin en korkunç hali de işte o zaman başladı. Önce apartmanların penceresini kırdı polis, pencereden bağıranlara cop sallayıp küfretti. Ve en korkuncu da, havaya açılan ateş oldu. Yaklaşık birer dakika arayla havaya rastgele ateş edildi. Silah sesleri evin çok yakınındaydı. Pencerelerdeki herkes bağırmaya başladı. Hatırladığım “Deli bunlar, kim koruyacak bizi, bunlar bizi öldürür” diye bağıran birisinin sesi oldu.
Eskişehir’de umut var
Sesler uzaklaştı sonra. Arkadaşlarımdan polisin geri çekildiği haberini aldım. Bir diğerinden polislerin daha sıkı bir hazırlık içinde olduğunu öğrendim. Herkes pek çok farklı şey söylüyordu. Ama hepsinin söylediklerinde ortak olan kelimeler: Umut, direniş, devam edeceğiz oldu.
Şimdi gün doğuyor Eskişehir’de. Uzaktan ambulans sesleri duyuluyor. Ev de dışarısı da gaz kokmaya devam ediyor. Evimde tanımadığım, isimlerini bile sormadığım altı kişi var. İkisi yaralı, sessiz sakin uyuyorlar yatağımda. Bense mutfakta oturmuş haber yazıyorum. Biliyorum yarın kaldıkları yerden devam edecekler. Ben de öyle. (İD/HK)