Marcus Aurelius “Kendime Düşünceler” kitabında, “Övgü övülen şeyi ne daha iyi kılar ne de daha kötü. Çünkü güzel olan şeyin başka bir şeye ihtiyacı yoktur, iyilik gibi, tevazu gibi, gerçek gibi,” der. Cabir Özyıldız’ın Vacilando Kitap’tan kısa bir süre önce çıkan ilk öykü kitabı “Eski Zaman Türküsü” hakkında yazdığım bu yazı bir övgü yazısı değildir, çünkü kitabın övgüye ihtiyacı yok. Bu yazıyı, öykü yazan bir okurun okuduğu bir kitaptan aldığı hazzı ve mutluluğu başkalarıyla da paylaşma heyecanı olarak değerlendirmenizi özellikle istirham ederim. Bu yazı aynı zamanda bir kitap tanıtımı ya da kitap inceleme yazısı da değildir doğrusu. Eleştirmen olmadığım için kendimi bu konuda yetkin de hissetmiyorum zaten.
Cabir Özyıldız’ın ve yayınevinin değişik ortamlarda yaptıkları açıklamalardan öğrendiğimize göre, yayınevinin talebi üzerine Cabir Özyıldız daha önce farklı mecralarda yayımlanan ve tematik ortaklığı olan öykülerden bir kısmını bir dosya haline getirdikten sonra yayınevine göndermiş ve dosya aylar içinde kitaba dönüşmüş.
Genelde ilk kitapların yayımlanma zorluğunu yakinen bilen biri olarak söyleyebilirim ki, bu başarının altında yatan iki neden var. Birincisi, zaten gerçekten kitaptaki öykülerin çok çok güzel olması. Cabir Özyıldız’ın daha önce bazı edebiyat sitelerinde yayımlanan öykülerini okuyan herkes bu öykülerin çok kısa bir süre içinde iki kitap kapağı arasına gireceğini anlayabilirdi.
İkinci bir neden de bence Cabir Özyıldız’ın karakteri. İddiasızlığı, sakinliği, sosyal medyadaki mütevazı paylaşımları, yakinen tanınmasa da onun herkes tarafından sevilmesini sağladı. Edebiyata yakışan tevazusu belki de hiç istemediği halde onu öne çıkardı.
Belki de Cabir Özyıldız ve kitabı hakkında yazacak herkes şimdi söyleyeceklerimi söyleyecektir. Her yazar istemese bile en iyi bildiği yerleri, en iyi bildiği şeyleri anlatır. Orhan Pamuk her kitabında İstanbul’u, Şişli’yi, Teşvikiye’yi, Kemal Tahir hapishaneyi, Yaşar Kemal Çukurova’yı dillendirir. Cabir Özyıldız da doğduğu, büyüdüğü yer olan Adana’nın arka mahallelerini ve oranın insanını anlatıyor öykülerinde. Adana varoşlarını yapmacıksız, doğallıkla, usul usul, anlattığı şeyleri tecrübe ettiği konusunda okuru hiç şüpheye düşürmeden anlatıyor. Kullandığı dil de sokağın, varoşun dili. Kitap boyunca okurken alışık olmadığımız “yanına yöresine tetik”, “cardon”, “ıhtırmak”, “çükü çümbüllü”, “paf küfçüler”, “çingil”, “fendine güvençli” gibi sokaktan kelimeler yükseliyor kitaptan ve ayrı bir lezzet bırakıyor okurun dimağında. Aynı şekilde belki çoğu gerçekten var olmasalar bile Cabir Yıldız’ın mahallesinde bir benzerinin olduğu konusunda şüphe duymadığımız öykü karakterleri eşlik ediyor okuma yolculuğuna; “Köşker Salih”, Tenekeci Abdurrahman”, “Zaza Osman”, “Naze”, “Tikli”, “Libyalı”, “Samuray” hepsi gerçekten var olmasalar bile gerçekten hayattan kahramanlar.
Sokağı anlatırken bir sanatçıdan şahsen beklediğim “derdi olma durumunu” da pas geçmiyor Cabir Özyıldız. Öykülerinde göze sokmadan, sloganlara kaçmadan, ülkenin derin sosyal konularına, Kürt meselesine, LGBT bireylere, sınıf mücadelesine sessiz ama derinden dokunuyor. Özellikle “Naze” öyküsünde bu sosyal tutum sarsıcı bir şekilde kendini hissettiriyor.
Cabir Özyıldız bir taraftan sokağın jilet gibi keskin dilini kullanırken diğer taraftan da edebiyatın o nahif dilini beceriyle kullanmayı da ihmal etmiyor. “Kısacık hayat takvimini falçatayla çentik çentik koluna işlemiş”, “esmerliğin ve kırık cümlelerin suç sayıldığı yerden geldiğini söyledi,” “acıtmadan sövüyor,” “bahar dalını sever gibi konuşurdu, anlattığımı bir körün duyarlılığıyla dinlerdi” gibi, öyküler boyunca sık sık karşılaştığımız cümleler bize edebiyattan beklediğimiz tadı vermeye yetiyor.
İlk kitaplar yazarları için özeldir. Eminim ki Cabir Özyıldız için de bu ilk kitabının yeri hep ayrı olacaktır. Bir yazar aslında ilk kitabıyla kendine belli bir yükseklikte bir çıta koymuş olduğu için ilk kitabı ne kadar güzel olursa daha sonrası için işini o kadar zorlaştırmış oluyor bir bakıma. Ben Cabir Özyıldız’ın, rahatlıkla bu konunun üstesinde geleceğini düşünüyorum. Ancak onu bekleyen genel bir tehlike açısından da bir hatırlatma yapmak istiyorum. İlk kitabı çok sevilen yazarlar bazen o kitabın aurasından çıkmakta zorlanabiliyorlar. Yazar çıksa bile okurun beklentisi yine yazardan ilk kitabına benzer şeyler yazması olduğu için işler zorlaşabiliyor.
Nitekim Mahir Ünsal Eriş de uzun süre bu sorundan yakınmıştı. “Bandırma’nın, Gerdek’in, hüzünlü ve kırık öykülerin anlatıcısı olmak üzerime yapıştı kaldı,” demişti bir röportajında. Hatta “artık bundan sonra öykü yazmayacağım, roman yazacağım,” diye de eklemişti. Cabir Özyıldız da eğer bundan sonra en iyi bildiği yerleri, yani Adana’nın sokaklarını anlatmaya devam edecekse, mutlaka ilk kitabının üzerine koyarak, daha derin karakter analizleri, insan tiplemeleri, ruhsal çözümlemeler yaparak, yazdıklarını giriftleştirerek yoluna devam etmeli. Bunun başaracağı konusunda hiçbir tereddüdüm de yok doğrusu.
Son olarak bu senenin en güzel ve sürpriz öykü kitaplarından biriyle karşı karşıya olduğumuzu söylemek isterim. Cabir Özyıldız, yer yer Charles Bukowski, yer yer Martin Eden’i yazdığı haliyle Jack London ve yer yer de Orhan Kemal tadı aldığım bu kitabıyla bizlere güzel bir edebiyat ziyafeti çekti. Ellerine sağlık Sevgili Cabir…
Eski Zaman Türküsü, Cabir Özyıldız, Vacilando Kitap, 2023, 104 sf.
(AK/AS)