Aşağıdaki metin 19 Ocak'ta kaybettiğimiz Prof. Dr. Ünal Nalbantoğlu'nun "Üniversite A.Ş.de bir ‘homo academicus’: “ersatz” yuppie akademisyen" başlığıyla Toplum ve Bilim dergisinin 97. sayısında (Güz 2003) yayınlanmış olan makalesinden kısa bir bölüm. Ünal Nalbantoğlu'nu yad etmek için yer verdiğimiz metnin, içinden seçildiği bu sert üniversite eleştirisinin tamamını pdf formatında okumak isterseniz aşağıdaki satıra tıklayınız:
Üniversite A.Ş.de bir 'homo academicus': "ersatz" yuppie akademisyen
[...] Şimdiki üniversiteler bir yanda oynak genel ve akademik-kültürel piyasa koşullarına uyum göstereceğiz diye yeniden-yapılanmak yarışında birbirleriyle aşık atarken, öte yanda da 'kitle üniversitesi' çağında iyice aşınmaya uğratılmış 'akademisyen ahlâkı' efsanesinin bu gidişi sanki örtmek istermişcesine inatla kullanılışı; aradaki çelişkinin getirdiği huzursuzluk ve vicdan rahatsızlığı. Başat olmasa bile, 'etik' şablonların da bu denli gündeme gelmesinde bu huzursuzluk ve rahatsızlığın önemli payı olsa gerek. İşte bu çelişkili durum nedeniyle, dünya piyasası ve bol lâf salatasına konu şu 'yeni ekonomi' koşullarında Türkiye'de de giderek işletme anlayışıyla sürdürülen 'müteşebbis' üniversite eğitiminin nasıl yeniden-yapılandığını, bunun da modern üniversite ethos'u ve akademisyen ahlâkı üzerindeki derin etkilerini somut örnekler üstünden yakın gözleme almak ve tartışmak seçtiğimiz "uğraş" gereği kaçınılmaz hale geliyor.
İşte bu yönde bir adım atarak aşağıda, "toplumsal tip" olarak ele aldığım küçük ve olumsuz bir örnek üzerinden bu irdelemeye girişmenin tam sırası.
Birazdan açıklayacağım gibi, sosyolojide bir anlamda ölmeye yatırılmış bu "toplumsal tip" kavramını etik ve ahlâkla da yakın ilişki içinde kullanmak bana anlamlı göründü. Bu konularda bir sürü kaynak gösterilebilir; ama kendi hesabıma, 'müteşebbis üniversite' çağında akademik ethos'dan geriye artık ne kalmışsa onunla içiçe bir homo academicus'un, böylesine özgül bir akademik "toplumsal tip"in karakter ve ahlâk dokusunu tartışmaya dönük bu yazıdaki gözlem ve değerlendirmelerin teorik dayanaklarını çoğu kez Gadamer, Adorno ve Steiner'ın yaşamla ilgili gözlem ve düşünümlerinde bulmuş olması sevindirici.
Gene de "geriye artık ne kalmışsa" ifadesi ister istemez şu sorunun da uyanmasına yol açıyor: bitmemişlik, parçalanmışlık sergileyen günümüzün klinik dünyasında, geçmişte ağırlıkla cemaat ruhu ve baskısıyla işletilen "o şey"den (to hóti) ve onun gereği 'yapılması doğru olan'dan (tò déon; das Tunliche; 'the right thing to do'), herkesin iyiliğine olduğu görüldüğü için kişinin uyması beklenen doğru çözüm [àgathòn kai déon; gut und bindend) arayışından geriye kalan ne? Hele, günümüzde oldukça yıpranmış bir kentsoylu mülkiyet anlayışıyla önümüze sürülen etik reçetelerin, hatta paylaşılarak az çok uyulmasına çalışılan genel, örtük ve asgari ahlâk (minima moralia) ölçülerinin bile şu 'yeni ekonomi' ve 'yeni çağ' uydurmacasına uyar sahte-uygarlık cilasının üstünü örttüğü acımasız gerçekler karşısında sürekli tökezledikleri akla geldiğinde. Durum böyle olunca, en azından etik ve ahlâk formüllerini benimser görünen bireylerin ister istemez açmazlara, tutarsızlıklara düşmelerini, öznel ikiyüzlülükler içine itilmelerini de bir ölçüde anlayabiliyoruz?[1]
Bu nesnel duruma dikkat çekmek, böylelerini kara gözümüzde aklamayı beraberinde getirecek değil elbette. Çünkü, nasıl anlaşılırsa anlaşılsın, en azından "bilim"i kendine "uğraş" (Wissenschaft als Beruf)[2] seçtiği izlenimi veren kişinin ödemesi gereken bir yaşam faturası vardır. Eğer bir kişi "fikirlerle yaşamak" idealini seçmiş görünüyorsa, çoğu kez akladığımız sıradan çoğunluğun bir çok durumda gönüllü benimsediği nesnel koşullara, yani kişinin pekalâ kaçınabileceği durumlara baştan girmeme özen göstermek, bilimsel uğraşın gerektirdiği örtük ya da açık kabullenilen "o şey"i (to hóti) bir yandan eleştirirken öte yandan unutmamak zorundadır. Bu aynı zamanda demektir ki, kişi uğraşı ve gerektirdiğini baştan seçmeyebilirdi de. Kimsenin de buna diyecek bir şeyi olmazdı.
Bu ince noktayı yazı sınırlamaları içinde açarken salt deneyim ve gözlemlerle yetinmeyip, onları olabildiğince kuramsal düşünüm planına çekmek gerekiyor. Günümüzde çoğu çalışma ve yaşam alanlarında zorlama etik reçetelerin işlemediği gerçeği bir yana, az çok iç tutarlılık sergileyen, bütünleşik bir ethos'dan bile söz edilemeyeceğini, buna karşın örtük işleyen "o şey" gereği akıntıya direnen eğilimlerin de varolduğu gerçeğini unutmamak gerekli. Ama ya bu "akıntıya karşı" oluş bile, içinde yer tutulan, tarihsel olarak belirlenmiş toplumsal koşulların zorlaması sonucu, bir kısım akademik-kültürel tip tarafından bir tür kozmetik olarak "kültürel sermaye birikimi" amaçlı kullanılıyorsa, ne olacak?
Bu ve benzeri soruların yanıtı aranırken, önünde sonunda şimdinin parçalanmış toplumsal ve bir toplumsal pratik olarak akademik ethos'unu niteleyen şeyin gelecek karşısında içine düşünülen umutsuzluk, 'ütopyasızlık' olduğu göze çarpıyor.[3] Herkesin bildiği bu durumun çağdaş sürü hayvanı (Nietzsche) 'birey'in tartışacağım türü, homo academicus'a özgü "nesnel öznelliği" yani onun toplumsal karakterini, ruhsal yapısını nasıl etkilediğini de bu vesileyle tartışma gündemine getirmek gerekiyor. Çünkü bu etkinin bireysel ahlâkla sınırlanmayan, onun ötesine de bulaşarak öncelikle meslek/uğraş etiğini etkileyen ciddi doğurguları var. Ters yönde düşünüldüğünde de, 'meslek etiği' denen şeyin gündelik yaşamın deviniminde sergilenen 'birey ahlâkı'ndan tümüyle bağımsız düşünülemeyeceğini teslim etmek gerek. Tahmin edilebileceği gibi, bir "toplumsal tip" (social type) olarak bütünü üzerinde odaklaşacağım örneklerin içinde yer aldığı akademik ortam, bazılarımızın içinde bulunduğu ve tüm karşı çaba ve dikkatlere karşın bireylerce arada bir açmazlarına düşülen bir toplumsal kurum. Kısacası, özellikle ülkemizde seksenli yıllarda hızla özel işletme zihniyetine kavuşturulup şimdilerde öğrencisini 'müşteri' gören -dolayısıyla aşağılayan- ve en komiği bunun şablonunu bile kendi geliştirecek yerde, güdümlü beyinlerce öykünülen 'gelişmiş' sermaye düzenlerinin akademik-kültürel endüstrilerinden ucuz yoldan, çoğu kez de beceriksizce ithal eden "Üniversite A.Ş." düşünülmeksizin söz konusu "toplumsal tip"e giren bireylerin 'asgari müşterek' karakterini ve bu karakterin nasıl hızla aşındığını tartışmak olayı psikolojikleştirmekden öteye pek gidemez.[4]
__________________________________________________________
Dipnotlar:
[1] Aynı konuda genel bir tartışma için bkz. Hasan Ünal Nalbantoğlu, " 'Yeni' Ekonomi Koşullarında 'İnsan' " Defter, No. 44 (Yaz 2001): 11-23.
[2] Max Weber'in 1919 Kış Yarıyılında öğrencilere yaptığı aynı başlıklı konuşma hatırlanırsa, bu noktanın önemi daha da açığa çıkar (bkz. yukarıda Not 3).
[3] Theodor W. Adorno, Minima Moralia: Sakatlanmış Yaşamdan Yansımalar, çev. Orhan Koçak ve Ahmet Doğukan (İstanbul: Metis Yayınları, 1998): Yansı 127 (Wishful Thinking), s. 203-205 [bundan sonra MM olarak kısaltılacaktır]. Adorno'nun teşhisi, günümüzde etik konusunda bireyselliğin açmazını ve ütopyanın önemini anlamamız için çok önemli. Kendisi şöyle der 127. Yansı sonunda: "Birbirine yabancılaşmış ruhsal bölmelerin senteziyle giderilemez düşüncenin kopukluğu, terapötik yöntemlerle akla akıldışı öğeler aşılamakla da giderilemez [nicht die therapeutische Versetzung der ratio mit irrationalen Fermenten]; tek çare, düşünceyi antitezci düşünce olarak kuran o istek öğesi [Element des Wunsches] üzerinde bilinçli olarak düşünmektir. Bu öğe, ancak hiçbir dışsal tortu kalmayacak ölçüde düşüncenin nesnelliği içinde eritildiği anda [ohne heteronomen Rest in die Objektivität des Gedankens aufgelöst wird] Ütopya'ya yönelen bir dürtüye dönüşebilir." (s. 205) Alıntılarda önemli görülen ve köşeli paranteze alınan kavram ve deyişlerin Almancaları için kitabın şu baskısına başvurulmuştur: Minima Moralia: Reflexionen aus dem beschädigten Leben (Berlin und Frankfurt am Main: Suhrkamp Verlag, 1951).
[4] Gene bkz.: "Modern Çağda Universitas Kavramına ne oldu?" ve "Dalgın Thales, Uyanık Üniversite A.Ş." Hasan Ünal Nalbantoğlu, A.g.k.: 3-40. 'Kitle üniversitesi' çağında akademik özgürlüğün yitip gidişini Adorno çok önceden şöyle dile getirmişti bile: "Öğretim özgürlüğü artık yozlaşarak müşteri hizmetlerine dönüşmüştür ve denetime boyun eğmek zorundadır. [»Freiheit der Lehre wird zum Kundendienst erniedrigt und soll sich Kontrollen fügen.«]" »Marginalien zu Theorie und Praxis,« Stichworte: Kritische Modelle II (Frankfurt am Main: Suhrkamp Verlag, 1969): 186. / "Marginalia to theory and Praxis," Critical Models: Interventions and Catchwords, tr. by Henry W. Pickford (New York: Columbia Univ. Press, 1998): 274. [vurgu benim]