2- Büyük devlet, büyüklüğünü gösteren devlet demektir. Türkiye'nin de büyük devlet olduğu söyleniyor. Buna içtenlikle inanılıyorsa ve büyüklükten yalnızca demografik, ekonomik, siyasi yapılanma anlaşılmıyorsa, Türkiye büyüklüğünü göstermeli, kendisine doğrudan mal edilemeyecek bir lekeyi; Osmanlı'nın kara lekelerinden birini, bütün Cumhuriyet nesilleri adına temizlemelidir. Tarihsel acıların dindirilmesine yönelik ilk adım böyle atılabilir; Ermeni halkının dostluğu böyle kazanılabilir. Asıl erek bu olmalıdır. Bu yapılabildiğinde, sorun, Türkiye'ye karşı baskı aracı olarak kullanılan bir joker olmaktan kılgısal olarak çıkacaktır.
3- Devletin sivillere karşı sorumluluğu, savaş dönemlerinde de değişmez. Bugünün hukuk anlayışında, savaş durumunda olsa bile devletin yapmaması gerekenler belirlenmiştir. Örneğin, savaş tutsaklarına işkence yapmamak, sivillere saldırmamak vb. (Bkz. Savaş Zamanında Sivillerin Korunmasına İlişkin Cenevre Sözleşmesi - Cenevre, 12 Ağustos 1949) Resmi tarih tezinin çağdaş görünümlü savunucuları, bu çağdaş anlayışın çok gerisinde, Osmanlı'nın yaptığı bütün olumsuzlukları, devletin doğal refleksi olarak olumlamaktadır. Bu görüşün, solun liberal kesimlerinde de etkili olduğu görülüyor.
4- Yeni TCK, 'temel milli yararlara karşı fiilleri' ve bu fiillere karşı öngörülen yaptırımları 305. maddede belirlemiştir. Bu maddenin ikinci fıkrasına yazılan gerekçede, "... sırf Türkiye'ye zarar vermek maksadıyla, tarihsel gerçeklere aykırı olarak, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Ermenilerin soykırıma uğradıklarının basın ve yayın yoluyla propagandasının yapılması" denilerek, aba altından sopa gösterilmektedir. Kanun koyucu subjektif kavramlarla ve değerlendirmelerle norm yaratamaz. Yasalar objektif ve evrensel olmalıdır. Göreceli ve subjektif kavramlar üzerine kurulan 305. yasa maddesinin, uygulayıcılara geniş bir yorum alanı açması bir yana, maddenin son fıkrasının esin kaynağının, Afrika'nın ot bitmeyen çölleri dahil bir çok yeri sömürgeleştirmiş bir ülkenin, Fransa'nın ceza kanunu olması düşündürücüdür. Ayrıca, 'Birinci Dünya Savaşı sonrasında Ermenilerin soykırıma uğradıklarının' diyen kanun koyucu, tartışmaların hangi dönem işin yapıldığından haberi olmadığını gösteriyor!
5- Devletin, Osmanlı'nın Ermenilere uyguladığı soykırımı kabul etmemesi, koşullar uygun olduğunda aynı şeyleri yapabilmenin meşru zeminini hazır tutma ve/veya soykırım yapanlara karşı sessiz kalma isteği olarak da yorumlanabilir. Bu anlamda 1915'te yaşanan olayları yumuşatma, makul ve anlaşılabilir bir düzeye çekme çabaları korkutuyor. Bu ve benzer olayların bir daha yaşanmamasını sağlamak için, bırakın tartışma ortamının demokratikleştirilmesini, bu demokratik ortamın, aynı zamanda, yasal güvenceye alınması gerekir. Konuyu farklı yorumlayan ve farklı dile getirenlere karşı düzenlenen küfür kampanyalarını engelleyecek düzenlemeler de yapılmalıdır.
6- Osmanlı'nın 100 binlerce Ermeni'yi ölüme gönderişine, Osmanlı devlet güçleri ve sürgünden yarar sağlamaya çalışan milisler tarafından öldürülmeyi göze alarak tavırsız kalmayan, Ermenileri koruyan, saklayan iyi niyetli insanlar olmuştur. Onların arkasına sığınarak, soykırım yapan siyasi bir erk aklanamaz. Tıpkı Nazi döneminde Yahudileri saklayan Almanları örnek göstererek Nazi rejiminin aklanamayacağı gibi.
7- Bugün, Osmanlı'nın Ermeni soykırımı konusunda Türkiye'ye yapılan dış baskı yüksek. Ancak, devlet, içerde yarattığı ve sürekli canlı tuttuğu milliyetçiliğe (yanlış bilince) yaslanarak bu baskıyı savuşturabiliyor. İç baskı ne zaman güçlenirse, devlet ancak o zaman bu konuda olumlu adımlar atmak durumunda kalır. Burada görev, baskı gruplarının yanı sıra özellikle Türkiye Cumhuriyeti'nin Türk unsuruna düşmektedir.
8- Tehcir uygulaması ve sonrasında, Ermenilerin karşı eylemleriyle oluşan Müslüman ölümleriyle, tehciri açıklamaya kalkışmanın ideolojik anlamda anlaşılır bir yanı olabilir. Ancak, insani ve ahlaki bir yanı olmayan böyle bir açıklama yöntemi, sorunu kör dövüşünde tutacağı gibi, bilinç bulandırmaktan başka bir işe de yaramayacaktır.
1915 olaylarını değerlendirirken, olaylara bir de kronolojik tarih açısından bakabilmek gerekir. Döneme ait Müslüman ölümleri olarak verilen resmi rakamların doğruluğu/yanlışlığı bir yana, tarih sıralaması açısından genellikle 1915 sonrasına, Osmanlı'nın yaptığı soykırımı izleyen döneme denk geldiği gözden kaçırılmamalıdır. Müslümanlardan ölenlerin sayısındaki bu hızlı artış, soykırımın yarattığı etkinin sonucu ortaya çıkan intikamcı anlayışın ürünüdür
9- Hürriyet Gazetesi'nin Özdemir İnce'si incilerini tarihsel olayları zîr ü zeber ederek ortaya dökenlerden biridir. Olayları açıklamak için, Ziya Gökalp'in mukatele savına sarılır. Eğer, vatandaşlardan iki kesim, şu veya bu biçimde, şu veya bu araçla kavgaya tutuşmuş; Osmanlı devleti taraflara eşit, uzlaştırıcı yaklaşmış olsaydı, bir mukateleden söz etmek yerinde olabilirdi. Ancak, tepeden tırnağa örgütlü bir gücün (Osmanlı İmparatorluğu) vatandaşlarının bir kısmını ortadan kaldırma ereğiyle hareket etmesi mukatele olarak açıklanabilecek basitlikte olmasa gerektir.
'Karşıt' çetelerin, köylerin çatışması ile bir devletin vatandaşlarının bir kısmını, (yuvarlak rakam ile 1 milyon Ermeni'yi) ölüme göndermesini bir ve aynı şey olarak göremeyiz, gösteremeyiz. Osmanlı devletinin, Ermenileri topluca ölüme göndermesini mukatele kavramıyla açıklamaya kalkışmak, resmi tezin değirmenine su taşımak anlamına gelir ki, o değirmen daha uzun süre taşıma suyla dönemez!
Sonra, tehcirin yalnızca 'isyan eden Ermenilere' karşı uygulandığını yazmak, ideolojik değilse, bilgisizliğin ürünüdür. Olayı, 'Rus yarbayın raporu', 'sosyalist milletvekilleri'nin telgrafları ya da ABD gizli belgeleriyle açıklayamazsınız. Açıklarsınız: 1917'de çekilen bir telgrafta sözü edilen olayları, 1915'e gerekçe olarak gösterme tutarsızlığını göze alarak! (Buradan hareketle ipsiz-sapsız yakıştırmasının doğru adresini de bulabilirsiniz.)
Ermeniler dahil hiç kimse, Ermenilerin politik çevrelerinin olumsuz hiçbir şey yapmadığını söylemiyor. Ama, topluöldürümleri de içeren bu olumsuzlukları, devletin, kendi halkının bir kısmını (Ermenileri) ayrım yapmaksızın ortadan kaldırmaya yönelmesi ile denkleştiremezsiniz.
10- Dönemin Almanya'sı, dönemin en az Rusya'sı kadar Osmanlı'nın düşmanı idi. Düşmanla işbirliği yapmak suç ise, bu suç, Almanya ile işbirliği yaparak, emperyalist emellerle emperyalistler adına halkını bir ölüm çarkının içine sokup İmparatorluğun Doğu bölgelerinin işgaline neden olan Osmanlı yöneticileri için daha çok geçerlidir. Anadolu'nun doğu bölgelerinin Rusya tarafından işgalini Ermenilerin suçuymuş gibi gösteren resmi tezin taraftarları, bu konular üzerinde çalışsalar daha yerinde olur. (GŞ/TK)
Notlara ek:
Bugüne kadar sözü pek edilmeyen Rum tehciri (1916) de incelenmesi gereken bir konu olarak araştırmacıların önünde durmaktadır.
Anımsatma:
BM Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme'den
Madde 1- Sözleşmeci Devletler, ister barış zamanında isterse savaş zamanında işlensin, önlemeyi ve cezalandırmayı taahhüt ettikleri soykırımın uluslararası hukuka göre bir suç olduğunu teyit eder.
Madde 2- Bu sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri, soykırım suçunu oluşturur.
a- Gruba mensup olanların öldürülmesi;
b- Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;
c- Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasten değiştirmek;
d- Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak;
e- Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek;