Mithat Sancar'ın Meclis kürsüsünde ihraç edilen akademisyenler için yaptığı konuşmada 1948'de Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nden ihraç edilen akademisyenlerden Mediha Esenel (Berkes) hakkında İstanbul Arel Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nden Yrd. Doç. Dr., Feryal Saygılıgil'in Sosyoloji Dergisi'nde (2014/1) yayınlanan yazısını yayınlıyoruz.
TIKLAYIN - DTCF'DEN 70 YIL ÖNCE İHRAÇ EDİLDİLER, TARİHE İTİBARSIZ OLARAK GEÇEN ONLARI ATANLAR OLDU
* * *
Herkes bu dünyaya kendi penceresinden bakar; hele toplumumuzda, erkeklerle kadınlar birbirlerinden farklı deneyimler yaşar. Topluma bakış açıları oldukça farklıdır. Ben toplumdaki hızlı değişimlerin ta içinde bulundum; bu yüzden kendimi şanslı sayıyor, bir kadın olarak gençlere söyleyebilecek sözlerim bulunduğuna inanıyorum.
(Esenel, 1999, s. 4)
Mills, tarih yazımında biyografilerinin öneminden söz açar. Ona göre, biyografi ile tarih sorunlarını ele almayan; toplum içinde bunların kendi aralarındaki bağlantıya önem vermeyen bir toplumsal inceleme ya da araştırma entelektüel açıdan eksik kalır (Mills, 2007, s. 17). Biyografilerin çeşitli olabilmelerinin nedeni, soruna insanın hangi gündelik hayat ortamının içinde örgütlendirildiği tarihsel yapılar açısından bakmak gerektiğidir (Mills, 2007,s. 259).
Bireyi anlamak açısından ekonomik ve siyasal rollerin yapısal ilişkileri kadar tarihsel süreci de göz önüne almak gerekir (Mills, 2007, s. 267).
Oto-biyografi ise kişinin kendi üzerine düşünerek yaşam öyküsünü kaleme almasıdır. Bu yazım tarzı kişinin algısı üzerinden tarihsel ve siyasal süreçlere bakmayı ve bu süreçlerin bireyin üzerindeki etkisini serimler.
Kadınlar otobiyografi yazmaya başlayınca hem kamusal alana hem zihin dünyasına adım atarlar (akt. Aksoy, 2009, s. 212). Esenel’in de kendi yaşam öyküsü yazmasının nedeni hem kendi üzerine düşünmeye başlaması hem de başkalarıyla ilişki kurmak istemesidir:
Aradan çok uzun zaman geçtiği için, önceleri işin içine bir türlü giremiyordum. Sonraları, elli beş altmış yıl öncesinden belleğimin bir köşesine sıkışmış olan anılar bilincime hücum eder oldular. Bunlardan bir kısmı, belki de bilinçaltına sıkışmış, ‘varlıklarından bile’ o zamana kadar pek haberdar olmadığım düşüncelerdi. Yirminci yüzyılın ilk yarısını düşüne düşüne öyle bir duruma geldim ki, artık o çağda yaşıyor gibi oldum (Esenel, 1999, s. 8).
Esenel’in kitabı (1999) yaşam öyküsü üzerinden bir dönemi anlamak, fikir haritasını çıkartmak için çok büyük önem taşımakta; erken cumhuriyet dönemini yeniden düşünmemiz için ipuçları sunmaktadır. Kadınların kendi kimliklerini kurmalarının hikâyesini anlattıklarından otobiyografiler kadın araştırmalarında çok özel bir önem kazanır (Aksoy, 2009, s. 63).
Otobiyografi yazarı kamusal yaşamını aktardığı kadar özel yaşamını da yazar; bir anlamda onu politikleştirir. Erkeklerin baskın dünyası altında kimliğini oluşturma süreçleriyle ilgili bilgi aktarma, bu dünyayla başa çıkabilmek için geliştirdikleri direniş mekanizmalarıyla ilgili taktikler sunma çabasında bulunurlar. Virginia Woolf yazdıklarında bir kadının yazmak istediğinde nasıl erkek değerleriyle karşı karşıya kaldığını anlatır. Her zaman için ortada önceden belirlenmiş iktidar ve nüfuz yapısı vardır. Eğer bir kadın şimdiye kadar ona sunulmuş, kendisini ezen cinsiyetçi dili kullanıyorsa; bedeniyle, söylemiyle, yapaylığıyla erilliğin tahakkümünü taşıyordur. İkinci Dünya savaşı öncesinde 1938 Haziran’ında yazılmış Üç Gine (Woolf, 2010) isimli en öfkeli sesinin duyulduğu kitabında adeta erkeklerin sözcüklerini tekrarlamaya, yöntemlerini kullanmaya meydan okur. Ona göre kadınlar ancak, verili dilin dışında kalarak, kendi sözcüklerini yaratarak kendi tarihlerine sahip çıkabilirler. Mesele, hangi öykülerin nasıl anlatılacağına karar vermektir.
Mediha Hanım için de öyküsünü anlatmasının zamanı gelmişti. Geç Kalmış Bir Kitap’ın yazarı Mediha Esenel (Berkes) Niyazi Berkes’in eski karısıydı. Esenel soyadı, kitabı alıp okuyuncaya kadar bizde hiçbir çağrışım yapmamıştı. Oysa Mediha Hanım, boşandıktan sonra sessizce eski soyadı olan Esenel’i almış ve yılların yorgunluğu ve küskünlüğüyle köşesine çekilmeyi uygun görmüştü. Pierre Bourdieu’nün geliştirdiği habitus kavramından burada söz edilebilir. Bourdieu, bireyselin ve toplumsalın inşasında her iki alanı da ilgilendiren pratiklerin birbirinin içinden geçerek nasıl oluştuğunu, bu dolayımı ve eylemlilikleri anlamanın insanın kimliklerinin yapı bozumunda nasıl yararlı olacağını söyleyerek zihnimizi açar. Bir kurgu olarak habitus bireysel yaşantının deneyimini (Erlebnis) ve tarihini de içerir. Söz konusu edilen öz yaşam öyküsü oluşturan, toplumsal süreçlerle etkileşimde olan, eyleyen, anlamlandıran bir öznedir
Aksoy’a göre, otobiyografi yazmak erkeklerin yazdığı tarihe bir kadın olarak katılma, bu tarihi kadınların da yer aldığı bir tarihe dönüştürme özlemini dile getirir (Aksoy, 2009, s. 64).
Bu yazıda Esenel’in otobiyografi kitabında anlattıklarından ve kendisiyle görüşmelerimizde(1) aktardıklarından yola çıkarak erken cumhuriyet dönemi sosyal bilimcilerinden bir bilim kadınının yaşam öyküsüne, eyleyen bir özne oluş süreçlerine değinilecek; ayrıca bir sosyal bilimci olarak köy sosyolojisi alanında yapmış olduğu çalışmalarının ve yönteminin önemi vurgulanmaya çalışılacaktır.
Yaşam öyküsü
Mediha Esenel, Birinci Dünya Savaşı başlarında doğmuş, iki dünya savaşı geçirmiş bir bilim kadınıdır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında pek çok öncü kadını yetiştirmiş olan Erenköy Kız Lisesi’ni (Saygılıgil, 2010) bitirdikten sonra 1935 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nden mezun olur.
Okumaya o kadar düşkündür ki çok da fazla tanımadan, biraz da Amerika’ya gidebilmek için o yıl Niyazi Berkes’le evlenir ve birlikte Amerika Birleşik Devletleri’nin Chicago Üniversitesi’ne giderek genel sosyoloji, folklor, arkeoloji, sosyal antropoloji eğitimi alır. 1939 yılında Türkiye’ye dönerler. Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ne Niyazi Berkes doçent, Mediha Esenel asistan olarak atanır. Bu yıllarda Esenel bir yandan arkadaşlarıyla “Yurt ve Dünya”(2) dergisini çıkarırken, diğer yandan üniversitede yaptığı folklor araştırmalarına bağlı olarak köy çalışmalarını yürütür. Esenel Yurt ve Dünya dergisinin çıkartılma kararını şöyle anlatır:
Bir dergi çıkartmaya Niyazi ve Adnan karar vermişti. Onlara hemen Pertev de katıldı. Behice ise önceleri dergi ile hiç ilgilenmedi. Bunun üzerine Niyazi “Behice, kendi şahsı ile ilgili olmadıkça hiçbir şeyle ilgilenmez, iyisi mi biz onu yazı işleri müdürü yapalım, ilgilensin” dedi. Bunu Behice’ye teklif ettiler. Behice gayet memnun kalarak kabul etti ve dergi ile ilgilenmeye başladı. Böylece derginin imtiyaz sahibi ve neşriyat müdürü Behice Boran oldu… (Esenel’den akt. Ağduk Gevrek, 1998, s. 256).
Esenel’in doktora tezi ilk gittiği yer olan Ankara’ya yakın Elvan köyü üzerinedir. Bu arada da Maarif Koleji’nde felsefe, psikoloji ve sosyoloji dersleri verir.
O dönemin Ankara’sını Esenel’den öğrenmek heyecan verici: Garip hareketi yeni başlamıştır. Orhan Veli en yakın arkadaşlarından biridir. Ankara’nın meşhur iki pastanesinde Sabahattin Ali, Nurullah Ataç başta olmak üzere kıyasıya edebiyat tartışmaları yapılır. Esenel, güzel sanatların bütün dallarına meraklı olmakla beraber tam bir müzik tutkunudur. Fakültede verilen klasik batı müziği konserlerini hemen hiç kaçırmaz (Saygılıgil görüşme, 2001).
Esenel, ilk köy araştırması yapan insanlar arasında yer alır (Özbay, 2000, s. 52). Köyü ve köylüyü kendi gözlemlerine dayanarak anlattığı çalışmaları 1940’lı yıllarda yazarları arasında Niyazi Berkes, Pertev Naili Boratav, Adnan Cemgil, Behice Boran, Cevdet Kudret ve Sabahattin Ali’nin de yer aldığı Yurt ve Dünya dergisinde yayımlanır. Esenel, bu çalışmasında sadece köyü ve köylüyü anlatmakla kalmaz, köylerdeki kadınların durumuna, kadın ve erkek dünyasına da değinir. Esenel’in ayrıca “Hüseyin Rahmi’nin Romanlarında Kadın Tipleri” ve bitirme tezi olan “Batıl İnançlar” gibi çalışmaları da dikkate değerdir. Bu arada Esenel Vatan ve Tan gazetelerinde de yazılar yazar.
1946–1948 yılları arasında Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı), Reşat Şemsettin Sirer bir yandan “fesat ocakları” adını verdiği köy enstitülerini tasfiye ederken bir yandan da solcu profesörlerin defterini dürmeye çalışır. Esenel de sindirme politikalarından nasibini alır. Maarif Vekili tarafından köyler hakkında ne düşünüp düşünmediği ile ilgili sorguya çekilir. Esenel küçük çocuğundan dolayı baskı ortamına daha fazla dayanamayarak istifa eder. Zor günler başlar. Yaşadığı süreci “Reşat Şemsettin Sirer başta olmak üzere bizimle çok uğraştılar. Uzun bir süre iş bulamadım” diye özetlemektedir (Saygılıgil görüşme, 2001).
Arkadaşları, Pertev N. Boratav, Ahmet Cevdet Kudret ve Zekeriya Ser- tel özel alanda paylaşımcı oldukları halde Niyazi Berkes pek öyle değildir. İş bulduktan sonra hem evin hem de işin sorumluluğunu yüklenmek zorunda kalır. Esenel, 1940’lı yılların ikinci yarısından sonra bilimsel araştırmalardan kopar; çeviri yapmaya başlar. Yapı Kredi Bankası’na, Doğan Kardeş Yayınları’na, Arkın Kitabevi’ne birçok çeviri yapar. İlkokullar için kitap yazar. Yediği “komünist” damgası yüzünden hiçbir çevirisinde çeviren olarak adı yer almaz. Çevirileri, “Bir heyet tarafından çevrilmiştir” ibaresiyle yayımlanır. 1953 yılında sekiz yaşındaki oğlu Fikret’le birlikte Kanada’ya, Niyazi Berkes’in yanına gider. Kanada’ya giderken yaşadığı bir olay, baskıların ne derece içine işlediği- nin bir göstergesidir.
Kanada’ya giderken, Roma’da geminin durması üzerine şehre indim. Bir de gördüm ki bir gün önceki seçimlerden dolayı her yerde kırmızı orak çekiçli bayraklar asılı. Dehşetli bir korku yaşadım. Derhal oradan kaçmak istedim. Zannettim ki beni hapsedecekler (Saygılıgil görüşme, 2001).
Benzer korkular yakın arkadaşı Sabahattin Ali’de de vardır. Esenel’e göre Ali’nin en büyük iki korkusu: hapsedilmek ve kitaplarının elinden alınması- dır:
Sabahattin içimizde en hazırcevap olanımızdı. Bazen de havasında olmaz, cebinde her zaman taşıdığı kitaplarından çıkarıp okumaya başlardı. O her yerde, otobüste ayaktayken bile kitap okurdu... “Bir daha hapse girmemek için her şeye razıyım” di- yordu. Kafası romanlarıyla dolu çok değerli bir arkadaşımızdı. “Yazmak için huzur bulmam lazım” diyordu. Ne yazık ki huzuru hiç bir zaman bulamadı... Sabahattin Ali’nin başına gelen felaket benim duyduğum ilk siyasi cinayetti. Uzun bir süre ken- dime gelemedim... (Saygılıgil görüşme, 2001).
Kanada’da Türkçe kitapların ağırlıklı olduğu bir kütüphanede bir sene ka- dar çalışır. Oradaki işini tamamlayınca daha fazla kalmasının bir anlamı olma- dığını düşünerek geri döner. 1954’de Niyazi Berkes’le yolları tamamen ayrılır. Esenel, 1955 yılında Denizcilik Bankası’nda İngilizce çevirmen olarak ça- lışmaya başlar. Oldukça ağır bir iştir. Hem evin sorumluluğu hem işin ağırlığı yıpratıcıdır, sigara içmeye de o dönemde başlar. Orada da haksızlıklar peşini bırakmaz. Beş yıl kadar çalışır. Lakin 1960’lı yıllarda Robert Kolej’de felsefe ve sosyoloji dersi vermeye başlayınca, biraz olsun nefes alma fırsatını bulur. O dönemde kendi deyimiyle boğazı yüzerek geçecek kadar iyi bir yüzücüdür. Okulda bulunduğu süre içinde, yaz tatillerinde öğrencileriyle birlikte köylere giderler. Uzun bir aradan sonra 1960-70’li yıllarda köyleri tekrar gözlemleme fırsatını bulur. Oradaki yaşantının 1940’lı yıllardan pek de farklı olmadığını görür. Köye gidişlerinde, öğrencileriyle birlikte köylülerle dayanışma içinde olurlar. Örneğin, köydeki ustaların da yardımıyla bir ilkokulu temelinden damına kadar yaparlar.
Köy sosyolojisi ile ilgili çalışmaları ve sosyal bilimlere katkısı
Toplumbilimsel düşünce yeteneğinin varlığını gösteren en önemli belirtken, karşılaşılan sorunları bireyin dar yaşam ortamının sorunları olarak gören anlayış ile bu sorunları toplumsal yapının kamusal sorunları olarak ele alan anlayış arasındaki farklılıktır. (Mills, 2007, s. 20)
Esenel’in kitabı dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm, kendi yaşam öyküsünü anlattığı otobiyografi özelliğini taşır. İkinci bölüm, köy araştırmalarında kullandığı yöntemle, üçüncü ve dördüncü bölümler Türkiye genelinde köy yaşamıyla ilgilidir. Esenel kitabının giriş bölümünde gözlemlerin kadın bakış açısından yapıldığını belirtir (Esenel, 1999, s. 13). Kitapta çoğunlukla Yurt ve Dünya dergisinde yayımlanmış sosyolojik araştırmaları ile doktora tezinden seçilmiş bazı bölümleri içeren yazılar bulunmaktadır. Yurt ve Dünya’da yirmi iki yazı incelenerek köylerle ilgili olmayan yazılar çıkartılır.
Yurt ve Dünya dergisi yazarlarının temel amacı çevrelerindeki gerçeği anlamaya çalışmaktır. Marksist bir bakış açısıyla, milli/geleneksel değerler yerine evrensel değerleri geçirerek toplumsal yapının öğelerini anlamaya çalışırlar. Esenel şöyle söz eder yaklaşımlarından:
Yurt ve Dünya Marksist ve sol bir dergiydi. Fakat komünist değildik. Gerçi Marksist olduğumuzu da beyan edemezdik. Çünkü çok fazla baskı vardı. Sosyalizme, sola, ilericiliğe açık, Atatürkçü idik (Esenel’den akt. Ağduk-Gevrek, 1998, s. 263).
Esenel, dergide köy sosyolojisiyle ilgili en çok yazı yazan araştırmacıdır. Bu konuda yazan diğer yazarlar Behice Boran ve Niyazi Berkes’dir. Esenel, köy sosyolojisiyle ilgili ilk makalesinde köye medeniyet götürmeden önce köyü tanımak gerektiğini dile getirir.
İlk olarak Esenel’in çalışmalarında kullandığı yöntemin öneminden söz etmek gerekecektir. Esenel, “bir topluluğu gündelik akışı içinde, o akışa katılarak gözlemlemeyi” (Esenel’den akt. Ergül, 2013, s. 5) doğru bulan etnografik yöntemi tercih eder. Bu tercihini şöyle dile getirir:
Şimdiye kadar yapılan âdet ve gelenek incelemelerinde daima soyut olarak kalınmıştır. Örneğin, ‘B.deki düğün âdetlerini anlatırken soyut bir düğün âdetinden bahsedilmiş, şöyle olur, böyle olur’ şeklinde anlatılmıştır. Bu bilgilerin, bazen kaydedildiği gibi, baş tarafını birisi, orta kısmını diğeri ve sonunu da başkası anlatmıştır. Verilen bilgi tahminidir. Rakamlar hiçbir zaman tam değildir. Bundan başka, bu âdet oranın yerlisi tarafından gerçekte olduğu gibi değil de olması gerektiği şekilde anlatılmıştır. Ve diyebiliriz ki böyle bir düğün aynen hiçbir yerde cereyan etmemiştir. Bizi ilgilendiren konu ise bir olayın olması gereken değil de, olduğu şeklidir (Esenel, 1999: 87).
Katılımcı gözlem etnografinin olmazsa olmaz koşuludur. Etnografdan beklenen, saha çalışması boyunca içeriden bir yaklaşım getirerek belirli mesele çerçevesinde gündelik örüntüleri gözlemlemesi ve yorumlamasıdır (Ergül, 2013, s. 5). Esenel’in meselesi köylüyü yakından tanımak ve anlamaya çalışmaktır. O nedenle köylüyle teması olmayan, onun dilini konuşmayan “anket” listeleriyle köye gidenleri, köylülere uygun olmayan kıyafetlerle köye gidip köy kahvesine oturup muhtara emrederek köyün ağalarından birini çağırtarak ona sorular sormayı eleştirir. Bu anlayıştan yola çıkarak eleştirdiği bir diğer yaklaşım ulus-devlet kurulma sürecinde kaleme alınmış Yakup Kadri’nin Yaban isimli romanıdır. Yurt ve Dünya’nın ikinci sayısında Esenel’in eleştiri oklarından nasibini alan roman yazarı köylüyü tanımamakta ve bir takım soyut hükümler vermektedir. Örneğin köylüye yöneltilen sabun kullanmaması, cimriliği, nankörlüğü, mutsuzluğu, kendi toprağı dışında başka hiçbir yere önem vermemesi, çirkinliği, cahilliği gibi ithamların gerçeklikle hiçbir ilgisi yoktur Esenel’e göre:
Yakup Kadri köylüye yaklaşmak isteyen, ancak yaklaşmak için her adımı attıkça ondan uzaklaşmak, kaçmak arzusu duyan, köylünün yanına burnunu tıkamadan yaklaşamayan ince kültürlü şehir aydınlarının temsilcisidir. Bize öyle geliyor ki, Yaban belki yazarın farkında olmadan bilinçaltında taşıdığı bir yabancılığın ifadesidir. O, halka, köylüye yaklaşmak, onun hayatına girmek istediğini düşünüyor. Ancak bunu beceremediğinden, bu beceriksizliğini kendi gözünde meşrulaştırmak için, köylüyü iyilikten anlamaz, son derece egoist, aydın kişilere düşman, sevimsiz bir yaratık olarak gösteriyor (Esenel, 1999, s. 96).
Esenel’in derginin üçüncü sayısında anlattığı köy sosyolojisi incelemelerindeki “yöntem arayışları” (Esenel, 1999, s. 97) bir sosyal bilimcinin yöntemini nasıl sorunsallaştırdığı, gündelik yaşamın dinamikleriyle yöntemini uygun hale getirme sancılarının izlerini taşır. Esenel köyde adeta ikinci bir yaşam kurduğundan söz eder. Onun deyimiyle “oraya eleştirmeye değil öğrenmeye gitmiştir” (Esenel, 1999, s. 105). Bir araştırmacı olarak, karşısındakine nasihat vermek yerine, onların ne düşündüğünü dinlemeyi ve anlamayı, onların kendi alanlarındaki bilgilerine, deneyimlerine, dünya görüşlerine saygı duymayı öğrenmesi gerektiğini kavrar (Esenel, 1999, s. 215). Karşılaştığı güçlüklerden, yanlışlarından, aldığı olumlu sonuçlardan söz etmesi araştırma yapacaklar için çok önemli deneyimler barındırma özelliğini taşır. Köye giderkenki kıyafet seçimi, üslubu, beden dili, soracağı soruların seçimi araştırmacının davranış kodlarının haritalandırılması anlamında büyük önem taşır.
Daha sonraki yazılarda Ankara’nın yirmi bir kilometre uzağındaki Etimesgut ilçesine bağlı Elvan köyünün kuruluşundan, kurumlarından, evlerinden, köylülerin yaşam anlayışlarından, ikinci dünya savaşının köy ekonomisine etkilerinden, köydeki değişimlerden, köylerdeki dinsel inanışlardan, erkek çocuğa verilen önemden, çocuk büyütme âdetlerinden, çocuğa bakıştan, köy sağlığı ve üfürükçülükten söz eder. Dikkat çektiği bir diğer nokta köyde kullanılan dil ve söylem farklılığıdır:
Şehir çocuklarının ağızlarına almaktan şiddetle menedildikleri bazı kelimeleri köy çocukları en tabii laflarmış gibi kullanabiliyorlar. Lakin bu çocuklar köy anlayışına göre asla terbiyesiz sayılmazlar. Bu, asla büyüklere karşı saygısızlığa da delalet etmez. Onların hiç kimseyi tahkir hususunda bir kasıtları yoktur. Mesele farklı cemiyet telakkisinden başka bir şey değildir (Esenel, 1999, s. 165).
Köy kadınlarının yaşamı Esenel’in en uzun söz ettiği bölümlerdir. Okur- yazarlıkları, gündelik yaşam dinamikleri, doğum-evlilik-kumalık-ölüm süreçleriyle ilgili ritüelleri yaşayışları kadınlarla geliştirdiği ilişki ağları nedeniyle en yakından gözlemleme fırsatını bulduğu süreçler olmuştur (Esenel, 1999, s. 168-175). Kadınlarla ilgili yazılarından en ilgi çekici olanlarından biri derginin onuncu sayısında yayımlanan (Ekim 1941) Ankara’dan Trabzon’a kadar olan seyahatlerinde gözlemlediği Karadeniz kadınlarını anlattığı makaledir (Esenel, 1999, s. 228-232) Günümüzde de değişmeyen(3) bir biçimde bir Karadenizli için kadınların, kız çocuklarının sırtlarındaki küfelerle odun taşımaları erkeklerinse kahvede oturmaları alışıldık bir manzaradır. Erkeklerin kadınların yaptığı bu işi üstlenmesi haysiyetsizlik anlamına gelmektedir. Derginin yirmi birinci sayısında (Kasım 1942) yer alan makalesinde Esenel, genel olarak köylerdeki kadının durumundan söz eder ve çözümler geliştirir. Karadeniz ve Orta Anadolu’da kadınların yaptığı işler birbirinden ufak tefek farklılıklar gösterse de kadınlar erkeklerden çok daha fazla çalışmaktadır ve para her zaman erkeklerin elindedir (Esenel, 1999, s. 233–242). Eğer evde erkek yoksa veya askerde ise kadınlar bütün erkek işlerini de yapmaktadırlar. Kadınlardan genelde “eksikli” diye söz edilir. Erkekler kadınlara göre daha temiz, özenli giyinirler. Ziyafetlerde en iyi yemekler erkeklerin sofrasına götürülür. Kadınlar ancak erkeklerin bulunmadığı yerlerde serbest davranırlar. Neşe ve zekâlarını döker ve bambaşka insan olurlar. Kumalık kadınlar açısından başlı başına eza ve sıkıntı anlamına gelir (Esenel, 1999, s. 238). Dayak, erkeğin kadını dövmesi, kadınlar arasında “bir kabahatimi görünce elbette döver” biçiminde algılanmaktadır (Esenel, 1999, s. 239). Köy kadınının erişebileceği en yüksek mevki ise oğlunu evlendirip kaynana olduğu zaman gerçekleşir (Esenel, 1999, s. 240).
Esenel çözüm olarak teknik bir devrimi önermektedir. Ona göre, “köy kadınının evine ve ailesine yarayacak bir şeyler öğrenebilmesi, her şeyden önce onun zaman ve enerjiden tasarruf edebilmesine bağlıdır” (Esenel, 1999, s. 241).
Hukuksal olarak cumhuriyetle birlikte kadınlara birçok haklar tanınmış olmasına rağmen köyde yaşayan kadınlar için bu söz konusu değildir. Kadınlar, eşitlik, seçme-seçilme gibi hakların farkında bile değildir. Doğum oranının yüksekliği, resmi nikâhın yaygınlaşmaması, kadınların ve kız çocuklarının emek yoğun işlerde çalışmalarının çözümü olarak makineleşmenin üzerinde durmaktadır Esenel’e göre böylece kadınların kendilerini geliştirebilmek için zamanları kalacaktır. Cevriye Kadın ile Fadime Hala’yı (Esenel, 1999, s. 220–225) ayrı olarak anlattığı bölüm ise köydeki kadınlardan ayrıksı nitelikleri bulunan, sıra dışı, köyde diğerlerinin yadırgadığı kadınların hikâyeleridir.
Türkiye 1940’lı yıllarda nüfusun yüzde 80’ninin köylerde yaşadığı ve ekonomisi ağırlıklı olarak tarıma dayalı bir ülkedir (Dinçer, 2008, s. 203). Yurt ve Dünya dergisi yazarları, başta Esenel olmak üzere,(4) toplumu bir bütün görmekten hareketle, her âdet ve geleneğin o toplumun bütünü içinde anlamı ve fonksiyonu bulunduğundan, bu cephelerin de birbirine sıkı bir şekilde bağlı olduğundan söz ederek bu olayların hepsini incelemek gerektiğini vurgularlar.
Esenel’in diğer çalışmaları
Esenel yalnızca köy sosyolojisiyle ilgili değil Yurt ve Dünya’nın yirminci sayısında yer alan (Ekim 1942) “Poker Partileri” başlığını taşıyan yazısında ya da altıncı sayıda yer alan (Haziran 1941) “Mizah Mecmuaları” isimli yazısında ülkede yaşanan başka meselelere de değinir.
“Poker Partileri” isimli yazıda Anadolu şehir ve kasabalarında yaşayan yerli halk ile buraya atamayla gelen memur aileleri arasındaki “kaynaşmamayı” (Berkes, 1942, s. 286) dile getirir. Halktan uzak yaşayan memurları ve ailelerini “sıkıntılarını poker partilerinde unutmaya çalıştıklarından” söz ederek eleştirir. Böylelikle taşra kasabasında iki ayrı sınıf ortaya çıktığını vurgular. Daha önceki yazılarının da ana vurgusu olan temassızlığı bir kez daha gündeme getirir. Kasabaya dışarıdan gelenlerin bulundukları yeri tanımak, öğrenmeye çalışmak gibi gayretlerinin olmadığından şikâyet eder. Söz edilen dönemde çok yaygın bir anlayış olan münevverin halkı aydınlatması dışında iki tarafın da birbirine öğretecek pek çok şeyi bulunduğunu vurgulayarak yazısını sonlandırır:
Bir taraf ötekinden temizliği, daha iyi yaşamasını, hayat için lüzumlu bilgileri, vesaire, diğeri de ondan kol kuvvetiyle çalışmasını, sabır ve tahammülü, kanaatkârlığı öğrenirdi. Ve muhakkak ki münevverin kazancı da halkın kazancından daha az olmazdı ( Berkes, 1942, s. 292).
“Mizah Mecmuaları” isimli yazıda ise mizah mecmularının toplum yapısını ne kadar yansıtıp yansıtmadığının yanıtını arar. Konuların sıkça tekrarlanmasını eleştirir. Kadın bedeninin nesneleştirilmesinin, cinsiyetçi bakış açısının temayüllerinin Esenel’in yazısında vurgulanması oldukça dikkat çekicidir:
Kadın resimlerinde karikatürize edildiğine delalet edecek hiçbir çizgi yoktur. Bunlar, umumiyetle, vücuttaki cinsî hatlar son derecede tebarüz ettirilerek gayet güzel ve cazip bir tarzda resim edilmişlerdir. Bir karikatürde ihtiyar ve yaşlı bir kadının bulunuşu hakikaten istisnadır. Böyleleri olsa olsa güzel kadın resimlerinin yanına, onlarla mukayese imkânı vermek için konulmuştur… Mizah mecmualarının kadın karakterlerinin ne evde, ne dışarıda hiçbir faydalı işi gücü yoktur. Faydalı olmak şöyle dursun, bunlar bir takım muzır mahlûklardır. Genç ve güzel olanları mütemadiyen plajlarda, balolarda, şurada burada zengin erkek avlamaya çalışırlar. Çirkin ve yaşlı kadınlar gülünç makyajlar yapar, peruklar takar, zayıflama rejimi takip eder, genç ve güzel erkeklerin peşinde koşarlar. Sorulduğu zaman yaşlarını elliden yirmi beşe indirirler (Berkes, 1941, s. 51-52).
Savaş yıllarını yansıttığı diğer bir yazısı ise derginin otuz dördüncü sayısın- da yer alan (Ekim 1943) “İstanbul Nasıl Yaşıyor” isimli yazıdır. Savaştan en çok etkilenen kesimler olarak çocuklar ve kente dışarıdan gelen göçmen ailelerle görüşerek onlarla ilgili oldukça çarpıcı gözlemler yapar. (Berkes, 1943b) Böylece, yalnızca köy sosyolojisi alanında değil kent sosyolojiyle de ilgili ilk çalışmalardan birini gerçekleştirmiş olur.
Esenel, “Irk ve Medeniyet” isimli derginin otuz altıncı sayısında yayımlanan (Aralık 1943) yazısında, ırk üstünlüğü meselesinin zaman zaman fikir ve düşünce hayatımızda ileri sürülen köksüz iddialar olduğunu ileri sürer. Ona göre hiçbir ırk diğerine göre üstün değildir. Irk meselesi milleti birleştirmeye değil, ancak parçalamaya yarar. Bu medeniyet, yüz binlerce senelik bir zaman boyunca bütün insanlığın hep birlikte kurduğu müşterek bir eserdir (Berkes, 1943a, s. 478). Bu yazısında görüldüğü gibi Esenel, bilimde evrensel değerleri özümsediğini açıkça ifade eder.
Derginin otuz sekizinci sayısında (Şubat 1944) yer alan “Nüfus Meselesi ve Bekârlık Vergisi” isimli yazısında ise nüfusu arttırmak için ileri sürülen bekârlık vergisinin işe yarayamayabileceğini, hükümetin evlenme ve doğumu teşvik etmek yerine çocuk ölümlerinin önüne geçilmesine yönelik politikalara ağırlık verilmesini önerir (Berkes, 1944, s. 81). Günümüzde hâlâ tartıştığımız “üç çocuk doğurma” kampanyasına ilişkin tartışmanın 1940’lı yıllardan beri süregeldiğini ve hükümetlerin sorunu çözme yerine palyatif çözümler üreterek meselenin üstünü kapama yoluna gittiklerini görmekteyiz.
Esenel’in kendisinin de çok önemsediği ve araştırmaya yönelik son çalışması olan “Hüseyin Rahmi’nin Romanlarında Kadın Tipleri”(5) (Berkes, 1945) isimli makalesi tez mahiyetinde bir çalışmadır. Esenel kırktan fazla Hüseyin Rahmi romanını inceleyerek oradaki kadın tiplerini betimler. Ona göre Hüse- yin Rahmi romanları kısa ömürlü değildir; özellikle gelecek kuşaklar için yazar toplumu çok iyi gözlemlediği, anladığı ve anlattığından son derece önemlidir.
Sonuç
Esenel, Geç Kalmış Bir Kitap’ın gecikmişliğinin nedenlerini biraz buruk dile getirir:
O kadar büyük bir hevesle çalıştığım halde hiç bir şey yapamayınca tama- men vazgeçtim. Hiç bir şey yapamaz oldum, çalışamaz oldum. Elli sekiz yaşına kadar çalıştım. Çok yorulmuştum. Yani fena halde yıprandım. Bu süre zarfında kendimle ilgili hiç bir şey yazamadım. Bazı insanlar yazmam konusunda beni teşvik ettiler. Onun üzerine yazmaya başladım. Emekli olduktan iki sene sonra yazmaya karar verdim (Saygılıgil görüşme, 2001)
Behice Boran, Sabahattin Ali, Sabiha Sertel, Zekeriya Sertel, Halet Çam- bel, Mina Urgan, Cahit Irgat, Pertev Naili Boratav, Hayrünisa Boratav, Adnan Cemgil, Nazife Cemgil, Ahmet Cevdet Kudret ve İhsan Kudret, Rasih Güran ve Muvakkar Güran, Azra Erhat, Sabahattin Eyüboğlu gibi pek çok aydın insan Esenel’in baskıları, haksızlıkları birlikte göğüslediği yakın dostlarıdır. Kimisi öldürülür, kimisi ülkesinden ayrılmak zorunda kalır:
Serteller, Türkiye’de yaşayamaz hale geldiler. Geçinecek durumları tama- men ortadan kalktı. Gitmek zorunda kaldılar. Türkiye’ye biraz yakın olabilmek için Bakü’ye yerleştiler. Türkiye’yi çok özlediler... O dönemde Rusya ile mektuplaşmak komünistlik anlamına geliyordu. Baskılar yüzünden hiç mektuplaşamadık (Saygılıgil görüşme, 2001).
Esenel yıllarca köşesine çekilmek zorunda kalır. Kitabını yazdıktan sonra da kapısını çalan pek olmaz. Görüşmemizden sonraki günlerde Şubat 2001 tarihinde yayımlanan kendisi hakkında kaleme aldığım yazıyı ona takdim ettiğimde inanılmaz bir sevinçle karşılamıştı. Bir sosyal bilimci kadın olarak çalışılan güncel konuları, ilgi alanlarımızı merak ediyor; karşılaşmak, sohbet etmek, araştırmalarımız hakkında bilgi sahibi olmak, paylaşımda bulunmak istiyordu. Sohbetimiz sırasında kendi sürecini anlatırken araya serpiştirdiği anekdotlar ikimizi de kimi zaman kahkahaya boğuyor kimi zaman da hüzünlendiriyordu. Esenel, sessizce köşesine çekildiği gibi yine sessizce arkasında bir yığın zengin bilgi birikimini bırakarak 26 Ağustos 2005 tarihinde aramızdan ayrıldı.
Esenel’in çalışmaları köy sosyolojisinden, kent sosyolojisine, din sosyolojisine, aile sosyolojisine, toplumsal cinsiyete, nüfus meselesine, eğitime ve sosyolojik yönteme kadar bir ömre sığmayacak genişlikte bir yelpaze içermektedir. Yazının başında belirtildiği gibi biyografilerin ve otobiyografilerin katkısıyla oluşturulacak yeni ve gerekli bir tarih yazımında Esenel’in yaşamı ve çalışmaları haritanın önemli bir parçasını tamamlamaktadır. Yazıyı erken cumhuriyet dönemi aydınlarından Esenel’in kitabından onun son sözleriyle bitirelim:
1945’ten sonra günlük geçim derdi içinde, araştırma ve yazı yazmaya zaten vakit yoktu. Ancak, ilk köy sosyolojisi araştırmalarımın, gelecek kuşaklar için önemi var; çünkü Batı ülkelerinde yüzyıllar alan toplumsal değişim, Türkiye’de bir kuşakta gerçekleşti. Bu da benim ömür sürecime sığdı… (Esenel, 1999, s. 279)
(1) Esenel’le ilk görüşmemiz kitabını okuduktan sonra Beril Eyüboğlu’yla birlikte 2001 yılının 15 Ocak tarihinde gerçekleşmişti. Daha sonra evine gidip gelmelerimiz devam etti.
(2) 1941 ile 1944 yılları arasında toplam kırk iki sayı yayımlanan derginin çekirdek kadrosunda Pertev Naili Boratav, Niyazi Berkes, Mediha Esenel (Berkes), Behice Boran, Adnan Cemgil bulunmaktaydı. Bu kadro dışında başka birçok yazar telif çeviri ve makale, öykü, şiirlerle katkıda bulunurlar. Dergi, Nisan 1944’de Bakanlar Kurulu kararı ile kapatılır. Dergide en fazla yazısı bulunan ve dergide ağır işleri sırtlayan Adnan Cemgil’dir. Yurt ve Dünya Atatürkçü ilkeleri benimseyen bilim ve edebiyat dergisiydi. Dergide toplumsal ve ekonomik sorunlar tartışılır, iktidarın varlık vergisi, şehirleşme sorunu gibi bazı uygulamaları, ırkçılık-turancılık ve faşizm eleştirilir. Bkz. Ağduk-Gevrek, 1998.; Karadeniz, 2002.; Dinçer, 2008.
(3) Yeşim Ustaoğlu’nun Karadeniz kadınlarının gündelik yaşamını anlattığı Sırtlarındaki Hayat (2004) isimli belgesel filminde de kadınların aynı şekilde sırtlarında küfelerle odun taşıdıklarını görüyoruz.
(4) Yurt ve Dünya, sayı: 1, ilkkânun 1941, s. 26.
(5) Esenel kendisiyle görüşmemizde bu çalışmayı çok önemsediğini ve yeniden basılmasını çok arzu ettiğini belirterek bana bir kopyasını vermişti (Saygılıgil, görüşme 2001)