Haberin İngilizcesi / Kürtçesi için tıklayın
Konuya nereden gireceğimi bilemiyorum. O kadar güncel, yakıcı ve yanıcı bir konu ki...
Sıla’nın gördüğü şiddetten, Elit İşcan’ın uğradığı taciz, şiddet, mobbing kokteyline oradan kostüm asistanı Özge Ş.’nin uğradığı tacize kadar her an bir yerlerden patlak veren bu erkeklik hali sinema sektöründeki buz dağının görünen yüzü. Elbette sadece sinema sektörünün değil.
Şunu biliyorum; 21. yüzyıl kadınların yüzyılı olacak ve olmalı.
Dünyanın her yerinde eşit işe eşit ücrete dair; kürtaja, cinsel yaşamlarına dair hakları, yönelimleri için bir araya gelerek ve şiddete, tacize karşı örgütlenerek direnmeleri bunun yalnızca uzaktan gelen ayak sesleri.
Ülkemizdeki tüm bu baskı ortamına rağmen her yıl 8 Mart’ta, İstanbul'da İstiklal caddesindeki görkemli gece yürüyüşüne hükümetin müdahale etmemesi bu mücadelenin meşruiyetinin bir göstergesi.
O yüzden biz erkeklere düşen kendimizle, kendi erkeklik hallerimizle samimiyetle yüzleşmek ve kadınları hayatın her alanında eşit, özgür ve bağımsız birer birey olarak görmemizi engelleyen tüm yargı ve eylemlerimizden kurtulmak.
Tam da bunun için ilk bakmamız gereken yer doğrudan kendi hayatımız.
Kendimle ilgili övündüğüm bir kaç konudan biridir. Hayatımda hiçbir kadına (ortaokul yıllarındaki ufak tefek olayları saymazsan erkeğe de) şiddet uygulamadım. Ya da taciz olarak nitelendirilebilecek, iradesi dışında, bedensel bütünlüğünü ihlal ederek benimle birlikte olmaya zorlamadım.
Bu benim doğruluk timsali olmamdan kaynaklanmıyor. En temelde şiddetin normalleştiği bir ailede değil, sevginin daha yoğun hissedildiği bir ortamda büyümemden kaynaklanıyor.
Belki ailemle çok özel anlar yaşamadık ama kesinlikle normal denebilecek bir çocukluk yaşadım. Genelini hep iyi hatırlarım. Bir iki olay dışında hiç şiddet görmedim bu olayları da bugün gülerek anlatırım.
Erkeklik halinin en gelişmemiş yönü içinde taşıdığı ve içinden taşırdığı bu şiddet gösterileri olsa da görünmeyen bir yüzü daha var. Erkek tembelliği.
Erkeğin kendine hak olarak gördüğü tembellik. Oldukça sıradan, banal, bildik olsa da önemli bir vakıa. Bir tür kibrin de gizli olduğu bu tembellik türü kafa ve kol emeği olarak en çok ev işlerine ve ebeveynliğe dair sorumluluklarda kendini gösterir.
OECD verilerine göre Türkiye’de kadınların ev işlerine ayırdığı ortalama günlük süre 261 dakika iken erkeklerin ayırdığı zaman sadece 21 dakika. Sadece 21 dakika!
Hindistan ve Meksika’nın ardından bu eşitsizlikte üçüncüyüz. Eşitsizlik dünyanın her yerinde olmakla birlikte eşite en yakın İskandinav ülkelerinde dahi durum kadının aleyhine.
Bayramlarda, düğün, cenaze veya özel günlerdeki kalabalık aile toplantılarında yemeklerimizi hep ailenin kadınları yaptı. Biz yemekten kalktık ve koltuklara yayıldık.
Bir keresinde elimdeki tabağı mutfağa götürmek için aldığımda beş yaşındaki kuzenimin kızı üstüme gülmüştü. Çamaşırlarımızın, bulaşıkların akıbetini tamamen kadınlara bıraktığımız gibi yer yer kendi öz bakımımızı bile onlara havale ettik. Bizimle eşit süreler çalışıyor olsalar bile.
Alışveriş yaparken listeyi onlar verdi ve biz de onların organizasyon yeteneğine ve zihinlerine bıraktık. Üstelik bu işleri hep küçük, önemsiz şeyler olarak gördük. Söylemesek de öyle gördük.
Yaşamın gerçekleri, ekonomik ilişkiler biz insanların bireysel hayatlarında adapte olamayacağı kadar hızlı değişiyor. Tarihin feodal ilişkileri günümüz modern dünyasına uymuyor.
Erkekler at sırtında fetihlere koşarken ev tamamen kadına bırakılmıştı. Yüzyıllar boyunca hem de. Üstelik kimse tarafından yadırganmadan. Oysa şimdi moda tabirle mızrak çuvala sığmıyor.
Ne zaman ki kadınlar çalışma hayatına, sosyal hayata birey olarak katılmaya başladılar denge bozuldu.
Dengelerin bozulmasının üstünden nesiller geçmesine rağmen alışkanlıklar, avantajlar erkeklerin yararına olduğu için müesses nizamı korumaya çalıştık.
Farkında olmadığımız için değil, işimize geldiği için bu tembelliğimizi devam ettirdik. Çalışmayan kadınların iş hayatına katılması, iş hayatında olanların özel zevkleri, uğraşları olması böylece zorlaştı.
Kendi adıma 35 yaşımı doldurduğum bu günlerde çocukluğum ve gençliğimde yük olduğum anneme, teyzeme, yengelerime bir özür borçluyum.
Şimdilerde daha az ilk yıllarında daha fazla yaptığım tembellikten dolayı eşime özür borçluyum. Bu hayatta savunduğum sol değerleri, eşitliği ve hakkaniyeti kendi günlük hayatıma tam geçiremediğim, bu avantajlı konum işime geldiği için tüm bu insanlara özür borçluyum.
Eşitlik, adalet, özgürlük özürlerle gelmez tabi. Ama hayatın her alanında kadınların yalnızca anne, eş, kız kardeş değil kendi hikayesinin kahramanı olan bağımsız bireyler olduğunu daha fazla vurgulamak ve küçük büyük demeden tüm bu alanlarda onlarla yan yana olmak kadar önemli olan şey sürekli bir değişimden geçtiğimizin ayırdına varabilmek. Kendi bireysel hayatımızı, içinde yaşamak istediğimiz dünyanın bir parçası kılabilmek.
Yeni filmimde bu konuya değinmeye çalışacağım için kendi içimde bu konuyu her zamankinden daha fazla tartışıyorum.
Bu metin de bu tartışmaların bağlayıcı bir ifadesi olsun. Küçük şeylerin aslında o kadar da küçük olmadığını görerek başlayalım özeleştirimize. Yeni, güzel ve eşit bir dünyayı yarınlara taşımaya böyle başlayalım.
Tembellik haktır.
Ama sadece erkeklerin değil. (KS/ŞA/APA)
* Görseller: Kemal Gökhan Gürses