35. Amsterdam Uluslararası Belgesel Festivalinin bu seneki odak başlıklarından bir tanesi Erkekliğe Dair. Alfa erkek olarak tanımlananlarından toksik erkekliğe, IDFA’nın bu bölümündeki filmler problemli sosyal yapı olarak erkekliği muhtelif açılardan sorguluyor; sinema tarihinin kör noktalarından birine odaklanması istenen seyirciyi, klasik filmleri tekrar gözden geçirerek kahramanlarına yeni bir açıdan bakmaya davet ediyor. Programdaki filmlerde kırılgan erkekler, erkekliği din ve milliyetçilikle özdeşleştirenler, ayrıca kadınların kurumsal olarak tahakküm altında tutulması gerektiğini düşünenler de var.
Bak bana ne yaptırdın!
Çaresiz kalıp beraber oldukları tacizkâr erkekleri öldürmüş kadınlar Look What You Made Me Do adlı filmin esas kahramanları. Usta kadın sinemacı Coco Schrijber’in yönettiği 2022 Hollanda yapımı 84 dakikalık belgesel, 35. IDFA’nın Ustalar listesinde yer aldığı gibi Erkekliğe Dair adlı bölümde seyirciyle buluşuyor ve festivalin En İyi Hollanda Filmi klasmanında yarışıyor.
“Anneme çocuk parkında bir oğlanın bana vurduğunu söyleyince, ‘Senden hoşlandığı içindir’ demişti.” Kadın cinayetleri hakkındaki ifşa filmi bu cümlenin parlak kırmızı fonda siyah harflerle yazılı şekilde belirmesiyle başlıyor. Belgeselde, partnerleri tarafından uygulanmış katlanılması zor tacizlerle dolu ilişkilerine rağmen, sonunda cinayet işleyerek hayatta kalabilmiş üç kadınla tanışıyoruz. Finlandiya’dan Laura, Hollanda’dan Rachel ve İtalya’dan Rosalba beraber oldukları erkeği nasıl ve daha mühimi niçin öldürdüklerini anlatıyorlar. Biri gayet akıcı biçimde, diğeri duraksayarak, fakat üçü de dobra dobra konuşuyor.
Yönetmen Coco sansasyonel yaklaşımdan gayet uzak duruyor ve hikâyelerini çok daha geniş bir perspektife yayıyor: “Dünyada her sene 30 bin kadından fazlası partnerleri tarafından öldürülüyor.” Sokakta tesadüfen karşılaşılan erkeklere bu cümlenin yazılı olduğu kâğıt verildiğinde genelde şaşırıyorlar, bazıları şoke oluyor, bazıları ise tevekkül veya ilgisizlikle tepki veriyorlar.
Seyirci filmin savunduğu argümanı özümserken kamera cinayet mahallini temizlemekle meşgul bir adli memurun görüntüsünden kadın ressam Artemisia Gentileschi’nin 17. yüzyıl resmi “Yudit Holofernes’in Başını Keserken” adlı tablosuna geçiyor.
Acaba filmdeki kırmızı elbiseli anonim kadın tacizlerle dolu ilişkisinden kurtulup hayatta kalabilecek mi yoksa o da mı fail olacak? Bu durumdan çıkmak için başka bir çaresi kaldı mı?
Öğretmen tacizi
Bir öğretmenin otoritesinden ve karizmasından yararlanarak öğrencilerini taciz etmesi El sostre groc (The Yellow Ceiling) adlı filmde kadın yönetmen Isabel Coixet’in usta dokunuşuyla işleniyor. 2022 İspanya yapımı 93 dakikalık belgesel IDFA’nın Ustalar bölümünde yer alıyor, aynı zamanda Erkekliğe Dair klasmanında festival seyircisine ulaşmış oluyor.
Oyunculuk dersi sırasında tişörtün altında gezinen bir el; kendini öğretmeniyle yatakta bulan öğrenciler: İspanya’nın Lleida kentindeki gençlik tiyatrosunda her gün meydana gelebilen rahatsız edici olaylardır bunlar. Öğrencilerden bazıları 14 yaşında genç kadınlardır. Tecrübeli kurmaca ve belgesel yönetmeni Isabel Coixet öğrenciler ve tacizlere şahit olmuş diğer insanlarla samimi röportajlar yapıyor. Bu sayede yıllar boyunca sürdürülmüş tacizlerin ayrıntıları ortaya çıktığı gibi amacına ulaşmak için kurnaz tacizcinin dikkatlice uyguladığı stratejiler de deşifre ediliyor. Bir yıldız gibi parlıyor olması, önce öğretmen sonra da müdür olarak seneler boyunca ceza almadan icraatını sürdürmesi anlamına gelmişti.
Şahitlerin anlatıları, arşiv görüntüleri ve genellikle öğrenciler tarafından çekilmiş amatör film kareleriyle bütünleşiyor. Coşkun gençlerin şakayla karışık dışavurumları, o zamanlar tacize maruz kalmış günümüzün olgun kadınlarının yorumlarıyla bambaşka bir açıdan incelenmiş oluyor. Kurbanlardan birinin hafızasına kazınmış sarı tavandan adını alan The Yellow Ceiling belgeseli manipülatif davranışa dair ayrıntılı bir analiz vasfı taşıdığı kadar mevzubahis #MeToo vakasının beceriksizce ele alınışına yönelik bir itham fonksiyonu ediniyor ve bunu ortaya çıkaranlara saygı ifadesi vasfını kazanıyor.
Askerlik mecburi olunca…
Masumiyetin sona erdiği basamak olarak askerliği masaya yatıran Innocence adlı filmin yönetmeni Guy Davidi. 2022 Danimarka-İsrail-Finlandiya-İzlanda ortak yapımı 100 dakikalık belgesel IDFA’nın Best of Fests bölümünde yer aldığı gibi Erkekliğe Dair klasmanında da seyirciyle buluşuyor. Küçücük çocukların silahlara alıştırılmaya çalışıldığı sekanslar bu metazori uygulamanın ne kadar travmatik olabileceğini fazlasıyla hissettiriyor.
Genç İsrailliler 18 yaşına vardıklarında onları neyin beklediğini gayet iyi bilirler: Ordunun hizmetine girip askerlik yapmak. Ve İsrail’de askerlik, direkt muharebe anlamına gelebildiği için hayatta kalamama riski daima baki.
Seslendirme sanatçılarının okuduğu, askerlik hizmeti sırasında ölmüş genç insanların günlüklerinden pasajlar, ordu tarafından empoze edilmiş şiddetle mücadelelerini, kendi prensiplerini hayata geçirme hususundaki zorluklarını, korkularını ve istikballe ilgili planlarının nasıl suya düştüğünü ortaya çıkarıyor.
Hüzünlü müzik eşliğinde çöldeki genç askerlerin dron görüntüleri filmin anti-militarist mesajını duygusal olarak katmerliyor. Kaygısızlığın ön planda olduğu günlük hayatlarından sekanslar amatör çekimlerle belgelenmiş askerî talim görüntüleriyle harmanlanıyor; genç askerleri kâh atış poligonunda, kâh gerçek roket saldırıları altında izliyoruz.
İsrailli yönetmen Guy Davidi daha önce Filistinli Emad Burnat ile Oscar’a aday olmuş 2011 yapımı 5 Kırık Kamera adlı unutulmaz belgeseli yönetmişti. Bu filminde de İsrail devlet militarizminin trajik yanını hassasiyetle işlerken bunu vatanları için savaşmaya kolektif olarak hazırlanan genç insanların bakış açısıyla aktarıyor.
Yüzleşmek ve hesaplaşmak şart
Hafızanın silinmeye çalışılmasına rağmen gerçeğin mutlaka ortaya çıkacağına dair çarpıcı bir animasyon belgeseli His Name Is My Name IDFA’da dünya prömiyerini gerçekleştiriyor. Yönetmenliğini Eline Jongsma ile Kel O’Neill’in üstlendiği 2022 Hollanda yapımı 33 dakikalık dijital eserin adını Erkekliğe Dair bölümünde gördüğümüz gibi, filme DocLab: Nervous Systems ve IDFA DocLab dijital hikâye anlatma yarışmasında da rastlıyoruz.
Eline Jongsma’nın büyükdedesi Çılgın Gerrit olarak tanınırmış. Aslında bu lakap onun gerçek kimliğine kıyasla çok masum sayılırdı: Kendisi İkinci Cihan Harbi sırasında Hollanda’nın Krommenie kentinin acımasız ve şiddet dolu belediye başkanı ve aynı zamanda Hollanda Nazi Partisi NSB’nin fanatik bir üyesiydi. Savaş sona erdikten sonra ondan utanan çocukları onunla bağlarını inkâr etmişler; bu yüzden de torununun kızı onun varlığından bihaber büyümüş. Fakat hiçbir hakikat ilelebet saklı kalamaz.
Eline ve meslektaşı Kel O’Neill bu Instagram bazlı animasyon dizisinde, muhtelif arşivlerde ve ailenin hafızasında gezinerek Çılgın Gerrit ve mirasının parçalı da olsa portresini ortaya çıkarmaya çalışıyor.
Dizinin 10 bölümünden her biri kendi başına bir bütün oluştursa da toplamı seyirciyi heyecanla izlemeye sevkeden müziğin rehberliğinde tarihe maharetli ve kaleydoskopik bir bakış imkânı sunuyor.
Jongsma ve O’Neill’den müteşekkil sanatçı ikilisi, Gerrit’in motivasyonlarından çok bir savaş güncesi yaratmaya ve nesilden nesle aktarılan suçluluğa odaklanıyor. Bu, hatırlama ve unutma üzerine, mazinin kendini günümüzde hissettirme biçimlerine dair bir hikâye.
Kimin kahramanı?
ABD ordusunun “kahraman”larından James “Bo” Gritz hakkındaki Erase and Forget savaş olgusunu bir kez daha sorgulatıyor. Andrea Luka Zimmerman’ın yönettiği 2017 Birleşik Krallık yapımı 88 dakikalık ödüllü belgesel, IDFA’nın Erkekliğe Dair bölümünde gizli kalmış bazı hakikatleri ortaya dökme fonksiyonunu da üstleniyor.
Gritz, Vietnam Savaşı sırasında ABD’nin en şanlı askerlerinden biriydi. Kendi taraflı değerlendirmesi 400 kişinin ölümünden sorumlu oluşuna dair. Gritz’in Hollywood kahramanlarından John Rambo, Apocalypse Now’daki Albay Kurtz ve The A-Team’deki “Hannibal” Smith’e ilham verdiği de biliniyor. Hakikat ve kurmaca izlekleri bu askerin portresi ile kriz halindeki ülkenin haliyle bütünleşiyor; ABD’nin gizli savaşlarıyla Hollywood’un kurmaca muharebe meydanları arasındaki bağları afişe ediyor.
Kadın yönetmen Zimmerman filmin kahramanı Gritz’i on sene boyunca takip ediyor. Ayrıca, göründüğü kadarıyla yalnız sürdürdüğü yaşantısı hakkında fikir veren konuşmalarla röportajlarını, Rambo’nun yönetmeni Ted Kotcheff ile yapılmış görüşmelerle harmanlıyor. Gritz’in gizli misyonları ile medyanın kendisiyle sık sık meşgul olduğu anlar da belgeselde iç içe geçiyor.
“Son nefesime kadar ABD için şampiyon olmayı sürdüreceğim” diyor filmin başlarında Gritz. Bunu gerçekten inanarak söylüyor ve filmde bu sözlerine yönelik olarak asla şüphe duymuyoruz. Fakat gittikçe belirginleşen mesele şu: Gritz hangi Amerika için savaşıyor?
Baba, Oğul ve Kutsal Savaş
Patriarkanın ve dinin erkekler üzerindeki ezici tesiri Pitra, putra aur dharamyuddha (Father, Son and Holy War) adlı filmde irdeleniyor. 1994 Hindistan yapımı 120 dakikalık filmin yönetmeni Anand Patwardhan. Çarpıcı olduğu kadar eğlenceli film IDFA 2022’nin Erkekliğe Dair bölümünde seyirciyle bir kez daha buluşuyor.
İki kısımdan oluşan bu filmde meşhur belgeselci Anand erkeklik olgusunu cömertçe irdelerken, erkeklerin özgüven eksikliğinin savaşlara, şiddete ve teröre sebep olma ihtimalini sorguluyor.
Filmin ilk bölümünde yönetmen Anand, Hindu geleneğinin Sati karakterine odaklanarak patriarkanın kadınların hayatı üzerindeki tesirlerine eğiliyor. Mevzubahis gelenekte zevce, kocasının naaşının yakıldığı odun yığınında kurban ediliyor. Filmde, üst sınıfların arınma ritüellerinde ateşin rolü hatırlatılırken 90’ların başında Müslümanlar’la Hindular’ı karşı karşıya getirmiş Bombay Ayaklanmalarına da uğruyoruz. Ne var ki Müslüman ve Hindu kökenli iki ayrı itfaiye grubunun cinsiyet ayrımcılığı ve şiddete karşı durduklarını da görüyoruz.
Patriarkanın erkeklere neler yaptığını, erkekliği dinsel kavgalar bağlamında inceleyen filmin ikinci bölümünde öğreniyoruz. Mesela Hindu mitolojisinde coğrafyaya şiddetin, yıkımın ve tecavüzün Müslümanlar tarafından getirildiğine inanılıyor. Günümüzde bu öğretiler intikam, öfke ve dinsel tahammülsüzlük duygularını körüklemeye devam edebiliyor. İki din tarafından da paylaşılan “gerçek erkek” olma mecburiyeti önüne geçilemeyen bir şiddet sarmalına neden oluyor.
Yönetmen Anand filminin ülkesinde seyirciye sansürsüz ulaşabilmesi için 10 seneyi aşkın bir adli süreçle boğuşmak zorunda kalmış. (MT/AS)