Mirabel* kardeşleri tanıyor musunuz? 1960 yılının 25 Kasımında, yani bundan tamı tamına 51 yıl önce Mirabel kardeşler diye anılan üç kadın Dominik Cumhuriyeti'nde bir "kaza"ya kurban gitti. Bu kaza bizlerin aşina olduğu tırnak içi kazalardan biriydi.
Zaten Birleşmiş Milletlerin 25 Kasım'ı Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü ilan eden 1999 tarihli metninde de "kaza" olarak belirtilmişti. Yani bizim dilimizle aslında kaza olmayan, kaza süsü verilmiş cinayetlerden.
Peki, bu üç kadının suçu neydi? Yine Birleşmiş Milletler'in raporuna göre, bu üç cesur kadın Turijillo rejimine, diktatörlüğe karşı direnişin sembolü haline gelen politik aktivistlerdi. Yaşamları boyunca defalarca gözaltına alınmış, işkence görmüş ve bazı kaynaklara göre gözaltındayken tecavüze uğramışlardı.
O kadar cesur ve güçlüydüler ki diktatör Turijillo, üç kız kardeşin öldürüldüğü kasım ayının başlarında, en büyük iki probleminin Kilise ve Mirabel kardeşler olduğunu ifade etmişti. Tabi tüm diktatörlüklerde benzerlerinin görüldüğü üzere bu sorun ortadan kolayca kaldırıldı. Üç kadının 25 Kasım'da, hapishanedeki eşlerini ziyarete giderken, kaza süsü verilerek öldürülmeleri kamuoyunda büyük yankı uyandırmış ve Mirabel kardeşler halk için büyük bir sembol haline gelmişti.
1999 Yılında Birleşmiş Milletler bu tarihi, Uluslararası Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü olarak kabul etti ve bünyesindeki ülkeleri bu konuda çalışmalar yapmaya yükümlü kıldı.
Mirabel kardeşlerin öyküsü, beni hep etkilemiştir. Adı ne olursa olsun, bir ülkedeki diktatörün en büyük problemi olarak kilise gibi kaza süsü vererek katledilmesi imkansız bir yapıyı ve bu üç kadını göstermesi ilginç değil mi?
Bu durum, bir bakımdan kadınların ne kadar güçlü olabildiklerini, toplumda ne denli etkili olabileceklerini göstermez mi? Bir bakımdan da kadınların ne kadar kolay hedef gösterilebileceğini. Mirabel Kardeşlerin suçu devletin başında olan diktatöre karşı gelmekti ve bedelini canlarıyla ödediler. Şiddetin en ağır haliyle yani...
Bugün 25 Kasım. Yani Mirabel kardeşlerin devlet eliyle katledişinin, 51. yıldönümü. Ve Kadına karşı şiddet dünyanın alnında, hala, kara bir leke! Bizler kilometrelerce uzakta, Türkiye'de her yıl onlarca kadının tecavüze uğrayışına, zulmedilişine ve katledilişine tanık oluyoruz. Suçluların, katillerin iyi hallerine bakılarak cezalarında indirim yapıldığına, yargının suçlunun yanında olduğuna tanık oluyoruz.
N.Ç'ye tecavüz edenlerin aldığı cezayı ya da cesedi parçalara ayrılıp çöp tenekesine atılan genç bir kadının katilinin aldığı komik cezayı içimize sindirebildik mi? Elbette hayır.
Daha birini sindiremeden, her gün yeni bir trajediyle karşı karşıya kalıyoruz. Aslına bakarsanız medya birkaç yıl öncesine kıyasla kadına karşı şiddete karşı daha duyarlı. Ancak biz kadınlar hala şiddetin bir şekliyle yüz yüze geliyoruz. Peki neden? Gerçekten de "zayıf" mıyız? Fiziksel şiddete maruz kalmamızın sebebi sadece erkeklerden daha güçsüz olmamız mı? Eğer öyleyse bile bizi kendimizden daha güçsüze karşı korumak kimin görevi.
Locke, insanların doğal yaşamda özgür fakat tehlikelere karşı savunmasız olduklarını, bu nedenle özgürlüklerinden fedakârlık ederek bir topluma dâhil olduklarını söyler. Basitçe bir ifadeyle bir devletin vatandaşı olduğumuzda, gönüllü olarak bazı özgürlüklerimizden vazgeçeriz.
Bunun karşılığında da çeşitli hizmetleri vatandaşı olduğumuz devletten bekleriz. Huzur ve güven içinde "yaşamak", bu beklentilerin en başında gelir. Madem medeni bir toplum yapısından, köklü bir devlet geleneğinden bahsediyoruz; haklarımızın biz "güçsüz" isek korunması gerekmez mi? Elbette kadınların erkeklere oranla güçsüz, savunmasız ve zayıf olduklarını söylemiyorum.
Söylemek istediğim bazı kadınların da (erkeklerin olduğu gibi) güçsüz ve korunmaya muhtaç durumda olabilecekleri. Ve bu durumda onları koruma görevi şüphesiz ki devletindir. Ancak örneklerini sıkça gördüğümüz üzere ülkemizde kadınlar korunma talep ettikleri, öldürülmekle tehdit edildiklerini, kişilerin işgalini dahi vererek söyledikleri halde korunamıyor ya da daha kötüsü korunmuyorlar.
Sözde sevgilileri, kocaları ya da aile bireyleri tarafından şiddete maruz kalan kadınlar yetmiyormuş gibi, görevi onları korumak olan "devlet" eliyle tacize uğrayan kadınlar da var.
Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu'nun açıkladığı raporu okumuş olmalısınız. bianet'in haberinde yer alan rapora göre "Büroya bu yıl 15'i gözaltında taciz, biri tecavüz mağduru 16 kadın başvurdu. Gözaltında taciz-tecavüz suçlarını işleyenlerden 14'ü polis, biri asker, biri ise öğretmen."
Polis ve askerin gözaltındakilere işkencesini duymuştum ama bir öğretmenin bu listede nasıl yer alabildiğini anlayamadım. Sanırım, bir asker ya da polisten özel davet almış, bilemiyorum!
Raporun devamında ise daha da trajik bir durumla karşı karşıya geliyoruz. "Kadınların yedisi korktuğu için hukuki işlem yapılmasını istemezken, yedisi iç hukuk yolları kapandıktan sonra davadan vazgeçmiş. İki dava ise ceza mahkemelerinde görülmeye devam ediyor."
Gözaltında bulunmanın psikolojisine, taciz ve tecavüzün travmasını ekleyin, üzerine biraz korku, birkaç hukuki engel serpin ve karşınıza on dört susturulmuş kadın çıkacak. Hukuk mücadelesi hala süren geri kalan iki kadını da unutmayın. Gün gelir onları da konuşuruz...
Son olarak; Birleşmiş Milletlere üye bir ülke olarak sorumluluğunu yerine getirmede belki de ilk adım olarak nitelendirilebilecek bir çalışmadan bahsetmekte yarar var. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunun ortak hazırladığı ve an itibariyle Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın sitesinde yayımlanmakta olan imza çağrısı bakın ne diyor:
"Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü"nde biz erkekler olarak:
Kadına yönelik her türlü şiddetin;
Acı ve ızdırap veren, yaşam hakkını tehdit eden, temel bir insan hakkı ihlali olduğuna,
Toplumu derinden yaralayıp zayıflattığına, aile birliğini zedeleyip, anne ve çocuk sağlığını bozan son derece önemli bir halk sağlığı sorunu olduğuna,
Kadına yönelik şiddetin katı töre, gelenek gibi hiçbir gerekçe ile asla meşrulaştırılamayacağına,
İnanıyoruz.
Hayat arkadaşlarımız, kardeşlerimiz, annemiz, geleceğimizi emanet ettiğimiz evlatlarımız, kadınlar, bu toplumun yarısını oluşturan erkeklerle aynı haklara sahip bireylerdir.
Bu nedenle;
Kadına yönelik şiddete ortak olmayacağız, seyirci kalmayacağız...
Kadına yönelik şiddete son vermek için el ele verelim...
Kadına Karşı Şiddetle Mücadelede, erkekler olarak üzerimize düşen görevi yapmak üzere KARARLIYIZ, BİZ DE VARIZ...
(ad - soyad - doğum tarihi)
(Bu yazı yayına girdiği 25 Kasım Cuma, saat 10:55 itibariyle 1912 kişi imzalamışıtı.)
İmza metninde kullanılan dil eleştirilebilir nitelikte olsa da, bu bildiriyi somut bir adım olarak görmek istiyorum ben. Ne çıkar ki sadece bir bildiri demeyin; yazı hayatı değiştirir.
* Maria Teresa Mirabel, Minerva Argentina Mirabel ve Patria Mercedes Mirabel.