(“Kızılcık Şerbeti” ve “Yalı Çapkını” takipçileriyle paylaşımımız kaldığı yerden devam ediyor)
Antep’in varlıklı ailelerinden, genç yaşta İstanbul’a yerleşerek varlığına varlık katan Halis Ağa, geleneksel büyük ailenin reisi olarak, mirasını bırakacağı, yurtdışında okuttuğu sevgili torunu Ferit’i, Korhan ailesine gelin olmaya layık bir kızla evlendirmek ister. Kendisi gibi Antep eşrafından iş insanı Kazım Şanlı’nın büyük kızı Suna, sınıfsal ve kültürel denklik açısından evlilik için uygundur. Ama Ferit’le evlenmek küçük kız Seyran’a nasip olur. Azla yetinen, parada pulda gözü olmayan Seyran bu evliliği istememiş, çulsuz sevgilisine kaçmayı teklif etmiş ama Kazım’ın şerrinden korkan delikanlının gözü “kız kaçırmayı” yememiştir. Kazım, halası Hattuş’la (Hatice) birlik olup kendisine erkek çocuk vermediği için gözünde hiçbir değeri olmayan eşi Esme’ye ve kızlarına kök söktürmektedir. Onca varlığa, yiyecek içecek kilit altındadır; adam eve hizmetli almamış, bütün işlerini eşine ve kızlarına yaptırmaktadır.
Adamın kâr dürtüsüyle kadına uyguladığı cinsiyetçi baskı iç içe geçmiştir. Evlilikte pazarlık unsuru olur diye kızlara okul eğitiminin yanı sıra Fransızca ve piyano dersleri aldırmıştır. Kızların dış dünyayla iletişimi baba iznine bağlıdır; baba yokken de onu temsilen Hattuş Halaya. Zenginliğin gizlediği acımasızlığa karşı, kızlar isyan edemezler, bilirler ki bunun karşılığı fiziksel şiddet – dayak, odaya kilitleme vb.- olarak geri dönecektir.
Seyran, düğün gecesi yalıdaki odalarına çekildiklerinde Ferit’in itirafıyla ilk şoku yer. Ferit kız arkadaşı Pelo’yla (Pelin) ilişkisini kesmemiştir. Bu evliliği Halis Ağa’yı memnun etmek için yapmıştır; bekarlıktaki yaşamını aynen sürdürecektir. İki ateş arasında kalan Seyran baba evine dönmektense her şeyi göze alarak köşkte kalma kararı alır.
Şeker hastası olduğu için ailenin üstüne titrediği Ferit, Seyran’a karşı benmerkezciliğinden, narsistik övünmelerinden taviz vermez. Kendisine aşkla bağlı olan ve çapkınlıklarına göz yuman Pelo’nun aşktaki zaafını kullanarak kızın üzerinde baskı kurmuştur. Halis Ağa’nın sağ kolu, köşkte kuş uçurtmayan Latif’in gözü yeni evlilerin üstündedir. Ferit ve Seyran dışarıya bir şey sızdırmamaya dikkat ederler. Seyran içinde kabaran isyan duygusunu bastırarak suskunluğunu korur. Bu arada babası, Halis Ağa ile maddi pazarlıklar peşindedir. Ağa’ya, İstanbul’da lüks bir rezidansta büyük bir daire aldırır; aile Antep’ten İstanbul’a taşınır.
Seyran, köşktekileri daha yakından tanıdıkça şok üzerine şok yaşar. Oğlunun ve eşinin ölümünden sonra gidecek bir yeri olmadığı için köşkte kalan Halis Ağa’nın en büyük gelini İfakat, Ağa’nın hem akıl hocası hem de gece yarısı çağırıp ayaklarını yıkattırdığı gözdesidir. Aslında adam kadını arzulamakta, ancak göz banyosu yapmakla kifaf-ı nefs etmektedir. Malûm, aile reisi oluşu nefse hakimiyeti gerektirir. Nefse hakimiyet, başkalarına hakimiyet için gereklidir. Burada bir parentez açalım: (Erkekler farklı çevrelerden olsalar da benzer “erkek” kimliği taşıyabilirler. “Kızılcık Şerbeti”nin Abdullah’ı da kendisini ahlaksal bir özne olarak inşa etmiş ve buna sadık kalabilmiş olmasına karşın Alev’e olan aşkından vazgeçememiştir.)
Devam edelim: Ağa’nın yanında yer almak, İfakat’a bir takım ödüller getirmiştir; rüçhanlıdır, köşktekilere hanım ağalık taslar. Öte yandan Ferit’in babası Orhan’la gizli aşk yaşarlar. Ferit, yalının mutfağında çalışan, kendinden yaşça epeyce büyük kadını hem baştan çıkarmış hem de ispiyoncusu yapmıştır. Kısacası, aile içinde skandallar bitecek gibi değildir.
Pelo ile ilişkisini sürdürmekte inat eden Ferit, Seyran’ı tanıdıkça onun, Halis Ağa’nın soyunu sürdürme beklentisini karşılayacak damızlık bir kızdan ibaret olmadığını keşfeder ve kıza ilgi duyar. Seyran da neşesi, şakacılığıyla kendisini eğlendiren, iyi kalpli, aile kurbanı bu gencin ilgisine kayıtsız kalamaz. Ancak odalarına çekildiklerinde ortalık adeta savaş alanına döner. Ağız dalaşında ikisi de birbirinden geri kalmaz. Ancak Seyran’ın verdiği kişilik mücadelesi Ferit’in bir aydınlanma yaşamasına neden olur. Kız çetin cevizdir, ilk geceden yatakları ayırmıştır. Birlikte olmaları, çocuk yapmaları için, beni ben olduğum için seversen gerçekleşir, şartını koymuştur.
Aslında Seyran ve “Kızılcık Şerbeti”nin Doğa’sı gibi genç kuşaktan kadınlar, toplumun doğal karşıladığı tahakküm ilişkilerine karşı eşlerini dönüştürerek, onları “erkeklik”lerinden kurtarıp sevilecek hale getirme mücadelesi vermektedirler. Sevgi de toplumsal ilişkiler içinde değişip gelişir. Sevmek değerlendirmektir. Ezilen cins, erkek egemen ideolojinin belirlenmişliğinden ezen cinsi kurtarmak zorundadır; yoksa ortada sevilecek erkek kalmayacaktır.
Burada yine bir parentez açalım: Seksen sonrası ülkemizde sesini duyuran ve giderek yaygınlık kazanan feminist hareket, toplumca da kabul görmüş ‘kol kırılır yen içinde kalır’ anlayışına karşı, mahrem olduğu gerekçesiyle dokunulmazlık kazanmış olan aileyi mercek altına almış, cinsel rolleri sorgularken böylelikle aile içi şiddeti de ortaya çıkarmıştır. Kadına yönelik ayrımcılık ve şiddet görünür hale gelmeden lâf ı güzafla önlenebilir miydi?
Dizi iki gencin didişmeleriyle devam eder. Deneyimsizlikten kaynaklanan hataları başlarına dert açarken aile büyüklerinin hataları onlarınkini aşar. Şöyle ki, hukuk düzenine aykırı kendi hukukuna uygulayan Halis Ağa, kızlarını mülkü gözüyle gören ve Seyran’ı Ferit’ten boşanmadan Saffet Ağa’nın torunu Tarık’la evlendirmeye kalkışacak kadar insanlıktan çıkmış, Suna’yı sırf kendi geleceğini düşünerek, mutsuz olacağı bir evliliğe sürüklemiş, “Ağa” özentisi Kazım; sahip olma, hükmetme, saldırganlık vb. özelliklerini feodal düzende varlığını, toprağını korumak, neslini sürdürmek güdüsüyle erken yaşta kazanmışlardır.
İyi eğitim almalarına karşın kişilikleri baskı altında oluşmuş torunları Ferit ve Tarık da, onların feodal telkinlerinin etkisi altında şiddet göstermeyi geleneğin gereği olarak algıladıklarından anlaşmazlıklar karşısında tepkilerini diyalogla değil, silaha sarılarak gösterirler. (Bu arada silahsız dizi olmaz! Dizilerde silaha da adeta bir karakter gibi yer veriliyor) Ancak aile büyüğü zat-ı muhteremler feodal üretim sırasında benimsedikleri , ‘sözünün eri olma, yardımseverlik, merhamet’ vb. erdemlere günümüzde din, feodalizm, kapitalizm sarmalındaki kent/metropol yaşamında yabancılaşmışlardır. Erkeklik kültüründen nasibini almadıkları için baskı uyguladıkları “Kızılcık Şerbeti”nin Mustafa’sına ve “Yalı Çapkını”nda Orhan’ın büyük oğlu Fuat’a da yeteneklerini ortaya koyma fırsatı tanımamışlardır.
Özetle, yeni sezonda Halis Ağa’nın eskisi gibi sözünü geçiremediği için gözden çıkardığı köşktekilere koz olarak kızı Nükhet ve torunu Kaya’yı temelli kalmak üzere köşke çağırması; topun ağzındaki mirasçısı, köşkün küçük beyi Ferit’in huzurunu kaçıracağa benzer. “Kızılcık Dalları”yla birlikte bizi toplumsal cinsiyet “belası”yla yüzleşmeye yönelten “Yalı Çapkını” dileriz izlenme oranının artması kaygısıyla ilk sezondaki çizgisini korur. Diziler hakkındaki son değerlendirmeyi yapmak için kuşkusuz sonraki bölümleri izlemek gerekir.
(TT)