Dizi sektörü dünyada büyük bir pazar haline geldi. Bu durum haliyle Türkiye’deki izleyici profilini de değiştirdi. İnternetteki yabancı dizileri yerlileriyle kıyaslayan izleyici artık dizi seçerken seçici davranıyor. İzlenme oranının belirleyici olduğu rekabet ortamı, yapımcıları da dizi formatını esnetmeye zorluyor. Küresel değerlerle harmanlanarak yerelleştirilmiş diziler, izleyiciyi daha çok etkiliyor. Sinema estetiğini koruyarak izleyiciyi gördüklerinden ders çıkarma ve davranış değiştirme yönünde etkileyebilen yapımlar hızla artıyor. Sözgelimi bu sezon da sürecek olan, gerçek yaşam hikayelerinden uyarlama, “Kızılcık Şerbeti” ve “Yalı Çapkını”, izleyicinin gereksinimlerini karşılıyor olmalı ki hâlâ büyük ilgi görüyor. Bunda karakterlerin bireysel ve toplumsal en temel özellikleriyle işlenmiş olmasının payı büyük.
Günümüzde geçen ve tematik benzerlikleri bulunan her iki dizide, dinin ağırlığının belirgin olduğu ataerkil toplum ve aile yapısının, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kişiler üzerindeki etkileri mercek altına alınıyor. Sözgelimi hikayelerin önde gelen karakterlerinden, ailenin reisi baba figürünün, aile bireylerine karşı kullandığı iletişim dili kişisel olmaktan uzak, ataerkilliğin kodlanmış dilidir. Mütehakkim, emir kipiyle konuşan aile reisi; kadınların, genç erkeklerin nasıl davranılacağını belirleyen kendi koyduğu kurallarla yönetir aileyi. Baba figürünün iktidar bağlamında kavranışı güç, iktidar, para, yetke, ciddiyet özelliklerine dayanarak aile reisine evde ve işte inisiyatifi hep elinde tutmasını sağlar.
Her iki dizinin de takipçileriyle paylaşılmak üzere değerlendirmeyi karakterler üzerinden sürdürelim. “Kızılcık Şerbeti”nde odak noktası, Ünal ve Aslan aileleri özelinde, seküler-muhafazakâr dindar gerilimidir. Burjuva konformizmini her yönüyle yaşayan Aslan’ların tersine, Ünal’lar İslami kurallarca sınırlandırılmış olarak yaşarlar. Ancak mal varlığını otelcilik, özel hastane gibi din dışı işlere yatırım yapmasıyla edinmiş olan Abdullah’ın metropolde seküler iş insanlarıyla teması düşünce dünyasına esneklik getirmiştir. Ama muhafazakâr bir aileden geldiğinden ve İslami kesimle iş ilişkilerini kesmediğinden değişimi yavaş olmaktadır. Yaşadıkları köşkte mobilya seçiminden ev dekorasyonundan eşi Pembe’nin ve kızı Nursema’nın giyim kuşama, her şey İslami burjuva modasına uygundur. İyi bir eğitim almış olan çocukları da aile, İslami anlayışla yetiştirmiştir.
Ünal’lar evlat sevgisi üstün geldiğinden Mustafa’nın seküler kesimden Nilay’la evlenmesine ses çıkarmamışlar; Fatih’in aşık olduğu ve aileye sormadan evlendiği Doğa’yı da doğacak çocuğun yüzü suyu hürmetine kabullenmişlerdir. İslami değerlerle uyuşmamasına karşın oğullarının tercihlerine boyun eğen anne –baba, kızları Nursema’ya karşı katıdırlar. “İslam’da kadın ve erkek, “farklı ama eşit” söylemi, yaşamdaki gerçekle örtüşmemektedir. Nursema’yı zorla, Abdullah’ın muhafazakâr iş çevresinden birinin asalak, ipsiz sapsız oğluyla sırf aileler birbirinin küffü olduğu gerekçesiyle evlendirirler. Oysa Nursema, üniversite bitirmiş; yıllarca emek verdiği hat sanatında başarılı olmuş, eserlerini sergilemek üzere bir galeriden teklif almıştır. Hayallerine veda eden kızı, evliliğinin ilk gecesindeyse bir felaket beklemektedir. Serseri kocanın cinsel tacizi, aşağılamaları yetmiyormuş gibi sonu ölümle bitebilecek şiddeti, kıza kabûs yaşatmıştır.
Nursema kendi yazgısını erkek kardeşlerininkiyle kıyaslayınca, sürdürdüğü yaşamı sahte bulur ve düğün gecesi yatırıldığı hastaneden ayrıldıktan sonra kimseye haber vermeden Doğa’nın teyzesi Alev’e taşınır. Anne Sönmez’in apartmanında ayrı bir dairede tek başına oturan iş kadını Alev’in özgür bir yaşamı vardır. Ama toplumdaki erkek egemen anlayış, ekonomik bağımsızlığını kazanmış olan kadının kültürel bağımsızlığını kısıtlamıştır. Bir kadın olarak benzer baskılardan bunalan Alev, Nursema’nın halinden anlar; Doğa’yla birlikte kızın kozasından çıkmasına yardımcı olurlar. Geleneksel kan bağını aşan bir kadın dayanışmasıdır bu. Nursema’nın dönüşümü “içeriden”, dini kimliğini koruyarak gerçekleşir. Bu sayede ailesine kafa tutar. Anne ve babasından eve dönmek için kendisinden özür dilemelerini şart koşar. Onlar da olup bitenlerden ders almışlardır; ileride, aradaki sınıf farkına bakmaksızın Nursema’nın, Alev’in iş ortağı Umut’la evlenmesine bile katlanacaklardır. Ailesinden ayrı yaşayan Umut’sa, Nursema’yı kapalı olduğu için yüzüne karşı hakaretlere boğan seküler babaya ve aynı katılıktaki anneye hadlerini bildirecektir.
Pembe’nin, İslami değer yargılarını diş hekimliği okuyan Doğa’ya telkin etme çabaları çiftin ilişkilerine de zarar vermektedir. Doğa, annesi Kıvılcım’ın itirazlarına karşın Fatih’e olan aşkı yüzünden her şeyi göze alarak evlenip köşke yerleşmiştir. Ancak kadının ne kadar haklı olsa da cinsiyet rolü içinde özgürlük alanını genişletmesi kolay değildir. Doğa’nın bireyselliğine saygı duyan Fatih bile tartışmaları, sırf eşinin hamile oluşu yüzünden uzatmamaktadır. Hamileliğin son aylarında eşlerin ilişkileri, Fatih’in düşüncesizliği yüzünden çığırından çıkacaktır.
İki kızını tek başına büyüten, eğitim ve yaşam tarzı gibi konularda laiklikten ödün vermeyen, mücadeleci, çağdaş bir kadın olan okul müdürü Kıvılcım’ın da özgürlüğü kısıtlıdır. Küçük kızı Çimen’le birlikte oturdukları varlıklı annesi Sönmez’in, püriten ahlakçılıkta Pembe’den kalır yanı yoktur. İki ailenin uzlaşması için uğraşması da onun yaşlılığın olgunluğundan çok geleneklerden kopamaması yüzündendir. Aşırı ilgisi, denetimi Kıvılcım’ı bunaltmış; Alev’i evlenmeye iten baskısı sonunda kızı isyan ettirmiştir. Cinselliğin utanılacak bir şey olması gerektiği şartlanması kızlarının ikisini de bu konuda çekingen yapmıştır. Kısacası, kapalı kadınların din ve geleneğin belirlediği davranış kalıplarını, onlar modern biçimde sürdürmektedirler. İffetli- iffetsiz ayrımı, kadınların kendilerini ortaya koymalarını engeller. Kadında etkin cinsellik kınanır. Cinsel alanda kadınla eşit olmayı erkek istemez; cinselliği yalnızca kendi hakkı gibi görür. Nitekim toplumsal değerleri alt üst edeceği izlenimi veren Alev bile evli barklı Abdullah’la yaşadığı platonik duygularla yetinir. Abdullah’sa karşısındaki genç, güzel ve sağlam karakterli kadına hayrandır. Ama arzuyla iradenin uyumsuzluğu yıpratıcıdır. Sonunda sınırları kaldırıp arzuya teslim olur ve bir karşılık, bir vaat vermeksizin Alev’e aşk itirafında bulunur. Kıvılcım, dini inançlarını kültürel kimlik olarak yaşayan, önyargısız, karşısındakine güven veren Abdullah’ın kardeşi iş insanı Ömer’le yakınlaşmayı bile sorun eder.
Ömer gelenek kurbanıdır. Ölen ikizinin eşi Leman’la evlendirilmiş ve ikizinin oğluna yıllarca babalık etmiştir. Kıvılcım’ı tanıdıktan sonra kendi seçmediği bu evliliği bitirir, Kıvılcım’la evlenir. Yıllarca süren evlilikleri kağıt üzerinde kalan Leman bir klinikte psikolojik tedavi görmektedir. Ancak kadının çilesi bitmeyecektir. Kıvılcım’ın boşandığı, kızlarının babası, servet avcısı Kayhan, kapalı oluşunu sorun etmeksizin, sırf mal varlığına el koymak amacıyla, erkekleri hiç tanımayan Leman’ı toyluğundan yararlanarak sahte aşk gösterileriyle evlenmeye razı edecektir.
Sonuç olarak, “Kızılcık Şerbeti”, yeni sezonda bu kez boşanma, nafaka, çocuğun velayeti gibi toplumun gündeminden hiç düşmeyen sorunlara el atacağa benzer. İzleyicinin, görünenin gerisindeki gerçeği sorgulama olanağı bulabileceği, “neoliberalizmin liberal depolitizasyon çağında” bu tür yapımlara gerçekten de çok gereksinim var. (TT/AS)