Bilindiği üzere istatistiki bilgi, modern devletlerin nüfusun nicel ve nitel özelliklerini bilmesine ve bu bilgi aracılığıyla da nüfusu yönetmesine yarayan önemli araçlardan biridir. Bu çerçeveden bakıldığında, eğer ortada belirli bir konuda gerektiği gibi bir istatistik yoksa iki şeyden şüphelenilebilir: ya o konu hakkındaki bilgi, ekonominin işleyişi, asayişin sağlanması, toplum sağlığı vb. açılardan devletin kendine çizdiği müdahale alanının dışında kalıyordur; ya da konunun etraflıca bilinmesi, hali hazırda var olan düzenin sorgulanmasının önünü açacaktır. Genel olarak her türlü insan hakları ihlaline, doğa talanına ya da hayvan sömürüsüne ilişkin resmi kaynak yetersizliği, bu ikinci ihtimal dahilinde değerlendirilebilir. Dolayısıyla hak savunusu açısından, gözden ve gönülden ırak bırakılmak istenen bu alanlarda bilgi üretmenin değeri (ve elbette zorluğu) su götürmez bir gerçektir.
Erkek şiddetinin bilgisini haberlerde aramak
Erkek şiddetinin, normdan / normal kabul edilenden / cinsiyet eşitsizliğine dayalı düzenden kaynaklandığı ve bu düzen içinde sıradan bir eylem olarak kabul edildiği fikri, feminist teori ve pratiğin en önemli (ve feminist dalgalar değişse de kıymetini yitirmeyecek) tespitlerinden biridir. Eva Lundgren, İsveç’te şiddet uygulayan erkekler üzerine yaptığı çalışmasından yola çıkarak, erkek şiddetinin normal kabul edilmesini daha açık bir biçimde şöyle eleştirir:
“Her ne kadar yasal olarak şiddet kullanmak meşru sayılmasa da, dayak atan bir erkek daha az erkek olmaz, bilakis daha erkeksi bile görünebilir. Dolayısıyla şiddet kullanmak, kültürel anlamda meşru kabul edilir. Bu ikilikte kadın olmak, bu özelliklerin tam tersini yapmayı gerektirir: Tâbi olmayı, örneğin hem cinsel hem de bakım hizmeti vermek anlamında ulaşılabilir olmayı. Buna mukabil, kadınların erkeklerin üstünlüğünü, hâkimiyetini, cüzdanını ya da başka iktidar özelliklerini; erkeklerin de kadınların ulaşılabilirliğini ve erkeklere bağımlılığını çekici bulduğu varsayılır.” (1)
Hâl böyleyken, özellikle ölümle sonuçlanan erkek şiddeti vakaları hakkında yeterli resmi verinin olmayışının, toplumda son yıllarda artan duyarlılığa rağmen yine de erkeğin şiddete başvurmasının çok da garip karşılanmadığı bir kültürel arka plana ve yönetim zihniyetine bağlı olduğunu düşünebiliriz. Zira, özellikle 2008’den bu yana kamuoyunda oluşan duyarlılık göz önünde bulundurulduğunda, bu zamana kadar “aile içi şiddetle mücadele” alanında kamu kurumları tarafından (aileyi koruma saikiyle de olsa) pek çok adım atılmış olduğu halde, taciz, tecavüz ve cinayetler konusundaki istatistiklerin tutulması konusunda yeterli iradenin hâlâ gösterilmemiş olmasının başka bir açıklamasını bulmak gerçekten zor.
Burada örneğin 2015’te Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü – Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından gerçekleştirilen yaygınlık araştırmalarından bahsetmediğim sanırım anlaşılıyordur. Amacım, kadınların hayatlarının bir döneminde yaşadıkları fiziksel, cinsel, psikolojik şiddet yaşayıp yaşamadıklarını araştıran ve Türkiye’de kadınların neredeyse üçte birinin şiddete maruz kaldığını gösteren bu tip değerli çalışmaların dışında; gün gün, ay ay, hafta hafta, yıl yıl meydana gelen erkek şiddeti vakalarının sayısal verilerine kamuoyunun rahatlıkla ulaşamamasının nedenlerinin ne olabileceği üzerine fikir yürütmek. Örneğin devletin sağlık alanındaki harcamalarının denetlenmesi gerekliliği öne sürülerek vatandaşların biyometrik verilerini kayıt altına alacak teknolojik alt yapı oluşturulabilirken, erkek şiddetinin verisinin hâlâ gerektiği gibi tutulamaması ve bunun kamuoyuyla paylaşılamaması, akla erkek şiddetinin üstünün örtülmek istendiği dışında bir ihtimal getirmiyor.
Hatta gelinen son durumda, “kadına yönelik şiddetten değil, toplumsal şiddetten bahsedelim” tarzı yaklaşımların ortaya çıktığını ve işlerin cinsiyet kaynaklı şiddetin varlığının bile reddedilmesine kadar vardığını görüyoruz. Bundan yıllar önce çok sevdiğim bir hocamla beraber katıldığımız erkek şiddeti üzerine bir uluslararası konferansta Avrupalı feministlerin daha çok “backlash” (ters tepki diye çevrilebilir) meselesiyle uğraştığını görüp, “Türkiye’de ne kazanımımız oldu ki biz ters tepkiden bahsedelim” dediğimizi hatırlıyorum. Halbuki o sırada feministlerin her şeye rağmen pek çok kazanımı olduğunu bize bu kazanımlar artık normal geldiği için fark edemediğimizi ve bunların öneminin şu an ortaya çıkan feminizm karşıtı ters tepkinin (yani kadınların elde ettikleri hakların haddini aştığı ya da kadınların kendi elde ettikleri özgürlük neticesinde aslında mutsuz oldukları düşüncesinin) boyutuyla da daha da ortaya çıktığını düşünüyorum. Bir de tabii ters tepkinin uluslararası bir boyutu olduğunu ve feministlerin uluslararası dayanışma ağlarına ihtiyaç duyduğu da gözden kaçmamalı.
Dolayısıyla, bianet’in 2008’in Nisan ayından bu yana gazetelere yansıyan haberler üzerinden düzenli olarak hazırladığı erkek şiddeti çetelelerinin önemli bir açığı kapattığını söylemek mümkün. Çetelelerin elbette erkek şiddetinin boyutlarını tam olarak ortaya koyması mümkün değil; ancak gazetelere yansıyan kısmı bile erkek şiddetinin yaygınlığı ve niteliği konusunda fikir yürütebilmemizi sağlıyor.
Hatırlatmakta fayda var: 2008’den bu yana hazırlanan çeteleleri incelediğimizde, ilk aşamada haber dilinin edilgenleştiriciliğinin sorgulandığını, Emine Özcan’ın da ifade ettiği gibi “bu ay X kadın öldürüldü” yerine “erkekler X kadar kadın öldürdü” demenin tercih edildiğini ve böylelikle de failin haberleştirilerek maktulün / mağdurun yeniden öne çıkarılmamaya dikkat edildiğini söylemek mümkün. Dolayısıyla erkek şiddeti çetelesinin, aynı zamanda haberin cinsiyetçi diliyle ilgili bir sorgulamayı da beraberinde getirdiğinin altını çizmek lazım.
Yine çetelelerin düşündürdüğü bir başka şey de, erkek şiddetine maruz kalanlara yalnızca birer sayı muamelesi yapılmıyor oluşu. Bunun en önemli göstergesi de, erkek şiddeti çetelesinin yalnızca ölen / yaralanan / tacize ve tecavüze maruz kalan / seks işçiliğine zorlananların sayısını vermemesi, süreç içinde geliştirilen farklı kategoriler aracılığıyla aynı zamanda faillerin kim olduğuna, ne zaman şiddete başvurduğuna (örneğin kadın erkekten ayrılmak istediğinde) ya da faillerin kim olduğuna da dikkat çekmesi. Bu açıdan bakıldığında, şiddetin hangi cinsiyete dayalı toplumsal iktidar ilişkileri içinde gerçekleştiğine dair net bir resme ulaşmak mümkün.
2015’te erkek şiddetinde yine neler değişmedi?
Erkekler 2015’te 284 kadın ve yanlarındaki 19 çocuk ile 18 erkeği öldürdü. Bir önceki yıl erkeklerin 281 kadın öldürdüğünü, kamuoyunda oluşan duyarlılığa rağmen cinayetlerde azalma olmadığını ve haberlere yansıdığı kadarıyla şans eseri ölümle sonuçlanmayan 340 yaralama vakasının daha olduğunu göz önünde bulundurursak, uzun vadede cinsiyet rollerinin eşitlik üzerine kurulmasının gerekliliği bir kez daha ortaya çıkıyor diyebiliriz.
Kadınların yüzde 77 oranında tanıdıkları erkekler tarafından öldürülmeleri yine değişmeyen bir gerçek. bianet’in 2015 erkek şiddeti çetelesine göre “103 kadını resmi nikahlı kocaları, 10’unu dini nikahlı kocaları, 37’sini sevgilileri, 20’sini eski kocaları, 13’ünü babaları, 9’unu kardeş/ağabeyleri, 14’ünü diğer akrabaları, 11’ini damatları, 1’ini eski damadı, 4’ünü kocasının ailesinden erkekler, 4’ünü nişanlıları, 6’sını eski sevgilileri, 6’sını oğlu, 9’unu arkadaşları ya da tanıdıkları erkekler, 4’ünü annesinin ya da kızının sevgilisi ya da kocası, 4’ünü arkadaşlarının yeni ya da eski kocaları ya da sevgilileri, 1’ini kocasının oğlu, 1’ini işyerinden bir tanıdığı, 3’ünü müşterileri, 3'ünü komşuları, 4'ünü tecavüzcü erkekler, 3’ünü ilişki teklifini reddettiği erkekler, 6 kadını hırsızlık amacıyla evine giren vb gibi erkekler, 1’ini tanımadığı bir erkek öldürdü. 5 kadının katiliyle tanışıklık derecesine haberlerde yer verilmedi.”
Benzer şekilde, tecavüzcülerin yüzde 64’ü de kadınların bir şekilde tanıdığı erkeklerdi. Dolayısıyla her ne kadar Özgecan Aslan cinayeti ya da önceki günlerde Bağdat Caddesi’nde yaşanan tecavüz vakası bize sokakların tekin olmadığını hatırlatsa da, evin ve kadınların yakın çevresinin de çok güvenli sayılamayacağı apaçık ortada.
Her ne kadar taciz ve yaralama vakaları kamuoyunun yeterince dikkatini çekmese de, bianet’in haberlerden derlediği örnekler, kadınların hem özel hem de kamusal alanda güven içinde olmadıklarını apaçık göstermeye yetiyor. Zira haberlere yansıdığı kadarıyla 2015’te erkekler en az 208 kadın ve kız çocuğunu taciz etti.
Çeteleye göre, “101 kadın ve kız çocuğu sokakta, 20’si evlerinde, 4’ü internet, 21’i telefon aracılığıyla, 4’ü işyerinde, 24’ü okulda, 6’sı toplu taşıma araçlarında, 4’ü hizmet aldığı mekanlarda, 8’i ısrarlı takip şeklinde, 5’i asansör ya da apartman girişlerinde, 3’ü mağazalarda (genellikle soyunma kabinlerinde), 1’i karakolda, 3’ü Kur’an kursunda, 1’i mektupla, 1’i yurtta tacize uğradı. 2 taciz olayının yaşandığı mekan haberlerde yer almadı. Tacize uğrayanların yüzde 28,3’ü 18 yaşın altında kız çocuklarıydı. 120 kadın ve kız çocuğu fiziksel taciz, 25’i dijital taciz, 22’si teşhircilik, 16’sı sözlü taciz, 12’si ısrarlı takip, 6’sı gözetleme, 4’ü tehdit, 3’ü şantaja maruz kaldı.”
Erkekler tarafından yaralanan 320 kadınla ilgili bilgilerse şöyle: “167 kadın resmi nikahlı kocaları, 14’ü dini nikahlı kocaları, 29’u sevgilileri, 4’ü nişanlıları, 26’sı eski kocaları, 12’si eski sevgilileri, 2’si eski nişanlıları, 3’ü ilişki teklifini reddettikleri erkekler, 14’ü babaları, 9’u oğulları, 2’si kardeşleri, 16’sı diğer erkek akrabaları, 3’ü annesinin/kızının ya da arkadaşının eski veya yeni partnerleri, 4’ü hırsızlar, 6’sı arkadaşları, 1’i şoför, 6’sı işyerinden tanıdığı patron ya da çalışanlar, 1’i öğrencisi, 1’i yurt müdürü, 9 kadın futbolcuya erkek taraftarlar, 7’si damatları, 2’si evlendiği erkeğin akrabaları, 5’i müşterileri, 3’ü tacizciler, 5’i komşuları, 13’ü tanımadığı erkekler, 1’i doktoru tarafından şiddet gördü. 6 erkek şiddeti vakasında mağdur ile failin tanışıklık derecesi haberlerde yer almadı.”
Tecavüze uğrayan 133 kadın ve kız çocuğunun yüzde 8,2’sinin, seks işçiliğine zorlanan 201 kadın ve kız çocuğunun ise yüzde 76,6’sının T.C. vatandaşı olmaması ise çetelenin gözden kaçmaması gereken bir başka noktası.
Sonuç yerine
2008’den bu yana bianet’in tuttuğu erkek şiddeti çetelelerine baktığımızda, erkek şiddetinin hemen hemen aynı oranlarda sürdüğünü ve ne yazık ki hayatımızın değişmez bir parçası olmaya devam ettiğini görüyoruz.
Öte yandan, bugün artık medyanın cinsiyetçi dilinin sorgulandığı, erkek şiddetiyle ilgili yeni bir farkındalık ve bu farkındalığın anaakımlaştığı bir dönemle eş zamanlı giden bir feminizm karşıtı ters tepki döneminden geçiyoruz.
Farkındalığın anaakımlaşmasından kastım, artık erkek şiddeti söz konusu olduğunda, özellikle bir zamanlar gazetelerin üçüncü sayfasında yer alan kadın cinayeti haberlerinden alışık olduğumuz gibi cinayetlerin münferit birer olaymış gibi algılanmasının büyük ölçüde önüne geçilmiş olması.
Bu noktaya gelinmesinde elbette en önemli itici gücün, 1980’lerden bu yana Türkiye’deki feminist hareketin erkek şiddetini hiçbir dönemde dilinden düşürmemesi ve en geniş örgütlülüğünü bu sorun etrafında kurmuş olması olduğunu söyleyebiliriz.
2010’dan bu yana ise özellikle kadın cinayetlerine karşı oluşturulan politikanın verdiği ivmeyle en azından hükümet güdümlü olmayan ana akım medyada önemli bir değişiklik yaşandığını görüyoruz. Ancak bu kamuoyu baskısının hem hükümet kanadında hem de geniş kitlelerde feminizm karşıtı bir ters tepkinin oluşmasına neden olduğu da muhakkak.
Kanımca önümüzdeki yılların en meşakkatli işi, feministlerin “abarttığını” öne sürenlere karşı ne cevap geliştirileceğini bulmak olacak. O yüzden sanırım ne yazık ki daha çok çekecek çilemiz ve tutulacak çetelemiz var! (BE/ÇT)
(1) Lundgren, E. Şiddetin Normalleştirilme Süreci. İstanbul: Mor Çatı Yayınları, 2012.