Bu günlerde Erivan sokakları telaşlı. Geçen hafta Ermenistan para birimi dramın dolar karşısındaki bir hayli yüksek olan değer kaybı önemli ölçüde bu telaşın kaynağıydı. Bu hafta başından itibaren bu artışın seviyesinin yüzde on civarında sabitlenmesiyle, endişeli yüzler bir nebze de olsa rahatladı. Zamlara rağmen, süper market girişlerinde bulunan döviz büroları önündeki kalabalıklar, marketin içlerine kayarak, ne buldularsa yağmalamaya başladılar.
Bu konuda burada yaşayanlar tarafından zaman zaman uyarılmıştık. “Aman ha Noel öncesi ve sonrası (her ne kadar Ortodoksların Noel'i 6 Ocak'ta olsa da) marketlerde yiyecek içecek kalmaz tedbirinizi alın” diye.
Meğer bu ülkede insanlar Aralık ayının son günlerinden başlayarak Ocak'ın ilk haftasının sonuna kadar ziyafet çekerlermiş. Geleneksel olanı masaların sürekli donanımlı bir biçimde tutulup, kapıların gelen geçen herkese açık bırakıldığı, kimsenin yeme içme için geri çevrilmediği bir tarzmış. Şimdilerde kapılar kapalı da olsa, günler boyunca herkesin bir birine misafir olduğu ziyafetin eksiksiz devam ettiği bir alışkanlık oluşmuş. Bütün yıl biriktirilen paraların bu günlerde tüketilmesi sonucu ise Ocak ayının ikinci yarısı halk borç para aramaya başlarmış. Ertesi günü pek de umursamayan tarza daha önce Hemşinli arkadaşların eğlence kültüründe de rastladığım için garibime gitmedi. Ama yarın ne olacak hesabından, bir türlü eğlenmeyi beceremeyen bozkır alışkanlıklarını anımsamadan da edemedim.
Tabii olay sadece ziyafet masalarından ibaret değil. Şehrin Noel babalar, kızaklar, çeşitli süslemeler ve havai fişeklerle şenlendiği ihmal edilemeyecek düzeyde bariz. Ve bu durumun artarak devam edeceği aşikâr. Bir de buna güneşli güzel havalar eşlik ediyorsa daha ne diyelim.
Hasan Cemal'in gelişi
Ülkemizin tanınmış simalarından gazeteci Hasan Cemal'in Erivan'a gelişi günler öncesinden ilan edilmeye başlandı. Hasan Cemal Ermenice olarak basılan “1915 - Ermeni Soykırımı” kitabının tanıtımı için burada olacaktı. Tanıtım için yapılan çalışmaların elbette tamamını görme şansım olmadı, fakat en azından radyolarda yapılan duyurularda kitaptan çok onun Cemal Paşa'nın torunu oluşu ön plana çıkarılmıştı. Belki de onlar için Hasan Cemal'in varlığının “doğru” tarifi böyleydi. Ziyaretin seyrinde nitekim sonuçlarını görecektik.
İlk gün Moskova Sineması'nda beş yüz kişilik bir salonda düzenlenen etkiliği ben de izledim. Salon tamamen dolduğu gibi ayakta izleyenler nedeniyle de kıpırdayacak yer kalmamıştı. Kulaklıklar kullanılarak toplantı İngilizce, Türkçe ve Ermenice simültane çeviriyle izlenebiliyordu. Hasan Cemal'in meşhur yavaş konuşmasının çevirmenlerin işlerini bir hayli kolaylaştırırken, aynı zamanda seyirciyi adeta bir tiyatro sahnesi konsantrasyonuna soktuğunu eklemeliyim.
Hasan Cemal'in kitabını geçen sene okuduğumda aklıma gelen ilk şey samimiyet olmuştu. Cemal bu minvalde kitapta yazdıklarını tekrarlayarak seyirciden gelen soruları yanıtlarken kendini anlatmaya çalıştı. Toplantının kopuş anıysa, kendisinin de sonradan fark edeceği üzere dedesini öldürenler için gayri ihtiyari“çete” sözcüğünü kullanmasıydı. İlk başta salonda uğultuya yol açan bu sözcük, özellikle sosyal medyada “Türklerin soykırımı tanıyanlarının da çok değişmediği” babında tartışılacaktı. Toplantı çıkışı ise yer yer sataşmalara maruz kalacaktı.
Bu video bir miktar fikir verebilir.
Benim izleyemediğim Erivan Devlet Üniversitesi'ndeki ikinci gün etkinliğinde ise bu gerilim tırmanarak, sözlü sataşmaların bir hayli arttığı gözlemlenecekti. Buradaki tartışmalarda ilk günde de göze çarpan bir eğilim ön plandaydı. Hasan Cemal bir birey değil, adeta devleti temsil ediyordu. Yoksa “ne zaman tazminat vereceksiniz?” gibi sorulara muhatap olmazdı. Sosyal medyada toplantıya katılan kişiler tarafından aktarıldığı kadarıyla, adeta Cemal'e buraya gelmemeliydiniz denildiği ifade ediliyordu.
* Yakın geçmişleriyle hesaplaşma doğrultusunda Şili ve Arjantin'den yeni haberler gelmeye devam ediyor. Şili'de Michelle Bachelet'in ikinci dönem başkanlığıyla birlikte Pinochet Cuntası döneminin (1973–1989) faillerine dönük yargılamalar hızlandı. Geçtiğimiz günlerde devam eden başka yargılamaların yanı sıra, Bachalet'in babasının ölümüne neden olan kişiler uzun süreli hapis cezalarına mahkûm edildi. Arjantin'de ise 116. kayıp torun da bulunurken, bu kayıp çocukların doğumunda rol alan bazı doktor ve hemşireler de ilerlemiş yaşlarına rağmen hüküm giydiler. Hep merak ederdim, Buenos Aires'te beş bin kişinin yok edildiği işkenceler yapılırken ESMA gibi yerleri ziyaret eden gazeteciler var mıydı, onların yargılanma sırası ne zaman gelecek diye. Çok beklemedim, nihayet yalan haberlerle Cunta’yı destekleyen kişilerden biri de geçtiğimiz aylarda mahkûm olmaktan kurtulamadı. |
Elbette karşı karşıya kalınan durum çok çetrefilli. Ne kadar empati yapmaya çalışsak da birer Türkiyeli olarak yüzyıllık soykırımın sonuçlarını gerçek anlamda hiçbir zaman hissedemeyeceğiz. Çünkü bu yükü gerçekte biz çekmedik ve çekmiyoruz. Ve kimseye neyi nasıl hissetmesi gerektiği gibi bir saçmalığı bir öneri olarak dahi dile getiremeyiz. Ama bir gerçek var ki eğer birileriyle sorununuz varsa ve çözmek istiyorsanız, temasınız olmak zorunda hatırlatmasını yapmalıyım.
Geçmişe dönük köklü bir hesaplaşma* peşindeysek elbette “benim siyah arkadaşlarım da var” tekerlemesi hiçbir yaraya merhem olmuyor. Türkiye'yi şekillendiren toplumsal değer namına ne varsa sorgulanmak zorunda. Ama bu sorgulama aynı zamanda bütün tarafların bugünkü politik tutumlarını da kapsamalı. Bu durum nasıl bir gelecek kurmak istediğimizle doğrudan ilintili.
Yazıyı bir iki soruyla bitirelim. Ulus devletler, özel mülkiyet esaslarına dayalı, milliyetçilik ve pragmatizmle harmanlanmış bir gelecek kurgusu sahiden yeni soykırımların önüne geçebilir mi? Yakın zamanda gerçekleşen Şengal-Ezidi Katliamı niye yaşandı, Peşmerge onları tesadüfen mi yalnız bırakıp gitti? (AS/HK)