23 Nisan da System of a Down konseriyle başlayan yağmur, konser boyunca aralıksız sürmüştü. 24 Nisan’da da aralıklarla devam eden yağmurun ortamdaki hüzünlü havayı arttırıyor olmasından bahsettiğim fotoğrafçı bir arkadaşımın bana dediği gibi “Ben yağmursuz bir 24 Nisan hatırlamıyorum...”
Yağmur altında Erivan sokaklarında dolaşırken kapalı dükkanlar ve sessizlik dikkatimi çekiyor.
Ermenistan’ın anma etkinliğini turistik bir amaca yönelttiği yönünde iddialar hep kulağıma çalınırdı. Ancak anma etkinlikleri süresince etrafıma bakındığımda bütün eğlence mekanlarının, mağazaların, barların, kafelerin kapalı olduğunu görüyorum.
Meğer her yıl dükkanlar, eğlence yerleri vs 22-25 Nisan tarihleri arasında kapalı olurmuş. Biraz araştırınca, 25 Nisan’a kadar kepenk kapama kararının devletin bir yaptırımından ziyade mekan sahiplerinin inisiyatifiyle alınmış bir karar olduğunu öğrendim. Neticede bu yıl da 25 Nisan’a kadar marketler dışında bütün dükkanlar kapalıydı ve günlük düzene ara verilmişti.
Ermenistan’a ilk defa 5 yıl önce gelmiştim. O zamanki ziyaretimde Soykırım Müzesi’ni ziyaret etmiş ve anıta elimdeki laleleri bırakmıştım. Ancak yine de 24 Nisan’da buraya gelmeden önce Ermenistan’da, Türkiye’de veya diasporadaki bazı yakın arkadaşlarıma danışmış ve benim katılımım hakkında ne düşündüklerini sormuştum.
Acaba ben orada yürümeyi hak etmiş miydim veya acaba benim binlerce Ermeni’yle beraber yürüyecek olmam insanları rahatsız eder miydi?
Her seferinde sorumu tam olarak ifade edecek doğru kelimeleri bulmakta zorlansam da, yanıt hep aynıydı; Benim orada olmamdan ve yürüyüşe katılmamdan mutlu olacaklarını ifade etmişlerdi. Ve ben de foto muhabir kimliğiyle sadece bir gözlemci olmaktan ziyade, üretimlerinde samimiyeti yakalamaya çalışan bir sanatçı ve kendi huzurunu bulabilmek adına, 100 yıllık geçmişinden miras kalan şeytanlarla yüzleşmeye çalışan bir insan olarak katılmaya karar verdim.
24 Nisan anma töreni, soykırım anıtında devlet başkanları ve çoğunlukla politikacıların katılımıyla, kısaca protokol ile başladı. Kimimiz Türkiye’de bu etkinliği takip ederken yaşanan acıyı paylaşmaya çalışarak Türkiye’de ki anmalara katıldık, kimimiz bir bahane ararcasına buradaki etkinliği izledi ve buradan okuduğum kadarıyla Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarını görünce kendisinin bu etkinliği takip ettiğini anlıyorum...
Ancak 24 Nisan’da Erivan’da, belki Türkiye’de çok da anlatılmayan başka bir etkinlikten bahsetmek istiyorum. Bu anmada ne bir ünlü, ne bir politikacı vardı.
Ellerinde mumları, çiçekleri ve geceyi aydınlatan meşaleleriyle Cumhuriyet Meydanı’nda buluşan ve oradan da Soykırım Anıtı’na kadar her adımlarında 1915’te ölen 1,5 milyon insanın anısına yürüyen bir halkın etkinliğiydi bu.
Türkiyeli biri olarak binlerce insanın çatı bir amaçla toplanmasına yabancı değilim ama bu bambaşka bir enerjiydi. Türkleri millet olarak suçlamaktan, yani Türkiye’de bazılarının olmasını düşlediği gibi ırkçılıkla Türklere kin gütmekten ziyade, 1915’te yaşananların bir daha olmamasını, artık Türkiye’nin 100 yıldır kendi halkından bile gizleyerek geçmişinden devraldığı bu gerçekle yüzleşmesini ve halkların yeninden beraberce geleceğe bakabilmesini dileyen bir yürüyüştü bu.
Cumhuriyet meydanından Soykırım Anıtı’na çiçek bırakana kadar bulunduğum yürüyüşte, insanların kilometreler boyunca yürürken, içlerinde barındırdıkları ileriye dönük umutları ve geçmişe yönelik hüzünlerinin oluşturduğu enerjiyi hissetmek ve bu karışık duygularla geçen bir ömrün nasıl olacağını hayal ettiğinizde yaşadığınız hissi kaldırabilmek gerçekten de zordu.
Beni bir yerlerden tanıyan ve bu hafta sonu beni görünce "System of a Down konserinde burada mıydın?" diye dolaylı olarak sormayı tercih edecek kadar kendini karşısındakinin yerine koyan ve onlara "Evet konserde buradaydım ve cuma günü meşale yürüyüşünde de vardım" dediğim zaman yaşadıkları mutluluk yüzlerine yansıyordu.
Bunun yanı sıra bana "Gelibolu anması ilk defa 24 Nisan’da yapılıyor. Hadi bunun nedeni belli; peki o savaşta bizim akrabalarımızın da savaşıp öldüğünü biliyorsunuz değil mi ama orada bile isimleri yok!" diyenler de vardı.
Buradaki insanlar soykırım acısıyla büyüyorlar ve başa çıkmayı öğrendikleri, daha doğrusu yaşayabilmek için başa çıkmak zorunda oldukları bu acıyı, Ararat’ı (Ağrı dağı) yaşadıkları evden her gün görerek yanlarında taşımaya devam ediyorlar... Artık ileri gitmek ve akrabalarının ruhlarının rahat uyuyabildiğini düşünebilmek istiyorlar.
Ama biz hala halklara sormak yerine, Ermeni’yi de, Kürdü de en iyi Türk devleti bilir zihniyetiyle ilerlemeye devam ediyoruz ve bunu sorgulamak yerine devletin bize öğrettiğini halen tek doğru kabul ediyoruz. Bizi empati kurmaktan bile yoksun bırakan bu geçmişle yüzleşmediğimiz sürece, bu topraklara barış ve huzurun gelemeyeceğini, ilerleyemeyeceğimizi anlamak istemiyoruz.
Ve son olarak da şunu belirtmek istiyorum ki, tüm yürüyüş boyunca kendimi İstanbul sokaklarından çok daha güvende hissettiğim Yerevan’da, soykırımın 100. yıl anmalarında yaşadığım duyguları kısaca özetlemeye çalıştığım bu yazıyı şimdiye kadarki bir kaç gözlemime değinerek bitirmek istiyorum.
Türkiye’de binlerce yıllık Ani harabelerinde tanıtım panolarınada halen Ermeni kelimesi geçmiyor. Yüzlerce Ermeni Kilisesi ağır olarak kullanılıyor. Bu ülkenin kültür, sanat ve zanaat altyapısında büyük emeği olan Ermeniler unuttulurmuş... Kısacası geçmiş bunca görmezden geliniyor ama tüm bunların yaşanmadığı bir ülkeye dair umudumu yitirmek istemiyorum! (UV/EKN)
* Fotoğraflar: Umut Vedat