Cumhurbaşkanı Gül'ün Ermenistan-Türkiye futbol maçını izlemeye Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan'ın davetini kabul ederek gidiyor olması, CHP'den ve MHP'den itirazlara neden oldu.
Milliyet'teki habere göre CHP Genel Saymanı Mustafa Özyürek, "Ermenistan, Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırlarını tanımamakta ve Türkiye’nin soykırım yaptığını iddia etmektedir. Bu adımlar, karşı tarafa cesaret vermektedir. Uluslararası ilişkilerde bu tür girişimlerin bir yararı yoktur. Bu girişim, Ermenistan’ın gururunu okşayıcı bir girişimdir" demiş.
Genel başkanı Deniz Baykal da Dağlık Karabağ'ın işgalini ekleyerek bu savları öne sürmüştü.
MHP Genel Başkan Yardımcısı Tunca Toskay da "Türk milleti, akılsız ve yalan bir şekilde soykırımla itham ediliyor. Bu konularda Ermenistan’ın geri adım atacağına dair en ufak bir işaret yokken, böylesi bir ziyareti son derece gereksiz" demiş.
Bu savların tümünün geçersizliğini, bianet'ten Emine Özcan'ın haberinde, Baskın Oran ve Ayşe Hür ortaya koymuştu.
Ermenistan'ın sınırlarla ilgili bir derdi yok, tersine yıllardır 1993'te kapatılan Sarp sınır kapısının açılmasını istiyor. "Soykırım" meselesine gelince, 1915'te, bir başka devletin, Osmanlı İmparatorluğu'nun yönetimindeki İttihat Terakki'nin Teşkilat-ı Mahsusa'sının gerçekleştirdiği insanlık suçlarını, bugün Türkiye Cumhuriyeti neden savunur, savunmak zorunda kalır ve bunu halkına politika olarak benimsetmeye çalışır? (Baskın Oran buna "1915'in Susurlukçularını savunmak" diyor.)
Dağlık Karabağ sorununa gelince, bu Kafkaslardaki bir uluslararası sorun. Türkiye'nin Sovyetlerin çözülmesinden beri "Türki cumhuriyetler" üzerinde oynadığı askeri, istihbari, ekonomik "süper güççülük" oyununun, temel eğilimi "burun sürtme"yle özetlenebilecek bir krizli dış politikasının çözemediği bir sorun.
AKP'nin fırsatçılığı
Bu arada, kimse AKP'yi diplomasi ustası, barışçıl falan gibi göstermeye de kalkmasın. Erdoğan'ın talimatıyla milletvekillerinin Erivan'a gitmesi yasaklanmış durumda çünkü. AKP, böylece olası bir tepkiye karşı kendini korumuş oluyor, sözüm ona...
Bölge gücü Türkiye'nin stratejisi
Guardian'da bugün yayımlanan yazısında, uzun süre Türkiye'de çalışmış gazeteci Stephen Kinzer, şöyle yazıyor:
"Bu her iki ülke için de muhteşem bir gelişme olur. Türkiye Ortadoğu ve Kafkaslarda yeni ve ümit vaat eden bir arabulucu rolüne soyunuyor. Ancak komşusuyla husumet içerisinde olduğu müddetçe tam anlamıyla etkin olması mümkün değil. Ermenistan perişan, yoksul ve tecrit edilmiş bir halde ve Türkiye'yle yeni bir ortaklık aracılığıyla dünyanın geri kalanıyla ilişki kurmaya başlayabilir.
"Türkiye'nin bölgesel bir güç statüsüne yükselmesi ancak komşularıyla ilişkilerini düzeltmesi sayesinde mümkün olabildi. Ermenistan bu alandaki tek istisna. On yılı aşkın süredir, Türkiye Ermenistan'ı bölgesel toplantıların, petrol boru hattı planlarının dışında tutarak tecrit etmeye çalıştı. Ankara'daki stratejistler bu politikanın artık geçerliliğini kaybettiği sonucuna vardı. Şimdi bir uzlaşı aramaya istekli görünüyorlar."
Kinzer, durumu Türkiye'nin ABD-NATO eksenli bölge egemenliğinin oyuncusu olması bağlamında çözümlüyor. Pek haksız da sayılmaz. Gürcistan'a askeri yardım yapan da Türkiye değil mi? Ordusunu sınır ötesi müdahaleler için güçlendiren, devlet aygıtını sermayenin hareketini rahatlatacak bir yapı olarak düzenleyen neoliberal Türkiye için uygun.
Ama başa bir gelecek hayali daha var. Hrant Dink'inki...
Hrant Dink'in söylediği
Dink, "Ermeni sorunu"nun çözümünün bugünden, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinden geçtiğini düşünüyordu. Ölümünden sonra basılabilen "İki Yakın Halk, İki Uzak Komşu" kitabı tam da bunun üzerine yazılmıştı.
Üstelik bu ilişkileri kurmada tek sorumluluğun Türkiye ve Ermenistan'da değil, 1915 kıyımında payı olan Avrupa devletlerinde de olduğunu söylüyordu.
Dink yazılarından iki alıntı:
"Benim tek isteğim canım Türkiyeli arkadaşlarımla ortak geçmişimi alabildiğine etraflıca ve de o tarihten hiç de husumet çıkarmamaca-sına özgürce konuşabilmek.
"Bunu bir gün tüm Türklerle Ermenilerin de kendi aralarında konuşabileceklerine yürekten inanıyorum. Özellikle de Türkiye ile Ermenistan'ın kendi aralarında da herbirşeyi rahatlıkla konuşabilecekleri ve düzeltebilecekleri ve onlar konuşurken, benim ilgisiz üçüncülere dönüp, 'Size de artık üç nokta düşer' diyeceğim günleri iple çekiyorum.(90. yıl yazıları (I) Ruh halimdir. 1 Kasım 2004)
***
"Peki, sadece iki halk arasında kurulacak bir diyalog, bu sorunu sorun olmaktan çıkarmaya yeter mi? Cevabım çok net: Evet, yeter ve başkaca da bir çare yok zaten. Hatta fazla optimist gözükse de, şunu dahi ifade etmekten çekinmem:
"İki ülke arasında önşartsız kurulacak normal ilişkiler ve diyalog öylesine mucizevi gelişmeler sağlayabilir ki, bir gün Türk tarafı Ermenilere 'Gelin şimdi biraz da tarihimizi konuşalım' dediğinde, Ermenilerin 'Sırası mı şimdi, bırakalım geçmişi, halklarımızı mutlu kılmak için başlattığımız ortak işlerimizle ilgilenelim' demeyeceğini kim iddia edebilir? Bu söylemime şaşırabilirsiniz belki. Ama ne yapayım ki bu diyalog coşkusu beni böylesi uçmalara bile sürükleyebiliyor." (İlk Adımın Önemi, 18 Kasım 2004)
"Asla diyalogdan korkmayın"
"Barış profesörü" Johan Galtung, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin çözümü için bütün bölgede sınırları olmayan bir topluluk oluşturmayı, bunun üstüne Ağrı'nın/Ararat'ın da bir ortak miras, bir doğal barış anıtı olmasını öneriyordu.
Yine Galtung'dan, ihtilaflarla yapıcı bir biçimde uğraşmanın beş yaklaşımını anımsayalım:
1. Diyalogdan asla korkmayın.
2. İhtilaftan asla korkmayın: Tehlikeden çok fırsat barındırır.
3. Tarihi bilin. Yoksa tekrarlamaya mahkum olursunuz.
4. Geleceği hayal edin, yoksa asla oraya varamazsınız.
5. İşgalle mücadele ederken, kendi evinizi de temizleyin.
Barışçıl bir gelecek kurgusunu dayatmak
İşin aslı, sadece bir futbol maçını birlikte izlemeye bunca itiraz, çözümsüzlüğü önermekten başka bir şey değil. Oysa, çözüm barışçıl, insan haklarına dayanan, halklarını ve birbirini sömürmeyen bir bölgeyi hayal etmekten ve kurmaktan, bu gelecek kurgusunu hükümetlere dayatmaktan geçiyor. (TK/EÜ)