1960 Aralık'ında İsrail ajanları Nazi Almanya'sının sorumlu isimlerinden Adolf Eichmann'ı yakalayıp, mahkeme önüne çıkarmaya hazırlandıklarında, Hannah Arendt bir "hostis humani generis"in, yani insan soyunun bir düşmanının yakalandığını yazıyordu.
Ünlü filozof, insanlığa karşı işlenen suçlardan, bireyin insan olma hakkının bütün meşru düzenlerin ve yasaların üstünde ve öncelikli olarak korunması gereken bir hak olduğu sonucunu çıkartıyordu.
Nurnberg Mahkemesi
Arendt'in vurgu yaptığı "hostis humani generis" Alman faşizmini yargılayan Nurnberg Mahkemesi'nin oluşmasana dayanmaktaydı. Batı, Holocaust ile Avrupa modernizminin barbarlığa dönüştüğünü görmüş ve – her ne kadar kendi tarihi ile tam olarak yüzleşmese de– jenosid ve insanlığa karşı işlenen suçlar tanımını uluslararası hukuk terminolojisi içine almıştı.
Bu çerçevede "Uluslararası Askeri Mahkeme Statüsü"nün (Nurnberg 1947) 6 c maddesine şu tanım yerleştirilmişti:
"İnsanlığa karşı suç tanımı, hükümet üyelerine, iktidar yetkisi olan memurlara veya başka yetkililere, savaş öncesinde veya esnasında herhangi bir sivil halka karşı katliama, yok etmeye, zorunlu göçe veya diğer insanlık dışı muamelelere tabi tutmaya kalkışmayı, siyasi, ırki veya dinsel nedenlerden dolayı kovuşturmalaları [...] bu yapılanların ilgili ülke hukukuna aykırı olup olmamasından bağımsız olarak, yasaklar."
Gerçi günümüzde Batı, savaş galiplerinin koyduğu bu tanımı kendisi de kaale almamaktadır, ama en azından bir bütün olarak insanlığın her zaman referans alacağı bir suç tanımı halen yürürlüktedir.
Diğer taraftan Eichmann örneği, zalimler hangi deliğe girerlerse girsinler, yıllar sonra dahi yakalanıp, cezalandırılabileceklerini göstermektedir.
İnsan soyunun düşmanlarının, zalimlerin yakalanıp cezalandırılması ise ancak "koşulların olgunlaşması" ile olanaklıdır.
Koşullar da savaslar sonrasında veya halkın egemenliği kurulduğunda olgunlaşır. Ama bazen de egemenler arasındaki çatışmaların derinleştiği dönemlerde de kimi olanaklar ortaya çıkar. Tıpkı Türkiye'de olduğu gibi.
"Taraf" ve "tarafsızlık" tartışmaları
Türkiye'nin içinde bulunduğu derin yönetim krizi, egemen cephenin iki ucunun çatışması, ama herşeye rağmen "Ergenekon Davası" çerçevesindeki danışıklığı dövüşleri ve toplumsal bölünmeler, barış ve demokrasi yanlışı güçlerin önüne ciddi fırsatlar koymaktadır.
Görebildiğim kadarıyla, geniş kesimlerin kafalarının karışık olduğu bu dönemde, vesayet rejimini asmayı, barışı, eşitliği, özgürlüğü ve demokrasiyi hedefleyen yeni bir toplumsal sözleşmeyi hazırlamak ve kendi tarihimizle hesaplaşmak için ciddi bir çıkış yapma fırsatı doğmuştur.
"Taraf" ve "tarafsızlık" tartışmalarının sürdüğü bugünlerde yanlış anlaşılmamak için bir noktanın altını çizmeyi gerekli görüyorum:
"Ergenekon" olarak adlandırılan davanın iddianamesinde yer alan suçlamaları – ki bunları sol, Kürt hareketi, Aleviler, demokrat müslümanlar yıllardan beri "herkesçe bilinen gizli gerçekler" olarak dile getiriyorlardı – insanlığa karşı işlenen suçlar kategorisinde görüyorum.
Davanın, egemen cephenin bir kesiminin işine gelse de gelmese de, insan soyu düşmanlarının cezalandırılmasıyla sonuçlandırılmasını umuyorum.
Bütünsel bir hesaplaşma...
Ancak,"Ergenekon" iddianamesi temel alınarak da ülke tarihi ile bütünsel bir hesaplaşmanın zorunlu olduğuna inanıyorum.
1915 olaylarından başlayarak, İstiklâl Mahkemeleri, kanla bastırılan isyanlar, zorunlu göçler, 6-7 Eylül olayları, 27 Mayıs, 12 Mart, 15-16 Haziran, öğrenci cinayetleri, Maraş, Çorum, Malatya, 12 Eylül, kirli savaş, yakılan köyler, işkenceler, faili belli cinayetler, Sivas, 28 Şubat, 19 Ocak vs. gibi sayısız hunharlığın sorumluları açığa çıkartılmalı, cezalandırılmalı ve tarih yeniden yazılmalıdır.
"Şeffaf duruşmalar"
Tüm bunları salt "Ergenekon" davasının görüldüğü mahkemeden beklemek budalalık olur elbette.
Bana kalırsa bunun bir yolu var:
Halk tribunalleri. Resmi tarihin tüm mağdurları, sol, demokratik kamuoyu, Kürt hareketi, emek örgütleri, aydınlar, kısacası geniş bir toplumsal muhalefet hareketinin olası özneleri vakit geçirmeden davaya paralel olarak ve olmasını istediğimiz demokratik hukuk devleti kurallarına uygun halk mahkemeleri oluşturmalıdırlar.
Kamuoyuna açık, hiçbir şeyin gizli kalmayacağı, "şeffaf" duruşmalar "zincirleri" ile sürece müdahale edilmeli, gerçekler gün yüzüne çıkarılmalıdır.
Böylece gerçekten ezber bozulacak, halk, kamuoyu müdahil edilecek, tarih yeniden yazılacak ve ortak geleceği kurma olanakları yaratılabilecektir. Ve bence böylesi bir kampanya "Çatı"nın sağlam temellerini oluşturacaktır. (MÇ/NZ)