İki orgeneral ve ticaret odası başkanının tutuklanması ile Ergenekon adındaki soruşturma yeni bir noktaya doğru sıçradı.
Özellikle iki emekli orgeneralin “terör örgütü” suçlaması ile suçlanıp tutuklanması, liberal medyada “demokrasi” açlıklarını da açığa çıkardı.
Örneğin Radikal gazetesi 2 Temmuz'da “Nihayet Bazı Büyük Balıklar” manşeti ile darbe gediklisi orduya bir şekilde dokunulmuş olmasını alkışladı.
Aynadaki yüzler: Türk-İslam burjuvazisi
Aynalara yansıyan zahiri görüntüye bakarak o zahiri görüntünün gerçekliğini tanımlamaya çalışma, gerçeği baş aşağı tutmaktan daha felaket bir yaklaşımdır.
Ergenekon soruşturmasının son ayağında özellikle emekli orgeneralin tutuklanması, zahiriye göre gerçeğin düşünülmesi hastalığını en net biçimde ortaya çıkarmıştır.
Ergenekon soruşturması süreciyle ortaya çıkan durumu çok genel olarak şöyle ifade edebiliriz:
Türk burjuvazisinin kapitalistleşme sürecinde ortaya çıkan iki burjuva kliğinin tarihsel hesaplaşması.
Marksist terminolojiyle arası olmayanlar için yorumu şöyle de yazabiliriz: Modernleşme sürecinde iki ayrı yol izleyen grupların hesaplaşması.
Süreci tarihsel anlamda daha geniş yorumlarsak, bugünkü süreç, 12 Eylül döneminde burjuvaziye karşı gelişen toplumsal muhalefette, burjuvaziyi koruma adına birleşen iki burjuva kliğin Türk ve İslam burjuva kliklerinin ayrışma ve kavga sürecidir.
Türk-İslam sentezinin ayrışması Refah Partisi (RP) ile başlamıştır. 28 Şubat Türk burjuvazisinin kazandığı ilk turdu.
Geçen yıl ki e-muhtırayı boşa giden bir hamle olarak ifade edersek, şuan ki sürecin İslam burjuvazisinin isabetli atakları olarak gözükmektedir.
Soruşturmaya verilen Ergenekon ismi de, şu an bu iki klikten hangisinin zayıf olduğunu gösteren güzel kanıtlardan birisidir.
Kim darbeci kim demokrat
Süreci tanımlayan yukarıdaki Marksist ve liberal yorumun anlamları açıkça farklı olsa bile bu iki yorumun; sürecin bir hesaplaşma olduğu ve hesaplaşmanın yolun amacında değil de yolun biçiminde olduğu, konusunda ortak paydaları vardır.
Ancak gidilen yolun biçime dair tarihsel bir hesaplaşma olduğu tanımlandığı anda, tarafların tanımlanmasında zihinsel bulanıklık da keskin biçimde ortaya çıkmaktadır.
Aristo mantığının daha da gerisine düşülerek şeylerin o anki konumları zıt tarafta olana göre yapılarak, görünenin gerçek olduğu iddia edilmektedir.
İlginçtir bu algılama biçimi süreci savunan ve eleştirenler tarafından tamamen benzer biçimde yapılmaktadır.
Soruşturmaya destek veren hükümet, darbe planını açığa çıkardığı için demokrat ilan edilirken, cezaevine girenler darbeci; tersi biçimde soruşturma yürütenler haksız kişileri gözaltına aldığı ve tutukladığı için darbeci ilan edilirken, soruşturmaya alınanlar kendilerini demokrat ilan edebilmektedir.
Gerçeğin yüzü
Şeyleri sadece kendileri arasındaki ilişkiye bakarak tanımlamaya çalışmak en başta sağlıksız bir görecelilik sağlayacaktır.
Şeyleri tanımlamakta elbette kendi aralarındaki ilişkilerin önemli bir yeri vardır. Ancak yeterli değildir.
Şeyler, sadece nedenle yakınında olan ile değil içinde olduğu uzay ve o uzaydaki geçmişleri ile tanımlandıklarında daha gerçekçi olarak tanımlanabilir.
Bu nedenle Ergenekon süreci ile patlayan ilişkilere bakarak taraflardan birisini demokrat diğerini darbeci (örtük anlamı ile diktatör) ilan etmek, sağlıksız görecelilik ile sağlıksız sonuçlara gidilmesine yol açmaktadır.
Ne Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti ne de onun öncülleri tarihi liberal anlamda dahi demokrasinin yakınından geçmişlerdir.
Demokrasiyi sadece sandığa atılan kâğıt ile sınırlayan anlayışın bir nebze ötesine geçmediklerini kerelerce kanıtlamışlardır.
Tarihindeki üç darbeyle bile hesaplaşmayan, darbe yapanları yargılamayı dahi düşünmeyen bir ordunun demokrasi savunucusu olduğunu iddia etmek gülünç olduğu kadar tehlikelidir.
Öyle ki, liberal anlamda bile, ordu her üç darbede de mevcut anayasayı ortadan kaldırarak, şuan bile TCK’de en büyük cezası olan suçlardan birisini işlemişler ama yargılanamamışlardır.
Bu noktadan bakıldığında bu sürecin aktörleri düşman ikizlerdir.
Öyle ki bu düşman ikizler, örneğin Sosyal Güvenlik Yasa’sında muhteşem uyumla çalışmışlardır.
Aralarındaki düşmanlığın temel sebebi, toplumsal hakimiyetin kimde olacağına dairdir.
Ancak kendi hakimiyetlerine yönelik bir başka alandan eleştiri geldiğinde birbirlerini güzel savunduklarını tarih çok defa göstermiştir.
Bu bağlamda Türk ve İslam kliklerinin birbirlerine yaptıklarına bakarak demokrat ve darbeci ilan etmek çocukluktan öte, düşünsel gerilik olarak kabul edilmelidir.
Hukuk ve demokrasinin anlamı
Ergenekon süreci siyaset bilimine eşsiz katkıları yeniden sağlamıştır. Öncelikle sistemin iddia ettiği gibi eşit, adil ve evrensel hukuk diye bir şeyin olmadığını kanıtlamışlardır.
Hukuk, hadi liberalleri üzmeyerek sınıf demeden, var olan ilişkilerin ürünüdür. Ve hukuk var olan ilişkilerde güçlü olan tarafından kendi lehinde işletilir.
Ve güçlünün durumuna göre istendiği an ve istendiği biçimde uygulanır:
1 yıl boyunca dava açmayıp, yaptıkları göz önünde olanları sabahın 6’sında gözaltına almaktan çekinmez. Aynen 28 yıl önce ordunun yaptığı gibi.
Demokrasi ise bu süreçte aslında tam da Marksizm’in tanımladığı gibi diktatörlük olarak ortaya çıkmıştır.
Marksizm’e göre demokrasi kendi sınıfı için kullanılan, karşıt sınıf için içinse baskı aracı olarak oluşturulan siyasal yapıdır.
Ancak burada vurgulamak gerekir ki, Ergenekon sürecinde iki ayrı sınıf değil. Bir sınıfın iki ayrı kliği vardır.
Bu nedenle burjuvazi demokrasi ve diktatörlüğünü sadece kendi sınıfına karşı olanlar için işletmez.
Tekelleşme eğilimine bağlı olarak kendisine karşı bir sınıfın gücü olmadığı sürece, burjuvazi kendi içindeki iktidar savaşımlarında kendi sınıfına diktatörlük yapmaktan da çekinmez.
Eğer burjuvaziye karşı toplumsal muhalefet güçlenirse, şuan çatışan bu iki kliğin nasıl birlikte olacağını tahmin etmek çok güç değildir.
12 Eylül faşizmi bu nedenle Türk-İslam sentezi üzerinden yükselmiştir. Kendilerine muhalif olanları yok etmek için tarihsel olarak belki de zorla bir araya gelmiş bu iki klik şimdi savaş halindedir.
Ama unutulmamalıdır ki, kendilerine karşı bir muhalefet ortaya çıktığında bu iki klik ayrıştıkları hızda birleşeceklerdir.
Bu basit ve açık nedenlerle var olan Türk-İslam kapışmasına bakarak solun sürece herhangi biçimde taraf olması utanç verici olacaktır.
Hele bu taraf olma, kendi faşist ilişkilerinde bir an için zayıf düşmüş olanın savunulması olarak ortaya çıktığında felaket olacaktır.
Önemli not: Ergenekon sürecinde, cezaevinde kanser olan ve tedavisi geciktirilerek ölümü sağlanan Kuddisi Okkır’ın durumuna "ah-vah" çekenlerin, kanserle birlikte birçok ölümcül hastalığına rağmen Erol Zavar’ın neden serbest bırakılmadığını düşünmesi gerekir. Okkır’a yapılan insanlık ayıbıdır. Ama sadece Kuddisi Okkır’a bakmak, Erol Zavar ve onun gibi nicelerinin varlığını reddetmek ise insanlık suçudur. (DEZ/EZÖ)