Ölüm cezası nedir?
Ölüm cezası en ağır zalimane, insanlık dışı ve onur kırıcı cezadır ve yaşama hakkının korkunç bir ihlalidir.
"Biz o beyaz çarşaflarla..."
"Biz bu yola çıkarken daha önce de demokrasiye inanmış insanların söylediğini söylüyoruz. Biz o beyaz çarşaflarla beraber yola çıktık, biz bu konuda bedel ödemeye hazırız, bu konuda rahatız."
Bu sözler de ölüm cezasını 2002'de kaldıran bir ülkenin Başbakanı'nın üniversitede başörtüsü serbestisiyle ilgili konuşurken, ana muhalefet partisi genel başkanının "idam" tehdidine yanıtıdır.
Hatırlayacaksınız Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Deniz Baykal 6 Şubat'ta "türban" tartışmaları çerçevesinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a hitap ederek, "Yeni bir Anayasa yapmak için idamı göze almak gerekir. Ya kurtuluş savaşı yaparsın, yeni bir devlet kurarsın, ya da ihtilal yaparsın, idamı göze alırsın o zaman yeni anayasa yaparsın" demişti.
O gün hâlâ ölüm cezasını bir olanak sayan düşüncelerin demokrasi iddiasıyla ya da siyasi muhalefetle ilgisi olamayacağını yazmıştık.
Erdoğan'a ve Baykal'a "Türkiye'de Ağustos 2002'de ölüm cezasının kaldırıldığını, Meclis'in Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 13. protokolünü ise Ekim 2005'te onayladığını" anımsatmıştık.
Yine anımsatıyoruz: 13. protokol ölüm cezasını savaş ve yakın savaş tehlikesi zamanları da dahil olmak üzere, her şartta kaldırmayı öngörüyor.
Böyle çıkışlar yalnızca Türkiye'ye mi has? Değil kuşkusuz. BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon, Saddam Hüseyin asıldıktan sonra konuyla ilgili fikri sorulduğunda önceki Genel Sekreter Kofi Annan'ın aksine, "Saddam Hüseyin Irak halkına karşı hunharca suçlar işledi, akla gelmeyecek kötülükler yaptı. Onun işlediği insanlık suçlarının kurbanlarını asla unutmamalıyız. Ölüm cezası, Birleşmiş Milletler'e üye ülkelerin bireysel hükümetlerine kalmış bir karardır" demişti.
Saddam Hüseyin de asıldı da ne oldu? Irak'ta işgal, ölümler bitmedi. Yok edildiği için işlediği suçlar işlenmemiş olmadı.
Üstelik Uluslararası Af Örgütünü'nün verdiği rakamlara göre ABD'de 1973'ten bu yana, 113 ölüm cezası mahkumu, bu cezayı almalarına neden olan suçlarla ilgili masum olduklarına dair kanıtlar ortaya çıktığı için serbest bırakıldı. Bunlardan bazıları yıllarca infazı bekledikten sonra infaza çok az kala serbest kaldı.
Bu davalarda sürekli görülen özellikler ise, kovuşturmanın veya polisin görevini suistimal etmesi, güvenilmez tanık ifadelerinin, fiziki kanıtların veya itirafların kullanılması ve savunma hakkının yetersizliğiydi. Diğer ABD' li mahkumlarsa, suçlu olduklarına dair şüphe olmasına rağmen öldürüldü.
Baykal'ın muhalefet performansı...
Biz Türkiye'nin gündemindeki "idam" sözüne, Erdoğan'a ve Baykal'a dönelim. Baykal sonuçta hem zihninde hâlâ ölüm cezasına yer olduğunu bize göstermiş oldu hem de yine muhalefet edeyim derken çam devirip Erdoğan'ın eline "Şehit oluruz icabında bu yolda" edebiyatı yapma fırsatını verdi.
Erdoğan o çok sevdiği" delikanlı" havasıyla "Biz o beyaz çarşaflarla beraber yola çıktık, biz bu konuda bedel ödemeye hazırız, bu konuda rahatız" diye "mağdurdan" "kahraman" kategorisine çıkarttı kendini.
Kabul edelim böyle sözler, bu tür iddialar halk kitlelerine kolay tesir eder. Şimdi geniş halk kitleleri arasında kolaylıkla "Bak, adam idam tehdidinden korkmadı" diyecek çok kişi var. Baykal yine kendi kuyusunu kendi kazdı.
Vicdan...
Baykal Erdoğan'ın "Gerekirse 'şehit' oluruz" demesi üzerine hemen "Biz sizi beyaz çarşafta görmek istemiyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı'na yakışır olgunluk, anlayış içinde Anayasa, hukuka ve millete saygılı bir başbakan olarak görmek istiyoruz" deyiverdi. Acaba hiç değilse vicdanı varmış desek, çok mu safdillik etmiş oluruz?
Galiba ölüm cezasını, yasalardan kaldırmakla birlikte, vicdanların derininde o karanlık yerdeki kabulünden de kurtulmak gerekiyor. (NZ/TK)